30 Ağustos 2020

Figen Şakacı, hikâyesi ile hareketin içinde!

Şakacı, hikâyesiyle feminist hareketin içinde bir yazan olarak edebiyatın bu yanını bir savunma olarak geliştirme çabasının yanında toplumun bir parçası olarak da tavrını metinlerine sirayet ettirmiş

Bir efsanedir, bunu ben de duydum; soyadıyla müsemma olduğunu Figen Şakacı'nın. Güldüren kitapların okuru düşündürmesi gerektiği de bir gerçek. Oysa yüzü gülen içi ağlayan yazanlar arasındadır benim için. Birini tanımak için verdiği mücadeleye bakanlardanım, yüzünden çok. Ne söylediği kadar neyi nasıl söylediği de bu yüzden önemli. Türk Edebiyatı'nda kendini gerçekleştirmeye doğru hızlanan feminist bir devrim söz konusu. Batıl olanı yıkmakta haklı bir ses duymak kimi mutlu etmez ki? Belki de pek yakında dünyanın bütün sokaklarında yükselecek bu 'eşitlik' diye yükselen nida. Şimdiye kadar pek çok feminist yazar manifestolarla yürüdü. Fakat teoriden pratiğe pek azı geçebildi. Kendini geçmiş yıllarda tam anlamıyla metnin dışına çıkaramayan o fırtına yağmurlar yağdırmaya başladı bile. Bugün dünyanın her yerinde halk ayaklanmalarını başlatan ve sürdüren gerçek muhalefetin kadın hareketleri olduğu gerçeğinin bir parçası. Figen Şakacı hikâyesi ile hareketin içinde! Her yazan gibi onun da kendi hayat mücadelesinin yanında bir de 'diğerleri' için bir mücadele çabası var. Ve zorlu bir mücadele veren herkes yaşamak istediği hayatı bedelini peşin ödeyerek hak eder. Bu mücadele iki şey arasında birbirlerinin varlıklarının gerekliliğini geliştirme biçimine dayalı bir mücadele. Bir yazanın kendi varlığında başkalarının da varlığını bulundurması, gözetmesi gerekliliği. Çünkü dış dünyayı unutanın dışarıda bir etkinliği yoktur. Dışarıyı geliştiren içerisi ve içeriyi genişleten de daima insanın kendisi ve geçmiş bilgisiyle gelişen geleceğe şekil verme isteğidir. Bu isteği harekete geçirebilmek için yazan birinin içinde insana dair bir sorumluluk olmalı, yoksa yazmak ne işe yarar ki? Figen Şakacı, bir direnç veren… Direnç sadece bir kavram ya da elektronik bir aksam değildir. Adına uygun eylemi yerine getiren bir şeydir. Nerede nasıl kullanılırsa kullanılsın, olması gereken dengeyi kuran, sağlayan ve sürekliliğini sağlamlaştıran bir şeydir. Bir etkileşim biçimi olarak örgütlenmenin de bir akım olduğu ve bunu doğru iletmenin en önemli unsurudur direnç. Direncini, acıyı mizah ile mayalayan metinleriyle oluşturan bir yazan Figen Şakacı. Bir üçleme olan Bitirgen, Pala Hayriye ve Hayriye Hanım'ı Kim Çaldı? yılgınlar ve yorulanlar için yeniden başlamanın kitapları olmakla beraber bu başlamanın sıralı lokomotifleridir. 'Baş nereye ayaklar oraya' demek için yeterlidir. Her şeyden önemlisi şu ki, feminist yazarlar kadınlardan çok erkeklere yazarlar. Erkekliğin ne olduğu ve ne olmadığı konusunda… Çünkü yaraya pansuman yapmak yeni bir yaraya hazırlanmak gibi bir şeydir. Figen Şakacı feminist yaklaşımı bildiğimiz biçiminin dışında bir yaklaşımla ele alıyor ve geliştiriyor bu açıdan. Nasıl mı? Yaralanan kadar yaralayan eli de iyileştirme çabası içinde. Onun bu çabası İnsan sorumluluktur diyen Gülten Akın'ın şefkatli öğreticiliğiyle çalışıyor. Bunun için okurun bilincine yerleşiyor, çocukluğuna iniyor karakterleriyle ve esprili bir dil ile. Akıllıca ve acı olan her şeyi şekere buluyor bir nevi. Çünkü ancak omuzlara inmiş bir elin şefkati yatıştırabilir, içten içe yanan insan kalbini.

