Zaman durmuştu. Uzak bir diyardan gençliğimize, çocukluğumuza bakar gibiydik artık. Geleceğimiz görünmüyordu, sisler ardındaki gibi bir romantizmde değildi kara bir deliğin sonsuzluğundaydı saklıydı. Arsızca soluk alıyorduk, çünkü yaşamak için şarttı. Epeydir asgari düzeyde yaşamak, hatta ölü taklidi yapmak en kolay yoldu. Böylece özgür kalıyorduk.
Duvarlar fiziksel olarak örülmese de sistem herkes için kendi hapishanelerini çoktan yaratmıştı. Korkuyorduk her şeyden ve herkesten. Artık gölgesiz gibiydik. Çünkü o bile fazlaydı, bir bedenimiz olduğunu bize fısıldıyordu. Beden varsa acı olabilirdi. Ruh varsa hissedebilirdik, akıl ise en korkuncuydu ve onu kaçırmak zamanın durduğu, bu uzay boşluğundaki coğrafyada en akıllıcasıydı.
Bir grup böyle yaşamsal fonksiyonlarını en aza indirmiş ve artık bir beklentisi, umudu tükendiği için kalmamışken, bir grup vardı ki şehvet içinde yaşıyordu hayatı. İnanmazsın aynı coğrafyada bunu yapabiliyorlardı. Aynı yağmurda ıslanılıyordu ama birinin kan dediğine diğeri can diyordu. Dünya asırlardır böyle dönüyordu. Yaşlı yer küre bunca zamanda bilge olmalıydı, ama değildi. Canlılar dünyasında akılla donatılıp, iki ayak üstüne kalkıp yürüyebilen ve ellerini kullanabilen homosapiens, homosapıtiyenz olmuştu.
İşte bu sapıtiyenzler çağlar boyu bir elleri yağda, bir elleri balda olabilmek için sıralarını beklemiş, sıra gelince de en vahşi yaratıklara dönmüşlerdi. Neye inandıklarının, ırkının, cinsiyetinin önemi olmaksızın gücü eline geçiren melek olsa şeytana dönmüş, zulmetmişti.
Zamanın durduğu bu coğrafyada artık kimse diğerinin umurunda değilken yüzlerce hayat ölüme alıştırılarak, kader kabul ettirilerek sonlandırılıyordu. Bir bombayla, bir kurşunla, bir trafik kazasıyla, bir namus cinayeti ya da erkek şiddetiyle tükeniveriyordu nefesler.
Kalpler henüz durmamışken soğuyabiliyordu. Morglar bütünlüğünü yitirmiş insan bedenleriyle dolup dolup boşalıyordu. Resmen ilan edilmiş bir savaşın olmadığı, zamanın durmuş gibi yaşandığı bu coğrafyada en süslü kelimelerle acıyı tarif etmekten yorulmuştu insanlık.
Çünkü artık insanlık yerle bir olmuş, onur ayaklar altına alınmıştı. İnsan utanırdı böyle yaşamaya mecbur bırakılmaya. Homosapiens utanırken, homosapıtienzin ağzından kanlar akıyordu.
Ölümün apansızlığı ile yaşamakta sorun yoktu buydu zaten merakla ve istekle yaşam arzusu veren homosapiense. Haksızlık bu apansızlığın kimlerce planlandığındaydı. Homosapıtiyenzlerin karar verdiği ölümler iki nefes arası kadar yakınken, yaşamak ve kendini o an için güvende hissetmek utançtı.
Son yaşananlarla birlikte acının tarif edilebilen bir yanı kalmadı ölenlerin yakınları, tanıdıkları için. Kolsuz, bacaksız kalanlar sizleri de unutacak, ölüp gidenleri de bu zamanın durduğu coğrafya. Asırlardır olduğu gibi dünyada bizi hatırlayacak olan en son insan da öldüğünde yok olacağız.
Gelecek kara bir deliğin sonsuzluğunda görünürken daha kaç toplu ölüme ağıtlar yakacağız, tek tek ölümler doğudan batıya toplandığında binler olmuşken daha ne kadar insanlığımızdan utanacağız? Bir umut be yaşlı dünya, bir ışık ver homosapienslere.
www.draytunaktan.com