27 Nisan 2012

28 Nisan’ı kimse hatırlamıyor

Darbeler hatırlanıyor. 12 Eylül, 28 Şubat ve hatta 27 Mayıs hatırlanıyor. Bazı darbeciler hakkında davalar açıldı, açılıyor

Darbeler hatırlanıyor. 12 Eylül, 28 Şubat ve hatta 27 Mayıs hatırlanıyor. Bazı darbeciler hakkında davalar açıldı, açılıyor. Ancak darbelerle birlikte hatırlananlar ve unutulanlar ilginç bir tablo oluşturuyor. 12 Eylül’ü yapan iki general yargılanırken, 12 Eylül’ün başbakan yardımcısı, 12 Eylül ile uygulama olanağı bulan yeni-liberal iktisat politikalarının mimarı ve Türkiye’de sendikasızlaştırmanın önde gelen sorumlularından Turgut Özal “demokrasi kahramanı” olarak hatırlanıyor.

28 Şubat’ta darbe karşısında sessiz kalanlar, kararlara imza atanlar ve asker karşısında başlarını öne eğen dönemin başbakanı, yardımcısı ve hükümet üyeleri hatırlanmıyor, ama darbe girişimine karşı demokratik bir duruş sergileyen sendikalar ve meslek örgütleri ile sosyalist sol darbeci olarak damgalanıyor, itibarsızlaştırılmak isteniyor. Darbenin muhatapları seslerini çıkarmamışken, askeri darbe ihtimaline karşı çıkmış KESK özür dilemeye çağrılıyor. Hatırlama ve unutma biçimleriyle tarih yeniden yazılıyor.

27 Mayıs söz konusu olduğunda da aynı unutma-hatırlama mekanizması işliyor. Darbenin, Menderes ve arkadaşlarının idamının, düzmece mahkemelerde adil yargılanma haklarının ihlal edilmesinin hatırlanması ve hatırlatılması çok çok önemli. Geçen yıl 27 Mayıs’ta Yassıada’da bu amaçla bir tören düzenlenmiş, darbenin kurbanları hatırlanmıştı. Ama o kurbanların kurbanları hatırlanmamıştı. Kimse onları hatırlamamıştı.  

İki genç insanın, Turan Emeksiz ve Nedim Özpolat’ın siyasi iktidarın emrindeki güvenlik güçlerince öldürülmesi hatırlanmıyor. 27 Mayıs hatırlanıyor ama Türkiye tarihinde sivil bir protesto eylemine yönelik en ağır saldırılardan biri olan 28 Nisan unutuluyor. Yassıada’ya gidiliyor ama Beyazıt Meydanı unutuluyor.

Menderes ve arkadaşlarına yapılan haksızlıklar-hukuksuzluklar hatırlanıyor ama onların yaptığı haksızlıklar hukuksuzluklar unutuluyor. Yassıada mahkemelerinin sefaleti hatırlanıyor ama yargıya açık bir siyasal müdahale anlamına gelen ve tipik bir sivil diktatörlük yöntemi olan Tahkikat Komisyonu unutuluyor. Böylece darbe karşıtlığı gibi son derece meşru ve demokrat bir tutum, otoriter DP rejiminin aklanması aracına dönüşüyor. Unutmak ve hatırlamak, siyasal-sosyal tarih söz konusu olduğunda bir insani yeti ve zaafın ötesinde anlamlar taşıyor.

Bir kaç gün sonra 28 Nisan. Bakalım Menderes ve arkadaşlarına yapılan zulmü hatırlayanlar, Menderes iktidarının zulmünü hatırlayacak mı?

DP’nin son yıllarında giderek güçlenen otoriter eğilimleri, muhalefeti parlamentodan tasfiye etmek için kurduğu Tahkikat Komisyonu ile tepe noktasına varmıştı. Daha sonra Yassıada mahkemelerine verilen düzmece yargı yetkilerinin benzerleri ile donatılan Tahkikat Komisyonu’na karşı en büyük gösteri 28 Nisan 1960’da İstanbul Üniversitesi öğrencileri tarafından yapılmıştı. Eylemleri bastırmak için polisin üniversiteye girmesine karşı çıkan rektör Sıddık Sami Onar tartaklanmış ve gözaltına alınmıştı. Polis öğrencilerin protesto eylemine karşı “orantısız şiddet” kullanmış, atlı polisler Beyazıt meydanında terör estirmiş, protestoculara ateş açılmıştı. (Ne kadar da günümüzde sendika ve öğrenci eylemlerine karşı kullanılan şiddeti hatırlatıyor, değil mi?) Olaylar sırasında İstanbul Üniversitesi’nde Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz polis kurşunları ile öldürülmüş. İstanbul Erkek Lisesi öğrencisi Nedim Özpolat ise Cağaloğlu civarında çıkan olaylarda yaşamını yitirmişti...

