09 Şubat 2025

Babygirl ile yeniden doğan Ibsen’in Bir Bebek Evi

Bir Bebek Evi’nin ve Babygirl’ün senaryosunda yılbaşı ağacı olması tesadüf olmamalı. Birbirlerinden bir buçuk asır uzak olsalar da Nora ve Romy yeniden doğuş ümidine tutunur. Cinsiyet rollerinin yeniden yazıldığı bir başlangıç hayalini kuran iki kadın arasındaki tarihsel mesafe yılbaşında aşılır

Babygirl filminden bir kare

Norveçli yazar Henrik Ibsen’in Bir Bebek Evi (1879) oyunundaki Nora, evliliğinde bir süs bebektir. Torvald karısına; fazla şeker yeme, dikkatli otur, hızlı dans etme diyerek emirler yağdırır. Kızı gibi gördüğü karısının yiyeceklerinden kıyafetlerine kadar karışan bir otorite figürüdür. Nora, onu “tatlı küçük kız” diyerek küçümseyen eşine sonunda başkaldırır ve evin kapısını çarpıp çıkarak özgürlüğünü ilan eder. 

Bir Bebek Evi’nin itaatkâr ev kadınının aksine Romy, namıdiğer Babygirl, bir robotik firmasının en üst düzey yöneticisi. Çalışanları da ailesi de emrine amade. Ibsen’in savunduğu ekonomik özgürlüğe kavuşmuş. Oysa yönetmen Halina Reijn, mutluluğun başarıya indirgenemeyeceğini gösteriyor. New Yorklu patroniçenin hayatında ne eksik? 19. yüzyıldan bugüne Evin Meleği olarak görülen kadınlara yakıştırılmayan cinsel tatmin.

Bir Bebek Evi oyunundan bir kare

İşte ve evde baskın Romy’nin (Nicole Kidman) fantezisi, Nora gibi partneri tarafından emredilmek. Fakat 19. yüzyıl tiyatrosu ile film arasındaki fark, Romy’nin hükmedilme senaryosunu kendisi yazıp oynaması. Şirketteki genç stajyer Samuel (Harris Dickinson) karşısında itaatkâr bir köpeğe dönüştüğünü düşünsek de aslında oyunu kuran ve rolleri dağıtan hep kendisi. Bir kız çocuğu muamelesi gören Nora’nın aksine Romy bilerek ve isteyerek Samuel’in Babygirl’ü olur. Ve hiçbir fantezi, kadının CEO ve erkeğin bir stajyer olduğu gerçeğini değiştirmez.

Bir Bebek Evi’nin ve Babygirl’ün senaryosunda yılbaşı ağacı olması tesadüf olmamalı. Birbirlerinden bir buçuk asır uzak olsalar da Nora ve Romy yeniden doğuş ümidine tutunur. Cinsiyet rollerinin yeniden yazıldığı bir başlangıç hayalini kuran iki kadın arasındaki tarihsel mesafe yılbaşında aşılır.

Filmde de oyunda da İtalya’nın Tarantella halk dansını izleriz. Tarantula örümceğinin zehrini dansla atılabileceğine inanılırdı. Nora ise evdeki tutsaklığından Tarantella ile kurtulur. Yüksek tempolu müziğe kendini kaptırıp çılgınca dans ettiğinde zarafet ve uysallıkla özdeşleştirilen cinsiyet rollerine başkaldırır. Torvald, karısının “histerik” figürlerine müdahale etse de kendisini “egzotik” Nora’nın gizli aşığı olarak hayal eder.

Babygirl filminden bir kare

Filmde Tarantella dansını Romy’nin kızı Nora’dan izlesek de toplumun zincirlerini kıran anne. Filmin açılışında gördüğümüz kara kalem resimdeki kadının saçları topludur. Romy’nin de yapılı saçları, bir barda çalışan Samuel’i görmeye gittiğinde dağınıktır. Tarantella dansı yapan Nora gibi Romy de kontrolü bırakmış. Ve oyunun aksine filmde fantezi kuran erkek değil kadın.

Romy’nin kocası, Ibsen’in Hedda Gabler (1890) oyununu Broadway’de sahneleyecek olsa da asıl tiyatronun kendi evinde oynandığını fark etmez. Evliliğinde hiç tatmin olmamış Hedda’nın kendi karısı olduğunu göremez. Yönetmenin (Antonio Banderas) körlüğü, karısına olan dokunuşuna yansımış. Kocasından adeta tiksinen Romy’nin buhranını biz de hissediyoruz. Fakat Hedda’nın aksine kendisini öldürmek yerine olduğu gibi kabul eder.

