22 Şubat 2023

Yalnızca içteki yakındır, başka her şey uzak

Nasıl ki acımız ortak, iyileşmemiz de ortak olacak. Çoğunluk iyileştikçe toplumsal iyileşme gelecek ve kabullenmemiz gerek ki bu zaman alacak. O zamana kadar sıkıca sarılacağız birbirimize ve içimize... O zamana kadar gittiğimiz uzak bize uzak, kaçtığımız uzak bize yakın ve içimizde olacak

Yalnızca içteki yakındır, başka her şey uzak.

Rilke, Die Insel

Yalnızlık insanın çevresinde insan olmaması demek değildir.
İnsan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı
ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere
sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder.

Carl Gustav Jung 

Gönül isterdi ki, deprem bölgesinde olayım, size oradan görüşlerimi yazayım, röportajlar yapayım, insanlara sarılayım, "yalnız değilsiniz" diyebileyim. Ama değilim. "Göç Öyküleri" köşesinin okuru birçok kişi gibi, memleketimden kilometrelerce uzaktayım. İnsanların duygularını belli etmediği, bunun neredeyse ayıplandığı bir şehirde benim işim duygu yazmak. Tahmin edersiniz ki, bazen yalnızlık hissi büyük oluyor.  

6 Şubat günü deprem haberini aldığımızdan beri -ki buna sadece deprem denemez, depremle ortaya çıkan kayıplar, felaketler ve ihmaller zinciri diyelim- biz göçmenlerin kalem gibi ortadan ikiye kırıldığını biliyorum. Sanki fay hattı bedenimizin tam ortasından, kırarak geçti gitti. Bir tarafımız yas, keder ve isyanda, diğer tarafımız ise bulunduğumuz ülkelerdeki normal akıp giden hayata ayak uydurmaya çalışmakta... Bizim normalimiz kalmamışken, normale ayak uydurmaya çalışmak ne sonuçsuz bir çaba. Ama mecburuz.

Çoğumuz bekledik ki iş yerlerimiz bir başsağlığı mesajı yollasın, ailen arkadaşların nasıl diye sorsun, en azından birkaç gün yasımızı yaşamamız için izin verilsin. Bunları yapan iş yerleri eminim oldu ama yapmayanlar da çoktu. Çünkü Batı kültüründe "Ailem arkadaşlarım iyi ama ben iyi değilim"in bir karşılığı yok. Gerçekten anlayamıyorlar. Bilmiyorlar ki, dünyanın farklı yerlerinde yaşasalar da, kökleri Türkiye olan milyonlarca insanın beyni birbirine görünmeyen kablolarla bağlı ve kalbimiz tek atıyor. Bu büyük canlı organizmanın içinde büyük bir felaket olduğunda hepimiz hastalanıyoruz. Batılılar kolektif acının ne olduğunu bilmiyor, onlar bireysellik derdinde.

Kolektif acıyı yaşıyor ama acıyla başa çıkmayı bilmiyoruz 

Kardeşimle bu konuyu konuşurken üzerine güzel bir tespit yapıyor: "Doğulu bir toplumun bireyleri olarak ortak acıyı hissediyoruz, yaşıyoruz ama Türkiye'nin Batı tarafında büyüyen ve ailelerimiz tarafından Batılı gibi yetiştirilen insanlar olarak, Doğu toplumlarındaki gibi acıyla başa çıkma yöntemlerini ve ritüellerini bilmiyoruz." diyor. Aklıma babaannemin "Acısı üstünde kalsın" lafı geliyor. Babaannem bu lafı "Başkalarının acılarına haddinden fazla üzülürsen, o acı gelir seni bulur." anlamında söylerdi. Böyle büyüdük biz. Hayatta her şeyin insan için olduğunu kabullenmek, acıyı tenis topu gibi karşılayıp, tüm gücümüzle rakete vurup, onu karşı tarafa savurmak ve hayata devam etmek öğretildi bize. Acı karşısında çığlık çığlığa ağlamak, saç baş yolmak, dövünmek ayıp, abartılı tepkiler, hatta ölüye saygısızlık gibi sunuldu. Peki öyleyse birçoğumuzun niye çığlık atası, haksızlıklar karşısında saçımızı başımızı yolası, bağıra bağıra ağlayası var. Top geldi son hızla böğrümüze çarptı ve bizi yere serdi. Hayata devam edemiyoruz bu sefer. 

Bizim halk olarak, bizden başka kimimiz var

Babaannem yaşasaydı bu olaylar hakkında "Acısı üstünde kalsın" demezdi elbette. Çünkü bu bir kişinin değil, onbinlerce kişinin ölümü, bir kişinin travması değil, milyonların travması, doğal afet değil, göz göre göre gelen doğal cinayet, bir değil on şehrin neredeyse dümdüz olması, tarihi ve kültürel mirasımızın kaybı, bilime kulak tıkamanın vebali, insanlara saatler boyunca yardım ulaşamamasının çaresizliği, iletişimi sağlamak yerine sosyal medya yasağı ile iletişimi aksatmak, ihmaller zinciri, sahtekârlık, dolandırıcılık, hırsızlık, takipsizlik, üç kuruş rant için eline kana bulayanlara karşı duyulan tiksinti, yüzsüzlük, pişkinlik, riyakarlık, organizasyonsuzluk, plansızlık, koca bir halkı kaderine terk etmek, güvenliklerini sağlayamamak, işlerine geleni duyamayınca onları susturmak, yalnız ve sahipsiz bırakmak, nefessiz bırakmak bu! "Bizim halk olarak, bizden başka kimimiz var?" dedirten bir acı bu! Bizler, bu ülkenin insanları olarak başımıza bunların nasıl geldiğini anlamakta zorlanıyoruz! El, nasıl anlasın derdimizi!

Beynimiz görünmez kablolarla birbirine bağlı

"Bizim bizden başka kimimiz var?" derken ortak duygularımızın, yaşadığımız ülkelerdeki işverenlerimiz ve arkadaşlarımız tarafından anlaşılmasının zorluğundan bahsediyorum. Yoksa Türkiye'ye yardım eden 102 ülkeye, sahada çalışan 88 kurtarma ekibinde yer alan herkese tek tek sarılasım, kendi dillerinde teşekkür edesim var. En çok da halkımıza... Güzel ülkemin, güzel insanlarının dayanışmasına... İnsan üstü bir güçle her türlü yardımı toplayan, kategorize edip kolileyen, ulaştıran, dağıtan, arama kurtarma çalışmalarında yer alan herkese kalpten sarılıyorum. "Bizim beynimiz birbirine görünmez kablolarla bağlı, kalbimiz tek" diye boşuna demiyorum.

Kaçınız kaçarak gitti?

Neden göçtük biz? Daha iyi yaşam koşulları, eğitim, iş olanakları, fikirlerimizi korkmadan beyan edebileceğimiz demokratik bir ortamda yaşayalım diye... Peki kaç kişi bilerek ya da bilmeyerek ülkenin acılarından kaçtı? Dünyanın çeşitli ülkelerine göçmüş milyonlarca Türkiyeli'nin kaçı kaçarak gitti? Bakın, çok acı bu soruyu sormak... Ama soruyorum. 80 Darbesi mi, Varto, Erzincan, Van, Gölcük Depremleri mi, insanlarımızı diri diri yaktığımız Sivas Katliamı mı, terör nedeniyle orada burada patlayan bombalar mı, fikir özgürlüğü mü, karanfil uzatanların suratına gaz sıkılan Gezi Parkı olayları mı, faili meçhul cinayetler mi, dünyanın en verimli topraklarında imkansızlıklar nedeniyle misafir işçi programlarıyla bilmedikleri ülkelerin, bilmedikleri dillerinde yeni yaşam kurmak zorunda bırakılmak mı, inançları, yaşam şekilleri, kıyafet tercihleri, cinsel yönelimleri yüzünden ayrımcılığa uğramak mı.... Bu liste uzayıp gideceği için üç nokta koyup bırakıyorum ve "Hangisi?" diye soruyorum. Çünkü biliyorum ki her göç bir buzdağı. Görünen kısmında "Daha iyi yaşam koşulları" görünmeyen kısmında "Toplumsal travmalar" var.  

