21 Temmuz 2019

Papatya ülkesi, lolipop ve bizim çocuklar

İktidarı, özgürlüğü, devleti, hiyerarşiyi sorgulatmayan eğitim, sisteme yeni köleler üretmekten başkaca bir işe yaramıyor. Farklılıkların değerini, insan haklarını, sivil mücadeleyi, yanyana durmayı öğretemeyen eğitim, filleri semirtip, çimenleri toprağın altına gömüyor

Milli Eğitim Bakanlığı’nın Türkiye genelinde 81 ilde gerçekleştirdiği Akademik Becerilerin İzlenmesi ve Değerlendirme (ABİDE) çalışmasının sonuçları geçtiğimiz hafta yayınlandı. Veriler PISA sonuçları ile benzerlik gösteriyor. Özellikle okuduğunu anlama konusunda durum vahim. Bu, aslında çocuklarımız okumuyor demek ve elbette ki çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmak hem okulun hem de ailenin sorumluluğu.

Çocukları erken yaşta kitapla tanıştırmak  çok önemli bir başlangıç.  En az bunun kadar önemli bir diğer husus, çocuğun anladığı kadar, “anlam” bulduğu, onu yaşamla, doğayla, evrensel değerlerle karşılaştıran metinlerle buluşturmak.

Tıpkı Silvia Roncaglia’nın yazdığı “Kral Patpat İçin Bir Lolipop” kitabı gibi… 

Bir zamanlar Papatya ülkesinde Patpat adında küçük bir prens yaşarmış. Bu prensin hayatta en sevdiği şey lolipop yemekmiş. Birbirinden lezzetli lolipopları yerken kendinden geçen küçük prens, büyüyüp kral olduğunda bile bu tutkusundan vazgeçmemiş. Tutkusu öyle bir yere varmış ki, ülkenin dört bir yanına haber salarak dünyanın en güzel lolipopunu yemek üzere bir yarışma düzenlemiş. Elbette ülkedeki aşçılar hummalı bir hazırlığa girişmişler. Tıpkı yetenekli, aynı zamanda öfkeli ve cimri aşçı Boris Vanilya gibi. Boris, en lezzetli lolipopu hazırlarken etrafına saçtığı öfkeyle tüm yardımcılarını kovmuş ve oğlu Lino’nun yardımıyla dev bir lolipop yapmış. Eseriyle övünen ama aynı zamanda nasıl koruyacağını da bilemeyen Boris, lolipopu kocaman bir vagona kilitleyerek, oğluna nöbet görevini vermiş. Cömert Lino, gece boyunca gelen Papatya halkının isteklerini kıramamış ve lolipopun tadına bakmalarına izin vermiş. Ertesi gün kralın huzuruna çıktıklarında dev sopanın ucunda minicik kalan lolipopu gören Boris’in şaşkınlığı kral lolipopu tadınca ve “bu tattığım lolipopların en güzeli” deyince bir anda sevince dönüşmüş.  

 Peki neymiş bu lolipopu tatların en güzeli yapan? Yazar şöyle diyor:  

“O anda krala, gerçekten de yaratılmış en güzel tatların özünü tadıyormuş gibi geldi. Yeşiller içindeki Rita’ın, sarılar içindeki Gino’nun, kırmızı giysisiyle Gegia’nın ve koyu renk örgüleriyle Fabrizia’nın, Billy’nin ve en tatlı, en güzel kokulu halkayı oluşturan Papatya’nın tüm yurttaşlarının olduğu gökkuşağının bütün renklerini görmüş gibi oldu. Çünkü bu az miktardaki lolipopa krallığındaki her insanın rengi, zevki ve hoş kokusu sıkıştırılmıştı

Ne güzel mesajlar değil mi? Kitap, 5,6,7 yaş aralığına önerilmiş ama ben hem çocuklara, hem yetişkinlere öneriyorum. Bazen ciltlerce kitabın anlatamadığını minicik bir çocuk kitabı anlatabiliyor.  


Okuma ile bağlantılı ve çokça karşımıza çıkan bir soruyla devam edelim: Eğitim neye yarar? Ucundan tutup çekiştireni de çok. PISA diyoruz, ABİDE diyoruz, dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Üniversite tercihi yapacak öğrencilere tavsiyeler veriyoruz bir yandan. Bir üniversite öğrencisi staj yaptığı yerde günde 20 saat çalıştırılıp hayatını kaybediyor. Akademisyenler yargılanıyor, işini kaybediyor. Çocukların yaz tatillerini verimli geçirmesi için kamplar, çalışmalar, atölyeler öneriyoruz. Bir yandan da iki çocuk yaz tatilinde mayına basarak bu dünyadan göçüyor. Eşcinseller, travestiler öldürülüyor, dışlanıyor, yok sayılıyor. KADEM “eşcinsellik sapkınlıktır” açıklaması yapıyor.


Sahi eğitim neye yarar? Aklıma Bertolt Brecht’in şu dizeleri geliyor: 

“İyilik neye yarar, 
Öldürülürse iyiler çarçabuk, 
Ya da iyilik görenler? 
Özgürlük neye yarar, 
Yaşarsa bir arada  Özgürlerle tutsaklar? 
Akılsız olmak madem ekmek sağlar herkese, 
Akıl neye yarar?”

Bu gibi soruların peşinden koşturmayan eğitim, hayata değmiyor. İktidarı, özgürlüğü, devleti, hiyerarşiyi sorgulatmayan eğitim, sisteme yeni köleler üretmekten başkaca bir işe yaramıyor. Farklılıkların değerini, insan haklarını, sivil mücadeleyi, yanyana durmayı öğretemeyen eğitim, filleri semirtip, çimenleri toprağın altına gömüyor. İşte tam da bu yüzden okumanın bir idrak,  kavrayış süreci de olduğunu; eleştirel bir zihin sürecini çalıştırması, yani bireyi zorlaması, kafasını karıştırması, yeni sorular sordurmasının gerekliliğini aklımızdan çıkarmayalım.

 Brecht şiirine şöyle devam ediyor:

“İyi insan olacağınıza, 
Öyle bir yere götürün ki dünyayı, 
İyilik beklenmesin! 

Özgür insan olacağınıza, 
Öyle bir yere götürün ki dünyayı, 
Kavuşsun özgürlüğe herkes, 
Özgürlük sevgisi geçersiz olsun! 

Akıllı insan olacağınıza, 
Öyle bir yere götürün ki dünyayı, 
Akılsızlık zararlı olsun!”
 

Demek ki soruların peşinden koşmak, aynı zamanda sorumluluk almayı gerektiriyor. Bir çocuk kitabında tadına baktığımız gökkuşağından, Brecht’in yüzümüze tuttuğu insanlığın aynasına uzanan yolda  çocuklarımıza eşlik etmek boynumuzun borcu!..

Yazarın Diğer Yazıları

Kehanetlere hükmeden, güçlü kız çocukları

Hem özellikle matematik, fen gibi alanlarda kız çocuklarından beklentimizi düşük tutuyor ve önlerine engeller koyuyoruz, hem de bu beklenti düşüklüğü onların mücadele etme, bir adım öteye gitme cesaretlerini kırıp bir kısır döngü içinde kaybolmalarına neden oluyor

Şimdi tatil, salın küçük kara balıkları özgürlüğe!

Projenin adı, "Dinimi Seviyorum, Öğreniyorum" ve müftülük eğitmenlerinin anaokullarını ziyaret ederek çocuklara din eğitimi vermesi şeklinde planlanmış. Hedef kitle 4-6 yaş! Bu yaş çocuklarına bu tür eğitimlerin verilmesi ne pedagojik ne de etik açıdan doğru

Eğitim: Bizim küçük umutlarımız

Öğretmenliğin birçok sorumluluğu var. Ben umutlu olmanın da bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Öğrencilerimize daha iyi bir ülke ve dünya için umutlu olmanın değerini göstermek lazım