Ibsen referanslarıyla örülü film, geçmişte yazılan bir tiyatro eserinin günümüze nasıl taşınabileceği dersini veriyor. Üniversite öğrenciliğimden beri izlediğim Ibsen oyunları, orijinal esere pek bir katkıda bulunmaz. Ezberlenmiş repliklerden ibaret oyunlar, yeni bir bakış açısı sunamaz. Oysa Babygirl, Ibsen’in eserlerine 21. yüzyıl New York’unda hayat vermiş.  

[Spoiler içerir.]

Neden Babygirl’den bir aşk filmi olarak bahsediyoruz? Bir kadının cinselliğini aşkla bağdaştırdığımız için. Oysa Romy, macera yaşadığı stajyeri bir süre sonra Kore’ye gönderir. Giden sevgilinin ardından ağlayıp sızlanmaz. “Romy kocasından ayrılacak mı? Havalimanına yetişip Samuel’e ‘gitme’ diyecek mi?” gibi sorularla mutluluğu aşkta arayan izleyiciler için değil Babygirl.

Film, beyaz ve zengin bir Amerikalı kadının fantezilerinin peşinde koşabileceğini vurgular. Romy’nin terfi hayalleriyle oyaladığı siyahi yardımcısının böyle bir lüksü yoktur. Esme, hak ettiği mevkide çalışmak uğruna müdürünü, onun yasak ilişkisini ifşa etmekle tehdit eder. Şantaj yapmasaydı çalışanlarının neredeyse hepsinin beyaz olduğu bir şirkette yükselebilir miydi?

Filmdeki güç dinamiklerinin yarattığı buhran, New York’un sisli puslu havasıyla başarıyla resmedilmiş. Bir gökdelende yer alan şirketin çatısında ya da balkonunda buluşan sevgililer ile sanki biz de eşikteyiz.

Ibsen’in 19. yüzyılda estirdiği feminist rüzgarları günümüz New York’una taşıyan Babygirl’ü izleyin.

Naz Bulamur kimdir?

Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden mezun oldu ve Yeditepe Üniversitesinde İngiliz Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptı. University of Wisconsin-Milwaukee'de Edebiyat Çalışmaları dalında doktorasını tamamladıktan sonra akademik kariyerine Boğaziçi'nde başladı.

Çağdaş romanda İstanbul temsillerini incelediği Tales of Istanbul in Contemporary Fiction (2011) adlı doktora tezi, Edwin Mellen Press tarafından yayımlandı. Victorian Murderesses: The Politics of Female Violence (Cambridge Scholars, 2016) başlıklı kitabı, 19. yüzyıl İngiliz romanlarında kadın katillere odaklanır ve kadınların ekonomik ve kanuni hakları olmadığı için şiddete başvurduğunu savunur.

Amerikalı, İngiliz, Türk yazarlar (Elif Şafak, Julia Kristeva, Orhan Pamuk, A. S. Byatt, Edith Wharton, Elizabeth Gaskell, Erendiz Atasü, Theresa Cha, Martin Amis) üzerine yazdığı makaleler, uluslararası akademik dergilerde yer aldı. Boğaziçi Üniversitesinde roman, tiyatro, edebiyat teorisi dersleri veren Bulamur, feminizm, oryantalizm ve kültürel çalışmalar ışığında kitap, film, dizi eleştirileri yazıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Fındıkkıran izlerken telefonda alışveriş “keyfi”

Çocuklarımızın ekrana bağımlı olduğundan hayıflanırız. Oysa küçüklere ekran aşkını, gözlerini kayan imgelerden ayıramayan aileleri aşılar. Siyah beyaz çizgi filmleri hatırlayan ve ödevlerini kağıt kalem ile hazırlayan jenerasyonum, ne ara sanal dünyaya kapıldı?

Gassal, kuru fasulye ve arabesk

Dizi bir gassala başrol vererek belki de bir ilke imza atmış olsa da melodram hep baki

Uzak Şehir neden uzak?

Tarihi konaklarda zengin bir hayat sürme ve kanunsuz bir dünyada kan bağı tanımayan aşklar yaşama hayallerini dolaylı olarak tatmin ediyor. Çok kültürlü Mardin’i aşirete indirgeyen Uzak Şehir bana uzak

"
"