Gençlik günlerime dönmüş gibi oldum. Osman Kavala davası üstüne savunma avukatlarının düzenlediği basın toplantısını “T24 muhabiri” olarak izledim.
Başından bu yana ayrıntı kaçırmamaya çalışarak izlediğim davada bilmediğimiz küçük ayrıntıları da ilk kez öğrendik.
Mesela tutuklama kararına avukatların itirazını görüşmek üzere toplanan, hukuk deyimi ile “duruşma açan” Sulh Ceza Hakimliği sanığın bir avukatla temsilini öngören yasal zorunluğu pek rastlanmamış ve hukuk adına utanç konusu olabilecek bir yöntemle aşmış. İtiraz dilekçesinin altında imzaları yer alan avukatları duruşmaya çağırmak yerine avukatı olmayan sanıklar için uygulanan “Baro’dan bir avukat tayini” yöntemini yeğlemiş ve dosya ile uzaktan yakından ilgisi ve bilgisi olmayan bir avukatın katılmasını sağlamış. Ardından da tutuklama kararına itirazı reddederek kararın kesinleşmesine hükmetmiş. Böylece Osman Kavala’nın 375. günü tamamlayan “nafile yere adalet arama” serüvenine yasal kılıf da elde edilmiş...
Ancak bence Kavala davasına ilişkin basın toplantısında çok daha önemli, çok daha hazin bir tablo ortaya çıktı. Son dönemin simge davalarından birinin “Kavala davası” olduğuna kimsenin bir itirazı olmasa gerek. Bu kadar önemli ve dosyaya konan gizlilik kararı yüzünden pek çok bilinmeyeni olan bir davanın basın toplantısına Türkiye medyasının büyük ilgi göstermesi, stajyer muhabirlerle filan değil deneyimli adliye habercileri ile izlemesi beklenirdi.
Meğer öyle değilmiş. Türkiye medyası için bu önemli bir dava değilmiş; haberci yollamaya bile gerek duyulmayacak sıradan bir basın toplantısı imiş. Buna karşılık AKP Reisi ve onun yargısını lekelemek için fırsat kollayan “gayri yerli ve gayri milli Avrupa medyası” basın toplantısında hazır bulundu.
Salonda dört televizyon kamerası vardı. Alman birinci kanalı ARD, Alman ikinci kanalı ZDF, Fransız Haber Ajansı AFP ve Art TV.
O kadar.
Bir de yabancı yazılı medyanın habercileri...
Türkiye medyasının “yerli ve milli” listesine sokulmayan bencileyin gazeteciler ise parmakla sayılabilecek kadar, hatta daha da azdı...
Türkiye’yi çok yakından izleyen bir Alman meslektaşa “Görüyor musun Türkiye medyasının tablosunu” dedim.
Gülümsedi. “Türkiye medyasının değil Türkiye’nin tablosu bu bence” dedi.
Galiba haklıydı.