29 Eylül 2024

Faruk, kameranın gölgesinde bir baba kız ilişkisi

Gerçek ve kurguyu buluşturan film, bizi toplumsal duyarsızlığımızla yüzleştirir. Yönetmen, kendi aile tarihini hikâyeleştirirken evsizliğimizi de başarıyla resmetmiş

Faruk filminden bir kare

Filmdeki Faruk ve kızı Aslı’nın, Faruk’un yönetmeni Aslı Özge ve 90 yaşlarındaki babası olduğunu düşünebilir miyiz? Biyografi ve kurgu ayrılmaz bir ikilidir. Senaryosunu yazıp yönettiğimiz kendi hayatımız olsa bile yarattığımız karakterler bizden bağımsızdır. Filmdeki Faruk ve Aslı, gerçek hayattaki baba kız ile birebir örtüşmez.

Açılış sahnesinde yönetmenin “Kameranın gölgesi mi var?” sorusu, filmin kurgusallığını vurgular. Ekranda gördüğümüz kaydet butonu ve çekim süresi, film içinde bir film izlediğimizin göstergesidir. Yönetmen, ayakta dikilip kameraya bakan Faruk’a, “Bir dakika baba gölge var. Şimdi gitti” dese de gerçekle aramızdaki gölge hiç gitmez. Biz kameraların gölge düşürdüğü bir baba kız ilişkisi izleriz.

İlk sahneyi sıra dışı kılan, Faruk’un sadece mavi şortuyla kameranın karşısında dikilmesidir. Arkasındaki duvar takviminde ise Marilyn Monroe, straplez elbisesiyle pastanın mumlarını üflerken poz verir. Yaşlıların çıplaklığı ve cinsel arzusu tabudur. Oysa Faruk, televizyonda kadınların pornografik danslarını izler. Rüyasında, evinde çıplak bir kadın vardır. Tam hayalindeki kadınla baş başa kalacakken Aslı, “Kestik” der. “Aslı, daha yeni başladık ne çabuk bitirdin” diye söylenir Faruk. Yönetmen, ne kadar Faruk’un fantezilerini kesse de bir yaştan sonra yok sayılan tutkuyu görünür kılar.

90’larında birinin değil cinsel kimliği, akli dengesi bile olmadığı düşünülür. İstanbul’da oturduğu evin yıkılıp yeniden yapılmasına sıcak bakmayan Faruk’un sözlerine güvenilmez. Hafızası yerinde ve her işini kendi gören Faruk’tan “akıl sağlığı yerinde testi” istenir. Müteahhitlik firmasıyla yapılacak anlaşmayı engellememesi için onu çocuk gibi yönetmeye çalışırlar.

MUBİ’de izlediğim filmin ismi Faruk olsa da Faruk’un adı yok. Modern apartman isteyen komşuların da yeni filmi için maddi kaynak arayan kızının da tek derdi ona söz geçirip hayallerine kavuşmak. Faruk, vekaletini kızına devredince kendisinden de yalnızlığını paylaştığı evinden de vazgeçer.

İstanbul’un kalabalığında bireyin yalnızlığı çok güzel resmedilmiş. Karısı öldükten sonra Faruk, tek başına yaşar. Yurtdışında yaşayan kızı, sadece finansal dertlerinden yakınmak için babasını arar. Apartmanın yıkım sürecinde taşındığı kiralık evde ise tek konuştuğu kişi apartman görevlisidir.

Kapısını tek çalan bir hırsız. Yardıma muhtaç çocuklar için para topladığını söyleyen bir genç, Faruk’un telefonunu çalar. Hırsıza bıraktığı mesajda, “Telefonunu çaldırdı demesinler” sözü çok hazin. Aklından şüphe edilmesin diye bir hırsıza kandığını kimseye söylemez. Azarlanmaktan korktuğu için gerçeği saklayan bir çocuk gibidir Faruk.

