22 Ekim 2023

Kan Portakalı Magarsus

Dizi, bizi hayat enerjimiz portakaldan nasıl soğutuyor?

Yunus Ozan Korkut'un yönettiği ve senaryosunu Mustafa Yürüktümen ile yazdığı BluTV dizisinin en büyük başarısı, Sarıbahçe'nin güneş topu portakalını toplumsal yozlaşmanın metaforuna dönüştürmesi. Magarsus Antik Kenti'nin sahil ilçesindeki narenciye ekonomisine hâkim Halil Kurak'ın (Ercan Kesal) ölümüyle alevlenen iktidar savaşında, dizinin açılış sahnesinde üzerine kan damlayan portakallar başrolde. Portakalı altın yapmaya gelen Golden & Orange Amerikan firması, uyuşturucu mafyası ve suç batağındaki Kurak kardeşler kan portakalının kırmızılığında birbirlerini boğuyor.

Peki dizi, bizi hayat enerjimiz portakaldan nasıl soğutuyor? Kamyon dolusu portakalın içinden bir cesedin elinin ve ayağının belirdiği yakın çekim sahnede, narenciyeden yabancılaşıyoruz. İntikam oyunlarına kurban olan maktulün cenazesini de portakallar sarmış. Yerlere saçılmış portakallar ne kadar yaslı sahneyi aydınlatsa da uğruna verilen kanlı çatışmanın süreceğinin habercisi. Savaşa hazırlanan gençler de silah talimlerinde portakallara nişan alıyor. Vitamin bombası, ölümle buluştuğunda Sarıbahçe'de hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını ve kimseye güvenemeyeceğimizi hissediyoruz.

İçine uyuşturucu enjekte edilip ihraç edilen portakalların zehri yavaşça Sarıbahçe'ye yayılıyor. Dolu yağınca çürüyen portakallar, ölümcül rekabetin yıprattığı bölgeyi resmediyor. Portakalların "pert olduğunu" gördükten sonra Halil Kurak'ın sözde itaatsiz çocuklarını "pert edeceğini" haykırmasına şahit oluyoruz. Azar ve tehditle iletişim kuran aile, doluda ezilen portakallar gibi parçalanmış.

Kurak kardeşlerin fiyat düşürmek uğruna narenciyeyi fazla gösterip kumsala attığı portakallar, kendileri gibi birer yetim. Devasa dalgaların yiyip yutacağı sahipsiz portakallar gibi sevgi ve güvenden yoksun kardeşler de aile olamamış. Rakipleri Erdem, gri bulutlu sahilde terk edilmiş yüzlerce portakallardan birini elini aldığında Kurakların kendi tuzaklarına düşebileceğini hissediyoruz.

Magarsus Festivali'nde bile portakaldan midemiz bulanıyor. Narenciyeyle donatılmış sofralar yetmiyormuş gibi Kurak Tarım çalışanlarının şapkalarında, kıyafetlerinde ve pankartlarında portakal fotoğrafları var. Ölümün habercisi portakallarla çevrili festival, intikam oyunlarının neşeyle sergilendiği bir tiyatro. Portakalların üstümüze geldiği bunaltıcı sahnelerle birlikte Sarıbahçe'nin tehlike çemberine giriyoruz.

Biz portakallar arasında boğuldukça 1998 Adana depreminde ailesini kaybeden ve sonrasında binalara giremeyen Beton'un (Berkay Ateş) sıkışmışlığını hissediyoruz. Zamanında Kurak Tarım'daki hissesine konan kuzenlerine güvenemeyen Beton gibi bizim de inanabileceğimiz bir karakter yok. Naif ve sıcak bakışlarıyla kalbimizi fetheden Beton bile Sarıbahçe'nin kanlı rüzgarına kapılıyor. Toygar Işıklı'nın müzikleriyle pekişen tedirginlikte biz de dört duvara sığamayan Beton gibi nefessiziz.

Ve dizi neden başka bir şehirde değil de Adana'da geçiyor sorusunu başarıyla cevaplıyor. Senaryo, Suriye'den göç alan Adana'nın Magarsus Antik Kenti'ne uzanan tarihiyle itinayla örülmüş. Uyuşturucu tüccarı Fethi (Cem Bender), ortağı Beton'a Magarsus Amfi Tiyatro'nun hikâyesini anlatır:

Rivayete göre Anflakos ve Mapsos diye iki yiğit komutan varmış. Magarsus'u paylaşamamışlar. Düelloya girmişler. Kapıştıkları yer de burasıymış. […] İkisi de ölmüş. Mezarlarını Magarsus'un iki ucuna koymuşlar. Anflakos'un hatası aileden biri olduğu için Mapsos'a güvenmekmiş.

Gözünü kırpmadan adam öldüren Fethi, iki akraba komutanın paylaşamadığı antik kentin Sarıbahçe'ye hüküm sürdüğünün habercisi. Ölesiye dövüşen rakiplerin hayaletleri, birbirlerini sırtından zevkle bıçaklayan patronları kovalıyor. Kardeşlerin birbirine düştüğü, Suriyeli göçmenlerin hor görüldüğü, kadın yöneticilerin hafife alındığı, sokak ortasında cinayet işlendiği, sahtekârların yönettiği Sarıbahçe bir yılanlı bahçe.

Kadın, erkek, yetim, zengin, fakir, eğitimli fark etmeksizin herkes suç çarkının bir parçası. Amerika'da okuduktan sonra aile şirketi Kurak Tarım'ın başına geçen Tansu (Merve Dizdar), küçümsediği "cahil tüccarlar" kadar karanlık. "Ben Amerika'dan buraya bu zehri kurutmaya geldim. Bu düzeni değiştirmeye geldim" dediğinde Beton, "Sen buraya zengin kalmaya geldin. Bu ayakları yapma. Ona buna suç atarak vicdanını temizleme" cevabını veriyor.

Yüzyıllardır süregelen düelloda aşk yaşanabilir mi? Turgut (Çağlar Ertuğrul), Beton'un tavsiyesiyle hoşlandığı Damla'ya bir sepet portakal gönderdiğinde bu aşkın pek filizlenemeyeceğini hissediyoruz. Turgut, "Yenge ile verdiğin portakal taktiği işe yaradı. Yemeğe çıkıyoruz" diye sevindiğinde Beton'un "bari sineklilerden yollayaydın" cevabı, romantizm beklentimizi başarıyla öldürüyor.

7. Berlin TV Series Festivali'nde Stellar Cast Ödülü'nü alan Magarsus'un yıldızlarını kutluyorum. Damar'ı her damarında yaşayan Kayhan Açıkgöz, iticiliği ve sevimliliği buluşturan Çağlar Ertuğrul, her yapımda bambaşka bir karaktere bürünebilen Berkay Ateş ve Cannes ödüllü Merve Dizdar'ın enerjisi seyirciye geçiyor. Karakterlerin diyalogları, küfürleri, aksanları ve aksesuarları da çok gerçekçi.

Magarsus'un tarihi, ekonomisi ve coğrafyasından beslenen ve portakalı karakterleştirebilen dizinin devamını merakla bekliyorum. İkinci sezonda Tansu'nun Deniz'iyle tanışmak ümidiyle…

Naz Bulamur kimdir?

Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden mezun oldu ve Yeditepe Üniversitesinde İngiliz Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptı. University of Wisconsin-Milwaukee'de Edebiyat Çalışmaları dalında doktorasını tamamladıktan sonra akademik kariyerine Boğaziçi'nde başladı.

Çağdaş romanda İstanbul temsillerini incelediği Tales of Istanbul in Contemporary Fiction (2011) adlı doktora tezi, Edwin Mellen Press tarafından yayımlandı. Victorian Murderesses: The Politics of Female Violence (Cambridge Scholars, 2016) başlıklı kitabı, 19. yüzyıl İngiliz romanlarında kadın katillere odaklanır ve kadınların ekonomik ve kanuni hakları olmadığı için şiddete başvurduğunu savunur.

Amerikalı, İngiliz, Türk yazarlar (Elif Şafak, Julia Kristeva, Orhan Pamuk, A. S. Byatt, Edith Wharton, Elizabeth Gaskell, Erendiz Atasü, Theresa Cha, Martin Amis) üzerine yazdığı makaleler, uluslararası akademik dergilerde yer aldı. Boğaziçi Üniversitesinde roman, tiyatro, edebiyat teorisi dersleri veren Bulamur, feminizm, oryantalizm ve kültürel çalışmalar ışığında kitap, film, dizi eleştirileri yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Amerika’nın duvarlarla örülü seçimleri

Medyada olduğu gibi üniversitelerde de kapsayıcılık ilkesi adına yabancı hocaları çalıştırma politikası var. Danışmanım bana beyaz olmadığım için Amerika’da kolay iş bulabileceğimi söylemişti. Fakat pozitif ayrımcılıktan beslenen bu kozmopolit imaj, ırkçılığı örtemiyor

Yandaki Oda: Woolf, Joyce, Irak ve Vietnam’ın rastgele buluşması

Tarih ve edebiyatla ilgileniyormuş gibi gözüken ama aslında romantik kar sahneleri ve iyi oyuncularıyla göz boyayan filmleri sorgulayın. Yandaki Oda’yı izlemeden önce yandaki sinema salonunda hangi filmin oynadığına bir bakmanızı tavsiye ederim

Leyla, masalsı bir çöplük  

Neredeyse her hikâyede mevcut temaları buluşturan Leyla: Hayat… Aşk… Adalet… ismi, dizinin hangi yönde ilerleyeceğini bilmediğinin işareti

"
"