Birkaç gündür ne yazı yazacak halim var, ne sokağa çıkacak. Nezle desem nezle değil, grip desem, o da değil; tembellik desem…
Neyse, hepsinden bir bulamaç işte.
Aslında bugünü de boş geçirmeye niyetliydim. Gel gör ki erteleyemeyeceğim bir işim var ve yollardayım ve trafik hergünkünün tersine az berbat.Yani durmuyor; hızlı değil, ama akıyor…
İki üç günlük yokluğumda kentin yol üstü duvarlarına dev boyutlu afişler asılmış. Trafik aktığı için durup iyice bakamıyorum. Ama yine de kocaman harflerle yazanı da okuyabiliyorum:
“İstanbul bizim için bir aşk hikâyesi…”
Beş on adım ileride aynı afiş, bu kez yazıyı okumak yerine fotoğraflara baktım. İki adam var. Biri afişin bir kenarında, biri öteki kenarında. Aşina geliyor suratları. Hele biri, her gün televizyonda bangır bangır naralanan adama çok benziyor.
Durup bakabilsem mutlaka çıkaracağım ama olmuyor işte. Biraz daha gidince yine aynı afiş. Yine baktım. Evet suratları bana çok aşina iki adam. Aşktan söz etmişler ama öyle genç filan değiller. Bayağı yaşını başını almış iki adam işte…
Zaten lâfta da bir tuhaflık var:
“İstanbul bizim için bir aşk hikâyesi…”
Şimdi bu zatların ikisi de İstanbul’a aşık öyle mi? Bu durumda ne yapacaklar? Birinden biri vaz mı geçecek; yoksa kapışıp düelloya filan mı tutuşacaklar?
Yoksa bu aşk mutlu sona ulaşırsa adamlardan biri damat, teki sağdıç filan mı olacak?..
Bilemedim.
Sonra İstanbul’a aşık olanlar adam olduğuna göre İstanbul bir kadın olmalı. İki adamı birden kendine aşık ettiğine göre “Acaba genç bir kadın mı bu İstanbul” diye soracağım ama, lise yıllarımdan kalma ve sanırım Tevfik Fikret’ten doğma İstanbul üstüne yazılmış “Sis” şiirinden bir dize belleğin derinliklerinden çıkıp geliyor:
“Ey bin kocadan artakalan bîve-yi bakir”…
Genç kuşaklar için çevirisi: Bin kocadan artakalmış bakire dul…
Durup dikkatle bakabilsem adlarını bile çıkarabileceğim o iki orta yaş üstü adam epey yaşlı bir İstanbul’a aşık olmuşlar; üstelik bunu koca koca afişlerle bütün İstanbullulara ilan ediyorlar…
İyi, güzel de İstanbul’da yaşayan bir fukara gazeteci olarak aldı beni bir korku.
Öyle ya, aşıklar kavuşunca ne olur?
Düğün dernek kurulur, nikâh kıyılır…
Sonra…
Yani İstanbul’un başı belada olmasın sakın?
Bilemedim.
Trafik de inadına akıyor. O afişte yüreğimi serinletecek başka yazılar var mı?
Göremedim.
* * *
“Ey gazeteci, memleketin bunca yakıcı sorunu varken bu nasıl yazı böyle? İstanbul’un olası bir nikah sonrası yaşayacaklarının derdi sana mı düştü” diye sormayın, azarlamayın lütfen…
Dedim a…
Grip, nezle, yorgan döşek, kaç gündür evdeydim. Yeni çıktım.
Haaa, bir de bu “aşk hikayesi”nden de korktum…
Ya bu aşk hikayesi bir nikâhla biterse?...
Zayıf ihtimal ama ya öyle olursa…