08 Eylül 2024

Rüzgârlı şehrin Emily'si Paris'te esiyor

Fransa'ya ışık saçan Emily, aydın ve modern Amerika'nın yüzüdür

"Rüzgârlı Şehir" lakaplı Şikago'da her sabah azimle koşan Emily Cooper, "ilerici" Amerika'nın sembolüdür. Koşusunu tamamladığında telefonundaki kişisel asistan uygulaması, hedefine 18 saniye daha hızlı ulaşmış Emily'yi tebrik eder. Kendisiyle yarışan, hırslı, genç ve fit pazarlama uzmanı; Amerikan rüyasının reklam yüzüdür.

Amerika'daki konforunu bırakıp iş için taşındığı Paris'te, asansörsüz bir binanın beşinci katında yaşayacaktır. Elinde bavullarla kan ter içinde eve çıktıktan sonra duş alırken su kesilir. Tesisatın "500 yıllık" olduğu binalar, "medeniyetten" uzaktır. Evlerde klima yoktur. Şikago'nun ışıltılı gökdelenleriyle başlayan ve Paris'teki elektrik kesintisiyle biten ilk bölüm, Amerika'nın çağdaşlığını vurgular.

"Partide iş konuşulmaz." kuralını sürekli çiğneyen ve işe iki saat erken gelen Emily'nin (Lily Collins) çalışma azmi eleştirilir. Lüks ürün pazarlama şirketi Savoir'da bir iş arkadaşı, "Amerikalıların dengesi yanlış. Çalışmak için yaşıyorsunuz. Biz yaşamak için çalışıyoruz." der. Başarılı olmaktan zevk alan genç kadının, mutluluğun ne demek olduğunu bilmediğini düşünür.

İş disiplini eleştirilse de Emily bir Amerikan holdingine bağlı Savoir'ın yıldızıdır. Çalışma arkadaşları onun "daha yeni" ve "daha iyi" fikirlerinden korkar. Amerikalının orijinal fikirleri sayesinde en kritik toplantıların üstesinden gelinir. En ünlü modacıların da aralarında olduğu müşterilerin favorisidir.

"Olağanüstü Amerikalı Emily," sadece ofisin değil Paris'in de gönlünü fetheder. Paris'i değiştiren yüzler listesine Savoir'ın zarif yöneticisi Sylvie yerine "yontulması gereken" Emily'nin seçilmesi, Amerikan kültürünün hakimiyetini gösterir. Nitekim Emily'nin Paris maceralarını sosyal medyada takip eden milyonlar aslında şehri bir Amerikalının gözünden izlemeyi tercih ederler.

Aşkın özgürce yaşandığı Paris tahayyülleri Amerika'yı ahlaklı kılar. Şıp sevdi Fransızlar, evli bekar fark etmeksizin herkesle flört eder. Sylvie ve Antoine, aşklarını eşlerinden gizlemez. Yakışıklı şef Gabriel, eski nişanlısı ve onun yeni sevgilisi ile aynı evde yaşar. Sevdiği erkeğin harem kurduğunu düşünen Emily, "Fransızlara özgü bir şey mi bu? Burada çok eşlilik yasal mı?" diye sorarak geleneksel Amerika portresi çizer. Fransızların aksine Amerikalıların evlenince yüzük taktığını söyler. Amerika'da güya yaşanmayan sıra dışı aşklar Paris'te makbuldür. 

"Ahlak polisi" addedilen Emily, toplumsal cinsiyet eşitliğine ters düşen reklam kampanyalarına karşı çıkar. Bir parfüm reklamında çıplak bir kadının köprüde yürümesinin seksi değil, cinsiyetçi olduğunu düşünür. Amerikalıların kadını metalaştıran reklamı hoş karşılamayacağını söyler. Parfümün yaratıcısı Antoine'ın aksine arzu dolu bakışın bir kadın için en güzel iltifat olduğuna inanmaz.

