Bakın baştan pazarlık, okuyacağınız Tırmık yıllar ve yıllar önce, 1995 Kasım‘ında Cumhuriyet’te yayınlandı. Günlük yazı yazan kalem erbabının sık değilse bile arasıra başvurduğu bir hiledir. O gün yazı çıkaramadıysa eski defterleri karıştırıp, o güne uyan bir yazılarını bulur ve yayınlarlar.
Benimki valla billa öyle bir tembellik zorlaması değil. Gerçi İstanbul’u –ve galiba bütün ülkeyi- basan kar, bizim asfalt, beton ve park etmiş arabalardan ibaret sokağı bile güzelleştirdi. Sokağa çıkıp karşı komşunun yumurcakları ile kartopu savaşına girişmemek için kendimi zor tutuyorum ama yine de okuyacağınız Tırmık bu günü kurtarma yazısı değil.
28 Şubat üstüne tarafların kıyasıya tartıştığı, kimilerinin askeri, kimilerinin Erbakan’ı aklamaya çalıştığı, „Tansu Çiller’in özel örgütü var mıydı yok muydu“ tartışmasının sürüp gittiği şu günlerde devlet sırrı dediğimiz ve aslında devletin kirli işlerini saklamaya yarayan „devlet kalkanı“ bu soruların cevabını bulmamızı önlüyor. T24’ün Ankara’daki çalışkan karıncası Hülya Karabağlı’nın haberi, yıllar önce yayınlanan Tırmık’ı ısıtıp yeniden önünüze sürmeme yol açtı. Çünkü bir zamanlar en güçlü „devlet“ kurumu olan MGK, gücünü epey yitirse de yakın tarihimizin sırlarını (=Kirlerini, suçlarını) bizlerden esirgemekte kararlı. (Meraklıysanız Hülya Karabağlı’nın haberini şu linki tıklayarak okuyun. 28 Şubat kararları üzerindeki 'devlet sırrı' kaldırılabilir mi?)
Şimdi buyrun 17 yıllık Tırmık’ı okuyun ve „Bu memlekette ne, ne kadar değişti“ sorusuna yanıt verin.
* * *
Durmuş Ali'yi çoğunuz tanımazsınız. Uzun yıllar önce Çumra'da belediye başkanıydı. Kaç yıl geçmiş aradan. Çumralılar bile unuttuysa şaşmamalı.
Ama unutmayan da unutmuyor işte. Örneğin kadim dostu, bizim Varlık Özmenek eminim hâlâ "Durmuş Ali öyküleri" anlatıyordur. Orta Anadolu bozkırının biraz uçuk, çokça bilge, alabildiğine namuslu, dili kemiksiz, sözü esirgemesiz çocuğu Durmuş Ali'nin öykülerini...
Solun parçalanmaya, hemen ardından da paramparçalanmaya başladığı günlerde, yakınanlara öğüt verdi:
- Dağılalım düzülelim arkadaşlar. Yama tutmaz, tutkal işlemez, en iyisi bu, dağılalım düzülelim...
Bugün sağ olaydı, devletin tepesinde, devletin erkleri arasında, tek tek devlet erkleri içinde süregelen kargaşayı, itiş kakışı göreydi, hâlâ yama peşinde koşan, hâlâ tutkal arayanlara bakar, bakar, çelebice gülerdi:
- Olmaz efendiler. Bu sizinki beyhude çaba. En iyisi dağılın düzülün siz. Dağılın düzülün...
Ülkenin haline bakın.
Ana Muhalefet Partisi'nin başkanı konutunun, bürosunun ve telefonlarının dinlendiğini söylüyor. Dinlemeye yarayan "böcek" denen aygıtların çıkarılması yılan hikayesine dönünce, dinlerlerse dinlesinler hesabı, toplantılarını bürosunda yapıyor ve... Ve "Sizi kim dinliyor" sorusuna çırılçıplak bir yanıt veriyor: "Devlet".
Bitmedi.
Ardından Genel Kurmay Başkanlığı, komutanlar arasındaki haberleşmenin, dinlenmeyi önlemek üzere bundan böyle kripto denen özel bir kod sistemiyle yapılmasını kararlaştırıyor. Buraya kadarını anlamak mümkün. Ama bundan sonrası? Genel Kurmay, kodlu konuşmayı sağlayıp dinlenme olasılığını ortadan kaldıracak kriptoların "Hiç bir kuruluşa verilmemesi"ni de kararlaştırıyor.
Genel Kurmay, eğer vermesi gerekeydi, haberleşme gizliliğini sağlayacak kripto kodlarını kime verecekti?
Yüzde yüz biliyorum ki bana değil. Yüzde yüz biliyorum ki size de değil. Yüzde yüz biliyorum ki -örneğin- Tapu Kadastro Genel Müdürlüğüne de değil.
Peki Başbakanlığa ? Milli Savunma Bakanlığına? İçişleri Bakanlığına, Emniyet Genel Müdürlüğüne?...
Vay canına!.. Durum dehşet verici galiba... Kimse kimseye güvenmiyor. Birbirine güvenmeyenlerse bu ülkenin anayasal kuruluşları, örgütleri, kurumları. Devlet aygıtının ancak birbirleriyle uyum içinde çalışabilirlerse işleyeceği kurumlar, kuruluşlar...
Bitmedi.
Özel Tim kadrosunda devlet memurunun görevleri ile özel (kiralık da diyebilirsiniz) katillik arasında fark olmadığına inanmış üç Özel Tim görevlisi, kumarcıbaşı bir adamı delik deşik ettikleri için gözaltına alınıp sorgulanıyorlar. Devlet sırrı (!) olduğu için kamuya bilgi verilmiyor. Ardından bu adamların ifadesi istendiğinde, İstanbul Emniyeti kendilerinde ifade filan bulunmadığını söylüyor. Top Ankara'ya atılıyor. Ankara bana mısın demiyor. Sonuç ortada ifadesi alınmış üç katil sanığı var ama ifadeleri yok.
Haydaaaa... Kümesten iki yumurta tırtıklayan çulsuz hırsızın bile mahalle karakolunda ifadesi olur. Bunların yok...
Rastgele iki örnek sunduk . Biraz daha yerimiz, sizin de sabrınız olsa daha yüz on iki örneği bir çırpıda sıralayıveririz...
Bu işin çivisi çıkmış.
Yani, bizcileyin aşırı sabıkalı bir basın emekçisine düşmez biliyorum ama, bu iş böyle yürümez. Durmuş Ali'nin öğüdünü tutmanın tam da sırasıdır:
- Dağılın düzülün efendiler...
Dağılın, sonra da yeniden düzülün ki biz de karşımızda devlet gibi bir devlet görelim. Eleştireceksek, öyle eleştirelim. Biz sosyalistlere acıyın. Biliyoruz, çok şeyi hakettik ama bu kadarını değil. Şöyle keyifli bir muhalefet yapabileceğimiz adam gibi, futbolu "ayıcılık" yapmadan, oyunu kuralına göre oynayacak bir burjuva düzeni bile yok ortada...
Yani bu memlekete adam gibi bir burjuva düzeni gerekiyorsa, onu da mı biz kuralım.
İnsaf yani, insaf !..