Metroda ölmüş birinin saatlerce fark edilmemiş olması da toplumsal umursamazlığımızın bir göstergesi. “65 yaş üstü bedava seyahat ediyor ya öyle gidip geliyor” zannederler. Maktulün telefonu ve cüzdanı çalınır. “Bir kişi bile bu adam ölü mü diri mi?” diye merak etmez.

Kentsel dönüşüm aslında bir kültürel dönüşümün sembolü. Yıkılan binalar ile toplumsal hafıza silinir. Faruk’un evindeki biblolar, duvar takvimi, televizyonda izlediği yılbaşı eğlenceleri ve okuduğu gazeteler ile yaşadığımız kültürel değişime şahit oluruz. Komşuları yeni kafeler açılacak diye sevinse de Faruk yeniden yapılandırılacak mahallede belki de hiç yaşamamışçasına unutulacak.

Bir müteahhitlik firmasının adının Meteor olması, âdeta bir felaketin habercisi. Bir karakterin, “Bu ülkede ya depremden ya bina yapımında gideceğiz.” endişesini hatırlatır. Son sahnede gördüğümüz buldozer, şantiye, sanki gözümüze girecek toz ve yapı malzemeleri ile komşuların “yeni ev yeni bir sayfa” sloganı anlamsızlaşır.

[Spoiler içerir.]

Aslı Özge’nin, gerçekten babasının evini habersiz satıp satmadığı önemli mi? Bence değil. Menfaat uğruna ebeveynlerini yok sayanlar aramızda. Gerçek ve kurguyu buluşturan film, bizi toplumsal duyarsızlığımızla yüzleştirir. Müzikler ise hüzün duygusuna eşlik eder. Yönetmen, kendi aile tarihini hikâyeleştirirken evsizliğimizi de başarıyla resmetmiş.

Naz Bulamur kimdir?

Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden mezun oldu ve Yeditepe Üniversitesinde İngiliz Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptı. University of Wisconsin-Milwaukee'de Edebiyat Çalışmaları dalında doktorasını tamamladıktan sonra akademik kariyerine Boğaziçi'nde başladı.

Çağdaş romanda İstanbul temsillerini incelediği Tales of Istanbul in Contemporary Fiction (2011) adlı doktora tezi, Edwin Mellen Press tarafından yayımlandı. Victorian Murderesses: The Politics of Female Violence (Cambridge Scholars, 2016) başlıklı kitabı, 19. yüzyıl İngiliz romanlarında kadın katillere odaklanır ve kadınların ekonomik ve kanuni hakları olmadığı için şiddete başvurduğunu savunur.

Amerikalı, İngiliz, Türk yazarlar (Elif Şafak, Julia Kristeva, Orhan Pamuk, A. S. Byatt, Edith Wharton, Elizabeth Gaskell, Erendiz Atasü, Theresa Cha, Martin Amis) üzerine yazdığı makaleler, uluslararası akademik dergilerde yer aldı. Boğaziçi Üniversitesinde roman, tiyatro, edebiyat teorisi dersleri veren Bulamur, feminizm, oryantalizm ve kültürel çalışmalar ışığında kitap, film, dizi eleştirileri yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Dr. Mürüvet Esra Yıldırım ile yılın metni adayı Selmin Zeki Hanım üzerine

"'Hasta adam' Avrupa tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine yakıştırılmış bir ifade. Selmin Hanım da 'hasta adam'ın kızı olarak Osmanlı’nın tüm hastalıklarını kendinde taşıyor. Aslında çağdaşı olan herkes bu hastalıktan payına düşeni alıyor diyebiliriz çünkü o dönem hep kesintilerden, 'yarım'lardan oluşuyor"

Sevgilim Kaç, cinsiyetçi klişelerden kaçan bir yapboz

6 bölüm ve epiloğuyla hikâyeyi ters düz eden kurgu, şiddeti cinsiyetleştirdiğimizi yüzümüze vuruyor

Rüzgârlı şehrin Emily'si Paris'te esiyor

Fransa'ya ışık saçan Emily, aydın ve modern Amerika'nın yüzüdür

"
"