21 Mayıs 2019

Yüksek yargı ne kadar yüksek?

Ölçüp biçip iptal kararı vermesi gereken yüksek yargıçlar 15 günde gerekçe yazamadılar

Yüksek Seçim Kurulu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerine ilişkin iptal kararının "gerekçesi"ni dün açıklayacaktı. Gün boyu bol bol vaktim olmasına rağmen Tırmık yazmaya oturmadım; gerekçeyi bekledim.

Hayır, ciddiye alınacak bir beklentim yoktu... Sadece gerekçedeki "mizah dozu"nun ölçüsünü merak ediyordum ve tadını çıkararak bir Tırmık döktürmeyi umuyordum.

Boşuna beklemişim.

Efendim, seçim için iptal oyu veren üyeler iptal kararına yeni "bir şeyler" eklemişler; ilk açıklanan kararda olmayan iddialarda bulunmuşlar, iptale red oyu veren üyeler de "muhalefet şerhleri"ni yeniden düzenlemek zorunda kalmışlar. O yüzden gerekçenin açıklanması bugüne hatta belki yarına (çarşamba) ertelenmiş(miş)...

Yav yemeyin bizi. İptal kararının üstünden tastamam 15 (evet on beş) gün geçti. Ölçüp biçip iptal kararı vermesi gereken yüksek yargıçlar 15 günde gerekçe yazamadılar.

Acaba neden?

Çoktan yazdılar da beğendiremediler mi ? "Yok beyler bu gerekçeyle kimseyi inandıramayız. Şunu oturup yeniden yazın" uyarısı mı aldılar.

Bilimeyim, bilemeyiz. Ama bu kadar kilit önemde bir konuda on beş günde bir gerekçe yazılamamasının bir sebebi olsa gerek.

Onlar adına biz mi utansak acaba?

*   *   *

Şu son cümleden "Yüksek Seçim Kurulu'nun manevi şahsiyetine hakeret edildi" diye bir sonuç çıkarırlar mı bilemem.

Umurumda da değil. Kimseye, hiç bir kuruma, hele hele ülkenin yüksek yargı kurumlarından birine hakaret etmek gibi bir niyetim elbette yok.

Ama iptal kararını ve ardından on beş günde bir gerekçe yazılmamasını sorgulama hakkım var.

Yurttaş olarak var. Seçmen olarak var. Gazeteci olarak haydi haydi var.

Dahası bu ülkenin yüksek yargı denen kurumlarında olup bitenleri sorgulama hakkım var.

Yurttaş olarak var. Gazeteci olarak haydi haydi var.

*   *   *

Gelin ülkenin "yüksek yargı"sının durumuna bir göz atalım. "Yükseği böyle ise yüksek olmayanı nasıldır acep" diyen haklı bir soruya cevap arayalım.

Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet örgütlenmesinde "yüksek yargı" diye anılan beş kurum var:

Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, Yüksek Seçim Kurulu.

Bir: Anayasa Mahkemesi.

Bu yüksek yargı kurumu, bir kaç hafta önce aralarından Cumhuriyet davasının hükümlülerinin de bulunduğu dosyaları inceledi ve tutuklamalarla ilgili "hak ihlali" iddialarını cevapladı.

Ne cevaptı ama!..

Daha önce "hak ihlali" olduğuna ilişkin Mehmet Altan hakkında verdiği kararı Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak'tan esirgedi.  Bu üç gazeteci de aynı davanın, aynı dosyanın, iddia edilen aynı "suç"un sanıkları idi. Aralarında hiç bir fark yoktu.

Birine evet, ikisine hayır.

Cumhuriyet davasında Bülent Utku, Murat Sabuncu, Akın Atalay, Ahmet Şık için hak ihlali olmadığına, Kadri Gürsel için hak ihlali olduğuna karar verdi. Bu gazetecilerin tümü de aynı davanın, aynı dosyadaki iddiaların sanıkları. Aralarında hiç ama hiç fark yok. 

Birine evet, dördüne hayır.

Eee, "Yüksek yargıdır; yüksek yargıçlardan oluşur. Herhalde bir bildikleri vardır" mı diyeceğiz?

*   *   *

İki: Yargıtay.

Ceza davalarında son ve kesin karar Yargıtay'ın yetkisinde. Bu yüksek yargı kurumunun yüksek yargıçları daha hukuk fakültesinde öğrenciyken "Geç kalan adalet adalet değildir" ilkesini öğrendiler. Meslek kıdemleri artıp artık birer "hukuk bilgesi" konumuna yükseldiklerinde bu temel ilkenin ne kadar yakıcı olduğunu meslek deneyimleriyle daha da pekiştirdiler.

Peki şu anda kimileri ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış Ahmet Altan'ın, Nazlı Ilıcak'ın, iktidarın bir intikam ve etkisizleştirme operasyonu ile hapsedilmiş Selahattin Demirtaş'ın, Gültan Kışanak'ın, hepsini saymaya kalksam bir kaç metrelik hatta kilometrelik bir Tırmık yazmam gerekecek nice sanığın dosyası Yargıtay kararını bekliyor.

Buna geciken değil, olmayan adalet desem yüksek yargının manevi şahsiyetini tahkir mi etmiş olurum?

Üç: Devletin parasal harcamalarını denetlemekle yükümlü Sayıştay'ın yetki alanının alabildiğine kısıtlandığını hatırlayın. Hatırlayamıyorsanız, İhale Yasası’nın 16 yılda tam 186 (yazıyla yüz seksen altı) kez değiştirildiğini unutmuş olamazsınız. İhale Yasası bu hale gelmişse Sayıştay hangi mali harcamaları nasıl denetleyebilir.

Buna "Sayıştay'dan ihale kaçırma tiyatrosu" desem bu yüksek yargı kurumunun manevi şahsiyetini tahkir mi etmiş olurum ?

Dört:  Ciddi ve önemli konularda Danıştay'ın kaç yürütmeyi durdurma kararı verdiğini ve bu kararların hangilerinin uygulandığını sorsam bir yüksek yargı kurumunun manevi şahsiyetini tahkir mi etmiş olurum; yoksa ona devre dışı bırakan bir devlet yönetiminden söz etsem, "tahkir" oklarını iktidara mı yöneltmiş olurum?

Ne kaldı? Yüksek Seçim Kurulu...

Hani on beş günde gerekçe yazamayan, yazdıysa da beğendiremeyen yüksek yargı kurumu. Yani geçelim.

*   *   *

YSK'dan gerekçe beklerken gelin şu boş vaktimizde "Yüksek yargı ne kadar yüksek" sorusuna cevap arayalım.

Sonra da "Yüksek yargıyı kim, neden ve nasıl bu hale getirdi" diye daha anlamlı bir soruya geçelim.

Hiç olmazsa gerekçe açıklanana kadar vakit geçirmiş oluruz...

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim