26 Ocak 2025

Gassal, kuru fasulye ve arabesk

Dizi bir gassala başrol vererek belki de bir ilke imza atmış olsa da melodram hep baki

Ölü yıkama sahnesi ile başlayan dizide, gasilhaneyi kaplayan suların akışına kapıldım. Fakat senaryoda su akıp yolunu bulmadı. Gassal Baki’nin mezarlıkta oyuncak bir sustalı ile bıçaklandıktan sonra “Ölünce Beni Kim Yıkayacak?” sorusu tekrarlandıkça anlamsızlaştı. Bir izleyici, “Din konusu işlenmemiş, sıkılmak yok” diyerek diziyi sosyal medyada övmüş. İşte asıl mesele ölüm ve hayatı buluşturan dizinin dinden neredeyse hiç beslenmemesi. Hepimizi derinden etkileyen varoluşsal sorunsalları felsefi bir çerçeveye oturtamayan dizinin sahneleri birbirine kenetlenmemiş.

İlk bölümün jeneriğinde, üstünde yönetmenin ismi yer alan kuru fasulye pilav ve nakışlı yastık senaryoya nasıl hizmet ediyor? Baki’nin [Ahmet Kural] en yakın arkadaşı Ahmet’in iyi kuru fasulye yaptığını öğrensek de bu detayın hikâyeye pek katkısı yok. Sonraki bölümlerin açılış sahnelerinde ise sarma, börek, kek başrolde. Yerini farklı imgelere bırakan yemekler, hikâyeyi derinleştirmemiş.

Türk yemekleriyle başlayan bölümler, arabesk müzikle biter. Dizide poliklinikler ve gasilhaneler adeta birer gazinoya dönüşmüş. Hastalık ve ölümle özdeşleştirdiğimiz mekanlar müzikle hayat bulmuş. Bu sahneler hayatın bir tiyatro sahnesi olduğunu vurgulamaya çalışsa da diziyi arabeskleştirmiş. “Öyle yalnızım ki […] dünyaya doymadan geçip gideceğim” şarkı sözleriyle Baki’nin yalnızlığı adeta gözümüze sokulmuş. Yeteri kadar dramatik olan son sahneye ise Şahin Kendirci’nin söylediği “İçim Yanar” şarkısı eşlik eder.

Ölümün hayatın bir parçası olduğunu gösteren bir evlilik teklifi havada kalmış. Baki sokak ortasında bir evlilik teklifine şahit olur. Simit yiyen sevgililerin arkasında “Benimle evlenir misin?” pankartı açılır. Erkek, “Seninle ölmek istiyorum” der kız arkadaşına. Ölümün en romantik anımıza bile sindiğini gösteren sahne, öncesinde ve sonrasında gelen diyaloglarla örtüşmemiş.

Neredeyse her sahnede bir renk patlıyor. Evlilik teklifi alan sevgilinin şeker pembesi montu, çocukların sarı yelekleri, Neslihan’ın yeşil parıltılı bluzu gözümüzü alıyor. Bu canlı renkleri solduran, mesaj kaygısı. Oysa Steven Spielberg’in yönettiği Schindler’s List (1993) filmindeki küçük kızın kırmızı paltosu, siyah beyaz renklere bürünmüş savaşın anlamsızlığını ne güzel sorgulamıştı. Fakat dizideki lalenin kırmızısı bile ölümün karanlığını aydınlatmaktan ve hayatın güzelliklerini hatırlatmaktan uzak.

“Gassalları yok sayan” medyayı, bürokrasiyi, kapitalizmi eleştiren dizi adeta bir kamu spotu. Oysa Los Angeles’ta bir cenaze evi işleten ailenin hikayesini anlatan Six Feet Under dizisi, Hollywood ile özdeşleştirdiğimiz Melekler Şehri’nin karanlık yüzünü gösterdi. Türkiye’de belki de ilk defa bir gassalı başrolde görsek de dizinin ruhu yok. Ne kadar ironik ki gasilhanede geçen dizi, Baki’nin hüznünü yansıtacak bir atmosfer yaratamamış. Farklı felsefelerle ve dini inançlarla harmanlanmış bir senaryo izleyebilirdik.

