İnsanlık ırmağının uzun yolculuğunda ateşin bulunması bir devrimdi. Toprağı eşeleyip tohum serpip, üstünü kapatıp, vakti gelince hasat yapmak bir devrimdi. Sanayide buhar gücünün kullanılması bir devrimdi. Yuri Gagarin'i uzaya taşıyan Sputnik bir devrimdi. Neil Armstrong'un aya ayak basması bir devrimdi. Bilgisayarların, yarı iletkenlerin ve uyduların buluşması bir devrimdi.
Bugünlerde bir devrim daha yaşıyoruz: Medya devrimi.
Basılı, görsel ve sesli medya buluştu ve bu devrimin temelini oluşturdu.
Artık medya salt basılı gazetelerden ibaret değil. Gitgide daha az gazete basılıyor. Pahalı ve dev boyutlu TV merkezleri, onların taşıması zor kocaman kameraları da yavaş yavaş çöpe gidiyor. Büyük sermaye gerektiren, o yüzden ancak büyük kapitalistlerin, büyük şirketlerin gücünün yettiği "medya egemenliği" de gitgide gereksizleşiyor.
Medya için Türkçe'de kullanılan "basın" terimi de çoktandır anlamını yitirdi. Çünkü kâğıdın üstüne mürekkep sürülerek üretilen "gazete" uzaya giden roketlerin yanında kağnı arabasına dönüştü.
Evet, biraz abarttım ama galiba derdimi daha iyi anlattım. Öyle ya bir basılı gazetede sabahtan itibaren, ajanslardan, büyük kentlerdeki temsilciliklerinden, yerel, bölgesel habercilerden gazetenin merkezine akan haberler ayıklanacak, tek tek değerlendirilip bıktırıcı toplantılarla hangi sayfada yer alacağı kararlaştırılacak. Ardından sayfaların sorumluları, o haberleri, varsa reklamları sayfaya yerleştirecek, uzunları kısaltacak, kısaları uzatacak. Akşam, hatta gece bütün sayfalar tamam olunca gelişkin modem aygıtlarıyla merkezdeki ve büyük kentlerdeki matbaalara yollanacak.
Orada kocaman kağıt bobinleri takılmış rotatif denen baskı aygıtı dönecek, gazete basılacak. Basılan gazete dağıtım şirketinin listelerine göre paketlenecek. Paketlenen gazete tomarları kamyonlara yüklenecek ve Edirne'den Karsa, Sinop'tan Antalya'ya bütün ülkedeki gazete satış noktalarına ulaştırılacak. Gazete okuru da sabah kalkınca kar da, yağmur da yağsa ya da güneş kavursa da yakındaki gazete bayiine ya da bakkala gidecek. Parasını verip gazetesini alacak, evde bir koltuğa kurulup okuyacak…
Off, anlatırken bile içimi sıkıntı bastı. 2021'in sonbaharına girmişken basılı gazetenin serüvenini kağnı arabasına benzetmiştim. Yanlış mı?
"Ama ben gazetenin kokusunu, kağıdın hışırtısını seviyorum. Bilgisayar ekranından okumak da neyin nesi" diyenler var. Desinler. Onları bu sevimli "nostaljileri" ile başbaşa bırakıp yazıya devam edelim.
* * *
Buraya kadar "medya"da bir dönemin sonunu, bir dönemin de başlangıcını özetlemeye çalıştım.
Neden?
Cevap kısa: Övünmek için.
12 yaşını da tamam etmiş T24 ile övünmek için.
Yeni bir dönemi, devrim diye nitelenebilecek bir dönemi daha başlangıcından yakalamış T24 ile övünmek için.
Yaklaşık 14 yıl önce Doğan Burda Dergi Grubu'na ait Tempo 24 ile başladık. Bu yepyeni medya aygıtını yanlışlar da yaparak öğrendik.
Ardında 12 yıl öncen Doğan Akın kendi kanatlarımızla uçmak gibi kimilerine göre cesur, kimilerine göre "çılgınca" bir adım attı: T24 kuruldu. Türkiye'de yepyeni bir medya alanında görsel, sözel ve yazılı medyayı buluşturan ilklerden olduk.
Dikkatle bakın, logosunun altında haber sitesi, haber portalı, internet sitesi filan yazmıyor. Orada "internet gazetesi" yazıyor. 21. yüzyılda "gazete" kavramından, teriminden ve işlevinden ne bekleniyorsa Türkiye'de cevap T24 oldu.
T24'ün ilk gününün 1 Eylül'e, Dünya Barış Gününe denk gelmesi bir rastlantı değil, anlamlı bir tercihti.
O ilk gün Tırmık'ın başlığı "Vira Demir"di. O gün bugün, tastamam 12 yıldır T24 zorlu denizlerde, fırtınalı haber okyanuslarında yelken basıyor.
Bana da kuruşulundan beri içinde olduğum bu harikulade serüvende yer almanın keyfi, sevinci, gururu düşüyor.
Övünmek hakkımız olsa gerek…