"Politik doğruculuktan" uzak Fransızları eleştiren dizi, "ukala" Amerikalılarla da dalga geçer. Fransızcanın seksist bir dil olduğunu düşünen Emily, Fransızca bilmez. Emily'nin Şikagolu sevgilisi de Amerika sınırlarından çıkıp farklı kültürlerle tanışmak istemediği için ilişkilerini bitirir. Savoir'ı denetlemek için Şikago'dan gelen Madeline (Kate Walsh) ise başarı hırsı uğruna kültürlerini bilmediği Fransız müşterilerini birbirlerine düşürür. Sylvie, Fransız Devrimi ile bağlı olduğu Amerikan holdinginden kurtulup kendi şirketini açsa da Emily'den vazgeçmez.

Özgürlükçü Paris, Emily'nin Çinli dostu Mindy'yi (Ashley Park) ataerkil ailesinden kurtarır. Zengin babası, kızının Çin'e yerleşmesi için ev ve araba almayı teklif etse de Mindy Paris'ten dönmez. Bir müzik grubunun solisti Mindy, sadece İngilizce ve Fransızca şarkı söyler. Çinli kimliğini geride bırakan solist sahnede alkışlanır. Bastırılmış Çinli bir kadın, ekonomik ve cinsel özgürlüğüne Paris'te kavuşur. En büyük destekçisi de Amerikalı ev arkadaşıdır. Böylece Batı, kurtarıcı rolünden vazgeçmez.

Nitekim soyadı "uygun şekle sokmak" ve "hale yola koymak" anlamına gelen Emily Cooper hem çalıştığı pazarlama firmasını hem de Şef'in kalbini onarır. "Mantıksız ama güzel" Fransız kültürünü şekillendirir. "Gri Paris'e geldin ve bize güneş ışığı getirdin." der Gabriel (Lucas Bravo). Fransa'ya ışık saçan Emily, aydın ve modern Amerika'nın yüzüdür. Bizim de dizide kapıldığımız Şikago rüzgarlarının estiği Paris'tir.

Naz Bulamur kimdir?

Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden mezun oldu ve Yeditepe Üniversitesinde İngiliz Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptı. University of Wisconsin-Milwaukee'de Edebiyat Çalışmaları dalında doktorasını tamamladıktan sonra akademik kariyerine Boğaziçi'nde başladı.

Çağdaş romanda İstanbul temsillerini incelediği Tales of Istanbul in Contemporary Fiction (2011) adlı doktora tezi, Edwin Mellen Press tarafından yayımlandı. Victorian Murderesses: The Politics of Female Violence (Cambridge Scholars, 2016) başlıklı kitabı, 19. yüzyıl İngiliz romanlarında kadın katillere odaklanır ve kadınların ekonomik ve kanuni hakları olmadığı için şiddete başvurduğunu savunur.

Amerikalı, İngiliz, Türk yazarlar (Elif Şafak, Julia Kristeva, Orhan Pamuk, A. S. Byatt, Edith Wharton, Elizabeth Gaskell, Erendiz Atasü, Theresa Cha, Martin Amis) üzerine yazdığı makaleler, uluslararası akademik dergilerde yer aldı. Boğaziçi Üniversitesinde roman, tiyatro, edebiyat teorisi dersleri veren Bulamur, feminizm, oryantalizm ve kültürel çalışmalar ışığında kitap, film, dizi eleştirileri yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Leyla, masalsı bir çöplük  

Neredeyse her hikâyede mevcut temaları buluşturan Leyla: Hayat… Aşk… Adalet… ismi, dizinin hangi yönde ilerleyeceğini bilmediğinin işareti

Joker: İkili değil toplumsal delilik

Joker yerine çoklu kişilik bozukluğu sebebiyle açılan bir temyiz davasını çok daha derinlemesine işleyen ve Tom Holland’ın başrolünde oynadığı The Crowded Room dizisini izlemenizi tavsiye ederim

Pera Palas’ta Gece Yarısı’nda büyülü gerçekçilik

Dizi, 1940’lardan bugüne kadın hakları mücadelesinin bitmediğini gösterir. Esra’nın âşık olduğu Halit’in 1941’de “Sokaklar kadınlar için tehlikeli hale geldi” sözü, günümüzde de geçerliliğini koruyor. “Kadınları adam etmek” düşüncesi şimdi de hâkim değil mi? 

"
"