Yılbaşından birkaç gün önce başladı, yeni yılla birlikte hız kazandı: Devletle (Hükümetle değil devletle deniyor ısrarla) Abdullah Öcalan görüşüyorlar…
Bilgiler tek kaynaktan, Hükümetten geliyor. Önce Başbakan açıkladı, ardından Başdanışman.
Kürt sorunu dendi mi yoğurdu üflemek gerek. Cevapsız sorulara cevap bulana kadar “Barışçıl çözümün ucu gözüktü” yollu haberlere, yorumlara “ihtiyatlı bir iyimserlikle” yaklaşmak gerek.
Cevapsız sorular mı ?
Çooook !..
Bu “pek çoooook” cevapsız sorunun çoğuna cevap bulmamız şimdilik mümkün değil. En azından Öcalan’ın da doğrulamasını beklemek zorundayız.
Ancak bu yazının başlığına oturan bir soru var ki şimdiden tatışmaya değer.
Başdanışman Yalçın Akdoğan NTV’deki söyleşide aynen şöyle dedi:
“…Amaç silahların susması değil. Silahları bıraktırmaya dönük netice alacak her türlü çalışma bizim için önemli. Akan kan dursun, silahlar sussun, terör belasından kurtulalım deniyorsa o zaman dağdan indirme projeleri ya da silahların bırakılmasına dönük çalışmaların devreye sokulması gerekiyor.”
Bu cümle çok açık. Gel gör ki ardından yazılan yorumlarda, analizlerde, TV ekranlarındaki tartışmalarda “silahların susması” ya da “silahların bırakılması” bir ve aynı imişcesine konuşuluyordu ve konuşuluyor.
Oysa…
Silahların susması ateşkes demektir. Yani silah elde kalacak, parmak da tetikte. Sadece ateş edilmeyecek.
Silahların bırakılması ise PKK’nin kuruluşundan bu yana uygulayageldiği siyasal mücadele yöntemini terketmesi demektir.
Yani iki terim arasında uçurumlar var.
Daha önceleri de ateşkesler yaşadık. Kimi görece uzun erimli oldu, kimi kısa sürdü. Zaten sorunun çözümü değil, çözümü için bir soluklanma molasından öte anlam taşımıyorlardı. Hiçbirinin arkası gelmedi. Gelmeyen “arkası”nın sorumlusunun kim olduğu ise bu saatten sonra artık çok da önem taşımıyor.
Yok eğer Başdanışman Akdoğan’ın açıkladığı gibi sahiden silahların bırakılması konuşuluyorsa bu 40 yıllık kanlı bir tarih diliminde çok ciddi bir dönemece işaret eder.
Kof çıkabilecek umutlar beslemekten, erken ve aceleci çözümlemelerden (=analizlerden) kaçınmak gerek.
Örneğin açlık grevlerini bir sözü ile bitiren Öcalan gerçeğini, “Bir sözle silahları da bıraktırabilecek” aşamasına taşımak,“Öcalan gerçeği”ni abartmak anlamına gelir.
“Silahlar bırakıldıktan sonrasında ne olacak” sorusu işte bu yüzden büyük önem taşıyor. Çünkü silahları bırakmış bir PKK artık “ Şu ve şu taleplerimiz var. Bunlar karşılanırsa ne alâ, yoksa…” diye başlayan cümleler kuramaz.
Öyle ya…
Anayasa’da etnik kimlik vurgusu (“Herkes Türktür”) ne olacak?
Sayıları çok binlerle ölçülen KCK tutuklamaları için “Konu yargıya intikal etmiştir. Bizim yargıya karışmamız sözkonusu olamaz” mazeretlerinin ardına sığınılmaya devam mı edilecek ?
Anadilde eğitim sorununa nasıl bir düzenleme getirilecek?
Yerel yönetimlerin etki ve yetki alanlarında gözboyayıcı olmayan genişlemeler mümkün olacak mı ?
KCK’yı “PKK’nın kent örgütlenmesi” yalınkatlığının ötesinde tartışmak mümkün olacak mı ?
Soruları daha, hem de çok daha artırmak zor değil. Bu ve benzeri sorulara Kürt siyasal hareketine güven verecek cevaplar bulamazsa “Devlet – İmralı görüşmeleri”nde dağ fare doğurabilir.
Dahası, AKP tepelerinin “Önce terörün son bulması lazım” açıklamaları Kürt sorunu ile PKK sorununu keskin çizgilerle birbirinden ayırmak aymazlığı taşıyorsa fare bile doğuramayan bir dağla karşılaşırız.