Brezilya’yı tamam ettik. Sırada Arjantin var.
Ancak Rio de Janeiro’dan uçağa binip Arjantin'in başkentine, Buenos Aires’e gitmek biraz tuzlu... Oysa Rio’dan bir saat kadar güneye uçup, Brezilya, Arjantin ve Paraguay’ın buluştuğu sınır boyuna gider; oradan otobüsle Arjantin’e geçer; sınırın hemen dibindeki havaalanından uçağa binip 2 saat kadar uçup Buenos Aires’e giderseniz epey hesaplı...
Öyle yaptık. İyi ki öyle yapmışız. Yoksa antik çağlardaki “Dünyanın yedi harikası”na karşılık, Unesco’nun seçtiği “Dünyanın yedi doğa harikası”ndan birini görme fırsatını kaçıracaktık.
Yağmur ormanlarının tam ortasında, Parana ırmağı üstünde Iguatçu (Iguatzu) çağlayanlarını (çağlayanını değil çağlayanlarını) gördük. Bu yıl yağan aşırı yağmurlar sayesinde iyiden iyiye azan Parana ırmağı üç ülkenin (Paraguay, Arjantin, Brezilya) buluştuğu noktada 80 metre yükseklikten düşüyor.
Ama ne düşüş!.. Genişliğini anlatmanın bile pek zor olduğu bir alanda 240 (evet iki yüz kırk) çağlayan dev boyutlu bir su kütlesini aşağıya düşürüyor...
Tanımlamaktan vazgeçtim. Google'a girip, Iguatcu (ya da iguatzu) yazın. Belki bir iki fotoğraf görürsünüz ve neden anlatmaktan vazgeçtiğimi anlar, bana hak verirsiniz.
* * *
Ve Buenos Aires.
Güney Amerika’nın en güzel kenti. Latin Amerika’nın kültür başkenti. Turistik broşürlerden, kent üstüne yazılmış kitaplarda hep böyle deniyor. Ama Buenos Aires’i görünce bu tanımların pek sönük, pek silik ve yetersiz kaldığını daha ilk bakışta kavrıyorsunuz...
38 milyonluk Arjantin’de 9 milyon kişiyi barındıran bir metropol, Yeşilin. Çok incelmiş bir kentleşme zevkini yansıtan binalarla, meydanlarla ve parklarla buluştuğu harikulade bir kent.
Ve...
Ve 9 milyonluk nüfusunun içinde “damsızlar” denen 3 milyon yoksulu barındıran görenin içini acıtan bir metropol. Köprülerin, otoyol altlarının sahiden de damı olmayan sefil barakalarla dolduğu, umutsuz, işsiz ve aşsız insanların kenti... (Hiç olmazsa İstanbullular gözlerinde canlandırabilsinler: Mecidiyeköy’de, Ali Sami Yen Stadyumu'nun önünden geçen otoyolun altını bir kaç kilometre uzatın ve sefil barakalarla tıklım tıklım doldurun. İşte Buenos Aires’in öteki yüzü...)
* * *
Ben bu kenti 14-15 yıl önce de geldim. Süleyman Demirel cumhurbaşkanıydı ve beraberinde gelen gazeteci tayfasının içindeydim. Resmi toplantıların hemen hepsinden sinsice ve ustaca tüymüş ve kentin neredeyse her yerini günlerce adımlamıştım.
Değişen pek az şey var. Buenos Aires hâlâ güzelliği tartışılmaz ve güzelliği kıskanılası bir kent.
14 yıl önce de kentin en merkezindeki Mayıs Anıtı'nın çevresinde oğullarını faşist cuntaya kaptırmış anneler her perşembe buluşup, bıkıp usanmadan dolanıyorlar ve “Devlet terörünün kurbanlarını arıyoruz” yazılı pankartlarını ve oğulcuklarının, kızlarının fotoğraflarını “umutsuz bir umut”la gelen geçene gösterip, sessiz sorular yöneltiyorlardı:
- Onu gördünüz mü ? Görmüş olabilir misiniz?
Sorularına olumlu cevap alabilen hemen hemen olmadı. Ama onlar şimdi de her perşembe yine Mayıs Alanı'nda, heykelin önünde buluşuyor; beyaz çatmaları başlarında, ellerinde aynı pankartlar ve aynı fotoğraflarla heykelin çevresinde dönüyorlarmış... Onlara “Mayıs Anneleri” deniyor. Tıpkı bizim “Cumartesi Anneleri”miz gibi...
* * *
Brezilya’daki son, Buenos Aires’teki ilk saatlerden bir kaç not burada bitsin. Yarın ve öbürgün “Libertadorlar (=Kurtarıcılar) Parkı”na da gidilecek, Mayıs Meydanı'na da; “damsızlar”ın arasına da karışılacak, 1999 ekonomik krizinde çok pahalı butikleri, çok seçkin dükkanları yağmalanan Alvea semti de teftiş edilecek...
Sonra kentin liman semti Boca’ya gidilip, tepeleme deniz ürünleri ile donatılmış pizzanın ve elbette tangonun tadı çıkarılacak ve okurla paylaşılacak...
Şimdi oteli bulup biraz soluklanma zamanı...
* * *
Meraklı okurlar için not:
Bir: Bu güney Amerika gezisi “yeni çıkmadı”. Üç ay öncesinden planlandı. Bir meslek gezisine biraz da turizm ekledim ve yollara düştüm.
İki: T24’ün kesin ve tartışılmaz bir ilkesi var. Hiç bir T24 çalışanı parası başkaları tarafından ödenen bir meslek gezisine çıkamaz. Çıkarsa T24’te kalamaz. Yani meslek jargonunda “sektör gezisi” denen, aslında yol ve konaklama giderlerini ve hatta ağırlama giderlerini bazı firmaların karşıladığı ve o firmaların da gazeteciden (gazeteci?) münasip yazı ve haberler beklediği geziler T24’ün kitabında yazmaz.
Üç: Bir yere tüymüş değilim. T24’te olmaktan mutluyum, hatta çok mutluyum... Ayrıca gazeteci dediğinin bir yerlerde oturmayanı, ayağı yanmış it gibi dolananı makbuldür. Ben de makbul bir gazeteci olmaya çabalıyorum... Latin Amerika’dan döndükten sonra ilk fırsatta yine bir yerlere gitmenin yolunu arayacağım. Mesela İran’a gitmenin yolunu ve parasını bulur bulmaz yine “Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz” olacak. Haberiniz ola...