Bedenle kalbin arafında kalmışız

Hangisi olduğunun da aslında bir önemi yok. Çünkü 6 Şubat 2023 sabahı anladık ki, biz hiçbir yere kaçamamışız. Ne oradayız, ne burada. Bedenle kalbin arafında kalmışız. "Yalnızca içteki yakındır, başka her şey uzak." demiş Rilke. Burada kastedilen iç, kendimiz, kendi içimiz. Benim içim kalabalık bu ara. Milyonlarca insanımızın acılarıyla dolu. Belki normale dönemeyeceğiz ama hep birlikte ve zamana yayarak, yıkılan şehirlerimizi tek tek ve deprem yönetmeliğine uygun bir şekilde tekrar inşa ederek, yıkılan tarihi binalarımızı aslına uygun renove ederek, bu felaketin her kademedeki sorumlulularının cezasız kalmadığını görerek, hem dünyevi hem ilahi adalete tekrar inanarak, depremi yaşayan ve travmatize olan halka psikolojik destek sağlayarak, kayıplarımızı unutmayarak, sanatla, müzikle, iyilikle, dayanışmayla iyileşeceğiz. Nasıl ki acımız ortak, iyileşmemiz de ortak olacak. Çoğunluk iyileştikçe toplumsal iyileşme gelecek ve kabullenmemiz gerek ki bu zaman alacak. O zamana kadar sıkıca sarılacağız birbirimize ve içimize... O zamana kadar gittiğimiz uzak bize uzak, kaçtığımız uzak bize yakın, içimizde olacak.

Ortak çığlığımızı Karsu atıyor

Atamadığım ve günlerdir boğazımda takılı kalan çığlığa gelince... Onu da hepimiz adına, Hollanda'da depremzedelere yardım amacıyla düzenlenen ve iki saatlik ortak yayında 89 milyon Euro bağış toplanan gecede Karsu Dönmez atıyor. Karsu'nun ailesi 1980 darbesinden sonra Hatay'ın Karsu Köyü'nden Hollanda'ya göç ediyor. Karsu Amsterdam'da doğup büyüyor. Babasının restoranında hem garsonluk yapıp, hem şarkı söylerken keşfediliyor. Bu felakette ailesinden 10 kişiyi kaybediyor. Karsu'nun "Neredesin Sen"i söylerken yaktığı ağıt, kalbimizi yakıp geçiyor, dünyanın etrafını birkaç kez dolaşıp, uzay boşluğunda asılı kalıyor. Ve hep orada kalacak. Unutmayalım diye.

Karsu ile 2021 yılında yaptığım röportajı okumak isterseniz, tıklayın.

Ayşe Acar kimdir?

Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı. 

Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu. 

Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü. 

Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı. 

Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı. 

2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu. 

Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Bize çok güzel bir hayat verdin Mişka

Bu yazıyı devlet tarafından katli vacib görüldüğü için, Gebze’de ve ülkenin çeşitli yerlerinde hunharca öldürülen dört ayaklı masum canlara ve Mişka’ma ithaf ediyorum. Eğer o canlara bir fırsat verilseydi, bir evin Mişka’sı olup, o eve koşulsuz sevgiyi öğretebilir ve insanlarına güzel bir hayat verebilirlerdi  

Dış politikalar uzmanı Ziya Meral: Yeni bir Cumhuriyet mutabakatına ihtiyacımız var

Geçtiğimiz haftaki yazımda AKP seçmeninin tercihini değişimden yana kullanması için "Daha ne olması gerekirdi?" diye bir soru sordum. Bu hafta sizden gelen cevapları derledim ve Kraliyet Birleşik Kuvvetler Enstitüsü (RUSI) ve Avrupalı Liderler Netwörkü kıdemli uzmanı akademisyen-yazar Ziya Meral ile konuştum

Daha ne olması gerekirdi?

14 Mayıs Seçimleri'nin ardından aklımda tek bir soru var. Erdoğan seçmenlerinin değişim istemesi için daha ne olması gerekirdi?

"
"