[Spoiler içerir]

Hayatın anlamı; evli, mutlu ve üç çocuklu olmakla özdeşleştirilir. Baki’nin gassal olması kadar bekar olması ve arkadaşının bebeğini kucağına almaması yadırganır. Sevgilisi olmayan, çocuklarla anlaşamayan erkek toplumda ötekileştirilir. Dizi, yalnız ve asosyal bir erkek karakteri ehlileştirdi. Baki’nin, “Ölünce beni kim yıkayacak?” sorusundan kurtuluşu aile kurmak. Günlük rutine kapılıp ölümü unutmak. Evlenip çocuk bakarak hayata tutunma tavsiyesi veriliyor.

Peki evde üç çocuğuna bakan şefkatli baba Ahmet’in suçu ne? 18. yüzyılda yaşamış İngiliz yazar Alexander Pope, insanlara sınırlarını bilmelerini buyurur. Oysa Ahmet, karısının hayallerini gerçekleştirmek için lüks ve gereksiz addedilen bir havuz yapar evlerinin bahçesine. Hayalleriyle “haddini aşan” çift, kendi inşa ettikleri havuzda hayata veda eder. Böylece Baki ve çocuğu olmayan sevgili adayı birden kendilerini üç çocukla bulur.

“Kan dondurucu” olarak eleştirilen “Ölünce Beni Kim Yıkayacak?” reklam afişini sosyal medyada öfkeyle paylaşanlar dizinin ister istemez reklamını yaptı. Fakat Selçuk Aydemir’in yönettiği ve Sümeyye Karaarslan’ın senaryosunu yazdığı dizi, bazı izleyicilerin kalbini arabesk müzikleri ve dramatik sonuyla fethetti. Dizi bir gassala başrol vererek belki de bir ilke imza atmış olsa da melodram hep baki.

Naz Bulamur kimdir?

Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden mezun oldu ve Yeditepe Üniversitesinde İngiliz Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptı. University of Wisconsin-Milwaukee'de Edebiyat Çalışmaları dalında doktorasını tamamladıktan sonra akademik kariyerine Boğaziçi'nde başladı.

Çağdaş romanda İstanbul temsillerini incelediği Tales of Istanbul in Contemporary Fiction (2011) adlı doktora tezi, Edwin Mellen Press tarafından yayımlandı. Victorian Murderesses: The Politics of Female Violence (Cambridge Scholars, 2016) başlıklı kitabı, 19. yüzyıl İngiliz romanlarında kadın katillere odaklanır ve kadınların ekonomik ve kanuni hakları olmadığı için şiddete başvurduğunu savunur.

Amerikalı, İngiliz, Türk yazarlar (Elif Şafak, Julia Kristeva, Orhan Pamuk, A. S. Byatt, Edith Wharton, Elizabeth Gaskell, Erendiz Atasü, Theresa Cha, Martin Amis) üzerine yazdığı makaleler, uluslararası akademik dergilerde yer aldı. Boğaziçi Üniversitesinde roman, tiyatro, edebiyat teorisi dersleri veren Bulamur, feminizm, oryantalizm ve kültürel çalışmalar ışığında kitap, film, dizi eleştirileri yazıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Uzak Şehir neden uzak?

Tarihi konaklarda zengin bir hayat sürme ve kanunsuz bir dünyada kan bağı tanımayan aşklar yaşama hayallerini dolaylı olarak tatmin ediyor. Çok kültürlü Mardin’i aşirete indirgeyen Uzak Şehir bana uzak

Kardeşliğe açan Kızıl Goncalar

Kızıl Goncalar, diğer renkleri bastıracak kızıllıkta değil. Öfke ve tutkunun kızıllığında açacak çiçekler ile Leventlerin ve Meryemlerin birbirlerini anlamaya çalıştığı bir toplum hayaline tutunuyoruz

Ankara’yı unutan Annem Ankara

Annem Ankara’da ülkenin ve karakterlerin tarihi bütünleşmemiş. Dizi günümüzde geçseydi sette kullanılan teknoloji değişirdi ama hikâye baki kalabilirdi. Şehrin ve tarihin ruhu diziye geçmedikten sonra biz karakterlerin başına gelen talihsiz olayları neden önemseyelim?

"
"