Bazı alışkanlıklar değişmedikçe o alışkanlıkların kaynağındaki arızanın düzelmeyeceğinin bilincinde. Bir olgunun ya da durumun nedenlerine inmek onun temelindeki yasaları belirlemektir. Her şeyin bir nedeni olduğu, aynı koşullarda aynı nedenlerin aynı sonuçları doğurduğu ilkesine bağlı döngüyü kıra kıra yazan bir yazar Figen Şakacı. Bir metni nitelikli bir metin yapan onun dil ile olan bütünlüğüdür. Figen Şakacı meseleye odaklanmış bir metinle karşılıyor okurunu. Metinle vücut bulan bir anlatı eğer okuruyla konuşabilmeyi başarmışsa ayrıca nitelikli bir metindir. Tam anlamıyla didaktik ve diyalektik bir dayatma içine girmeden üstelik. Hikâyeyi kendi doğal akışına bağlı olarak ortaya koyması roman içinde sıradanı önemli kılma eylemidir. Onun metinlerinde dil oyunları yok, ne çok derinlerde ne de çok yüzeyde bir anlatım biçimiyle kalem tutuyor. O sadece gördüğü şeye nasıl baktığını ifade ediyor. Bir tanık olarak hikâyesini olduğu gibi anlatıyor. Okurunu yönetmeden, yönlendirmeden… Böylece kıssadan hisse çıkarmak okurun kendisine kalıyor. Basit ve anlaşılır bir dil; sıradanın kendi olarak kalmasının kendi değerini arttırdığı gerçeğinin ne kadar önemli olduğunu öğretiyor. Ve böylece anlattığı şeylerden bağımsız uzaklığa gitmiyor bilinçsizce. Çünkü bir teori ancak bu biçimde pratiğe doğrudan geçebilir. Yazanlar arasında keşfedilmeyi bekleyen biri gibi okurun onun kendi dilini öğrenmesini bekleyen bir yazan değil, aksine okurunun kendi dilini, onun algılama biçimine indirgiyor. Okuruyla konuşmak için okurunun dilini öğrenmiş, öğreniyor. Anlaşılması güç metinler okura bir şey vermediği gibi mevcut kavramsal genişliğini de daraltabilir. Basit, sade bir dil kullanmak da kolay iş değil bu yüzden. Aksine sıra dışı bir bilinç gerektirir. Sadece yazıyor olmak yazanın kendinden çok topluma zarar vermesidir. Son günlerde kanserli bir hücre gibi çoğalan sapıkça metinlerden ibaret olan çocuk kitapları buna en iyi örnek. Bir söz söylemek uğruna toplumu ne söylediğini kendi de bilmez dehşetle şekillendirenlerden Tanrım çocuklar kadar yetişkinleri ve kendini de korusun.

Hayriye Hanım üçlemesi bir okuru olarak beni de etkilemiş bir seridir. Çocukluktan, yetişkinliğe bir tanıklık ve davalısı olmak adına yaşamın… Bu üçlemeden sonra şöyle bir şey geldi başıma. Kitaplardan başka bir dünyam olmadığı için belki de. Bazı kitaplar hayatımın büyük bir bölümünü ele geçirecek kadar güçlüydü. Hayriye Hanım üçlemesi böyle bir seriydi. Ve gerçek hayatımda bir gün Kuştepe'de bir evin avlusunda oturdum, konuştum ben Hayriye Hanım'la. Huysuz, tatlı ve ihtiyar bir kadın olarak çıktı karşıma. Bir yere barışmaya gitse kavga çıkaranlardan. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, yatağının başında bir beysbol sopası olmadan uyumuyordu. Bu da bir direnme biçimidir dedim o gün kendime. Toplumun esiri olmaktansa yalnız olmayı tercih etmenin bir hürriyet olduğu gerçeğiydi. Türkiye'de devletin itibarını kadın katilleri, çocuk istismarcıları kolladığı için belki de. Gücünü alenen yasadışı olandan alan kurumların ne kadar yasal olduğu hakkında pek bir şey söylemeye de gerek yok zaten. Bu dünyanın en güçlü insanı bile bir anlığına da olsa güçsüz hissedebiliyor kendini bir sabah bir akşam ajanslarda cinayet haberlerini dinlerken. Geceleri uzakta lambaları titreyen evlerde huzursuzluğun da bir devlet politikası olduğunu söyleyen kitaplardan başka hiçbir şey ayakta tutamaz insanı. Figen Şakacı bu gücü aşılayan son kitabıyla romandan öyküye geçişle sürdürüyor toplumsal eleştirisini. Eleştiri dendiğinde onu karalamak, yaralamak anlaşılır genellikle. Oysa eleştiri tavsiyeler silsilesi olmakla birlikte yeni teoriler aktarmanın bir biçimidir. Yanlış yontulmuş bir heykel olan insanın yeniden şekillendirildiği bir tezgâhtır. Keskilerin sustuğu, çekiçlerin darbeler indirmediği bir tezgâh. Ancak işinin ehli olanın başında durabildiği ve kalbiyle ve beyniyle vicdanın yakıtını ateşleyip işlediği bir gergef gibi…

Romandan öyküye geçerken de merkezdeki söyleminden vazgeçmiyor Şakacı. Ve bu kez çok daha ciddi. Yeni öykü kitabı Kesekli Tarla kızlarla babalar arasında bir kitap gibi dursa da, onun asıl muhatabı sistem ve sistem geliştiriciler. Ve bu ölümcül sistemi sessizce kabullenenler, ona direnmeyenler, onunla yüzleşmeyenler ve insan yutan bu karanlık orman gelişirken sessiz kalan anneler. Babalar ve Oğulları'nda da aynı iktidar eleştirisini görmek mümkün elbette. Ama hiçbir baba eşit tutmamıştır yeryüzünde kızlarıyla oğullarını. 'Devlet ana' denen sistemin eril bir dil kullanması asıl trans bireysel kurumun ne olduğunun göstericisidir beklide. Apolitik kitaplar ve yazanlar her zaman mide bulandırmıştır, çünkü politik olanın çocuk kitaplarına bile sirayet ettiği bu zamanlarda apolitik tavır yalakalıktan ve korkaklıktan başka bir şey değildir. Oysa yazmak cesaretin akılla bileşimidir. İktidarın bir organı olarak babalığın toplumda, evde, aile içinde temsil ettiği şeyler uğruna bir kıyımcı olmasına tepkidir. Çocuğun, ama en çok kız çocuklarının babaların sahip olduğu mülkün bir parçasıymış gibi algılamanın eleştirisi. Oysa nesnenin de bir ruhu vardır, kaybedildiğinde insanın canını sıkmaya yetecek kadar da değeri. Öte yandan bu eril şiddeti ayakta tutan kadınlar için de bir eleştiri. Figen Şakacı hikâyesiyle feminist hareketin içinde bir yazan olarak edebiyatın bu yanını bir savunma olarak geliştirme çabasının yanında toplumun bir parçası olarak da tavrını metinlerine sirayet ettirmiş. Kadına yönelik şiddetin karşıtı olarak yazılan pek çok kitapta yazarların kuru nutuklarına karşı da eleştiriler içeriyor Kesekli Tarla.

Yazarın Diğer Yazıları

Halk edebiyatı, halkın edebiyatı: Veysel’i dinliyorum, gözlerim kapalı

Veysel’i okuduktan sonra öğrenmiştim kör olduğunu. O söyledikçe sesinin tutulmuş kayıtlardan yazıya aktığını… Allah Veysel’in iki gözünü birden almış, ama yerine de görünün en hakikisini bırakmıştı. Masal gibi, masaldan gerçek!

Nazan Bekiroğlu: Yalnız olmadığımı, benim gibi hisseden insanların var olduğunu bilmek güzel ama çok kırgın, yorgunum

"Onaylayıcıların, sessiz kalmanın konforuna sığınanların çokluğundandır, tufan beklemiyorum. İnsanın evrenin efendisi olması meselesi bence, çok ağır bir dezenformasyona maruz bırakılarak tefsir edilmiş asırlar boyunca"

Dönekler, aydınlar, iktidarlar: Aklında tut bunları, unutma, sakın unutma, hatırla!

Sevginin fedakârlığa dayandığı dayanakların ortadan kalktığı, insaniyetli olmanın artık ayıplandığı, el etek öpmeyince, insan eleyen elekler tutmayınca, adaletli olan elin ayağın artık hiçbir işe yanaştırılmadığı dalalet çağına geldik, battık ve kaldık

"
"