DP hükümeti aynı gün sıkıyönetim ilan etmiş ve olaylarla ilgili yayın yasağı (sansür) getirmişti. Bu yüzden ertesi günkü gazetelerde ne olaylardan ne ölümlerden söz edilebildi.  Kamuoyu 28 Nisan olaylarını ve öldürülen iki gencin haberlerini 27 Mayıs sonrası yayınlanan gazetelerden okuyabildi. Sonra Turan Emeksiz’in adı şehir hatları vapurlarından birine verildi. Cağaloğlu yokuşunda Milli Türk Talebe Birliği binası önünde mahzun bir büstü var. Bir de İstanbul Üniversitesi bahçesinde. Vapur bir kaç yıl önce emekli oldu. Şimdi yüzer otel olarak kullanılıyormuş. Büst ise bakımsız, adeta unutulmuş...

Geçen yıl Yassıada’da 27 Mayıs’ı protesto eyleminde konuşanlar, 28 Nisan gösterilerini düzenleyenlere, orada ölenlere ve yaralananlara şaibe bulaştırmakla; ülkeyi otoriter bir rejime sürüklemek isteyenleri unutanlar sivil protesto eylemi düzenleyen gençleri “derin devlet” ile bağlantılı göstermekle meşguldü. Bu çok şaşırtıcı değil. Günümüzde de sivil protesto eylemlerine, öğrencilerin, işçilerin ve sendikaların demokratik ve barışçı eylemlerine darbecilik-vesayetçilik diye çamur atılmıyor mu?

Son zamanlarda darbeler üstüne yapılan değerlendirmelerde hafızasız ve tarihsiz siyasetin hazin örneklerine bolca rastlanıyor.  27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat hatırlatmaları Menderes-DP baskı rejiminden, Özalcılıktan ve Refahyol’dan demokrasi kahramanları çıkarmaya varınca işin rengi değişiyor.

Siyasal iktidarın darbe yoluyla düşürülmesi ve siyasilerin adil yargılanma hakkı ihlal edilerek sözde mahkemelerde yargılanıp idam edilmeleri kabul edilemez. Peki, siyasi iktidarın toplumsal eylemleri şiddetle bastırması, protesto eylemine katılan gençleri öldürmesi, gazetecileri hapsetmesi, basına sansür uygulaması, sendikaları kapatması, sıkıyönetim ve olağanüstü hal uygulamaları ile adeta bir tek parti rejimine yönelmesi unutulabilir mi? Bu iki olguyu birlikte hatırlamayanlar, otoriter rejim mimarlarından demokrasi kahramanı çıkarmış olur.

Şimdilerde yeni bir resmi tarih yazılıyor. Başbakan bir dönemin yasaklarından “belgeli” örnekler veriyor. Ama onun hemen ardından gelen ve bir önceki dönemi aratmayan yasakları hatırlamak istemiyor. Tarihi olguları reel-politik uğruna eğip bükmek tipik resmi tarih kavrayışı değil mi? Aynı şeyi kimi solcuların yapması ise daha da hazin. Olguları tarihsiz ve birbiri ile ilişkisiz ele almak, olguların içinden istediğini seçmek ve istemediğini dışarıda bırakmak, olguları mecaz tutkusuna heba etmek yeni resmi tarih kavrayışının da özellikleri.

Demokratik siyaseti, özgür siyaseti savunmak askeri vesayete ve darbelere karşı durmayı gerektirir ama demokratik siyasetin önündeki yegâne engelin askeri vesayet olduğunu zannedenlerin biraz tarih okumasında yarar var.

Yazarın Diğer Yazıları

Özel madenlerde işçi ölümleri oranı, kamu madenlerinden 16 kat daha fazla!

Siirt’teki katliam açık maden sahalarında yaşanan ilk katliam değil

Dünden bugüne üniversiteye karşı bitmeyen kötülük

Kimsenin şüphesi olmasın, bu hukuksuz ve haksız karar er geç ortadan kalkacak...

"
"