25 Aralık 2020

İki kutup: AİHM ve AB'nin karar vericileri

Avrupa Konseyinden dışlanmak gibi bir sonucu olabilecekse AKP Reisi, neden AİHM’nin Selahattin Demirtaş kararı üstüne "Bizi bağlamaz" fetvasını hiç beklemeden verdi? Böyle yaptı çünkü bu kurnaz bezirgan AB’nin Türkiye söz konusu olunca "yumuşak karnı"nın ne olduğunu biliyor. O yüzden bu kadar pervasız…

Başlık çelişik mi geldi?

Gelmesin…

Facebook, Twitter gibi kanallarda değerlendirmeler, yorumlar okuyorum. Pek çoğunu birkaç cümlede özetlemek mümkün:

"Selahattin Demirtaş için AİHM örnek bir karar verdi, hukuk devleti ilkelerinin egemen olduğu Avrupa Birliği,Türkiye'den bunun gereğini yerine getirmesini isteyecek. Eğer getirmezse sonuçlarına katlanacak…"

Sahi mi?

Peki o "sonuçlar" ne olacak?

Kurallara göre AİHM karar verir ama uygulanmasını izlemek ve sağlamak onun görevi değildir. Bu görev ve yetki -eğer yanlış bilmiyorsam- Avrupa Konseyi'ndedir.

Malum, AİHM'in kararı üstüne Türkiye, yani AKP Reisi tutumunu ilan etti, "Bizi bağlamaz" dedi. Demek ki Selahattin Demirtaş'ın derhal tahliye edilmesi anlamına gelen AİHM kararı uygulanmayacak.

Peki bu durumda Avrupa Konseyi ne yapacak?

Demokrasinin gereklerine, hukukun üstünlüğüne içtenlikle inananlar "Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nden ihraç edilmesine, en azından üyeliğinin askıya alınmasına" yol açacak bir sürecin başlayacağı beklentisindeler.

Peki Avrupa Konseyinden dışlanmak gibi bir olasılık varken AKP Reisi ne demeye "Bizi bağlamaz" fetvasını hiç beklemeden verdi. Üstelik bu açıklamayı "Bizim mahkemelerimizin yerine geçecek karar veremez. (…) AİHM kararı iç hukuk yolları tükenmeden almıştır. Tamamıyla bu adımlar siyasidir. (...) Bu karar çifte standarttır, iki yüzlülüktür. (...) AİHM sen anlamasan da biz anlatmaya devam edeceğiz. Aynı mahkemenin FETÖ davaları için takınacağı tavır da belli olmaya başladı" gibi ağır, hem de çok ağır suçlamalar eşliğinde yaptı?

Böyle yaptı çünkü bu kurnaz bezirgan AB'nin Türkiye söz konusu olunca "yumuşak karnı"nın ne olduğunu biliyor. O yüzden bu kadar pervasız…

* * *

Tayyip Erdoğan'ın AİHM kararının daha dumanı tüterken verdiği karar üstüne ülkemizin namlı hukukçuları art arda açıklamalar yaptılar.

Profesör Semih Gemalmaz, Birgün gazetesine konuştu ve "Gereğini yerine getirmezseniz, olacakları göğüslemeniz gerekir. Avrupa Konseyi'nden çıkmayı göze almanız gerekir. Bu sadece parlamento ile sınırlı kalmaz" dedi.

Yine Birgün'de Profesör Metin Günday "…Bizi bağlamaz, demek hem kendi anayasasını tanımamak demek, hem de imzaladığım anlaşmaları tanımıyorum demek olur. Elbette bunun yaptırımlarıyla karşı karşıya gelirsiniz…" dedi.

Kadim avukatım Turgut Kazan da "… Konsey'in kararlarında siyasi eğilimler olsa bile, sizin buralarda anlaşmalarınız mevcut. 'Uygulamam' demek, üyeliğinizin askıya alınmasına belki daha sonra üyelikten atılmanıza neden olabilir" kanısında…

Bu kadar ünlü ve değerli hukukçu böyle söylüyorsa ben yanılıyorum; Tayyip Erdoğan da bedeli ağır olabilecek bir tavır aldı demektir.

Yanılıyor muyum?

İşte burada, tam da burada, bir anıyı aktarmanın tam da sırası.

1981 Aralık'ında, 12 Eylül faşizminin elebaşıları art arda idam kararları verirken, Erdal Eren'i yaşını büyütüp asacak kadar kana susamışken Avrupa Konseyi Türkiye'nin durumunu görüşme kararı aldı. Keza Avrupa Parlamentosu'da Türkiye'nin durumunu ele alacağı bir gündem kabul etti.

O günlerde12 Eylül darbesine yakalanmadan Avrupa'ya kaçabilmiş siyasal göçmenler de gerek Avrupa Konseyi'ni, gerek Avrupa Parlamentosu'nu etkilemek, Türkiye'nin Konsey üyeliğinin hiç olmazsa askıya alınmasını sağlamak amacıyla AB başkentlerinde (özellikle Strassburg ve Brüksel'de) AB politikacı ve karar vericileri ile ilişki kurup "12 Eylül faşizmi"ni daha derinlemesine ve kanıtlarıyla anlatmak için kolları sıvadılar.

Kimi dinledi, hak verdi hatta gereğini yapacaklarına söz bile verdi. Kimileri ise dinlemeyi bile kabul etmedi. Hatta kimileri Avrupa Parlamentosu kulislerinde dert anlatmaya çabalayan Türkiyeli bir siyasal göçmen grubunu polis zoruyla parlamento binasından dışarı attırdılar.

Tam da o günlerde Frankfurt'ta, Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin (SPD) sol kanadından bir siyasetçi, göçmenliğimin başında olduğum için iyiden iyiye kırık dökük Almancamı sorun etmeden beni uzun süre sabırla dinledikten, sonra güldü:

- Çocuk gibisin sen Engin. Çocukça düşünüyorsunuz. Türkiye'yi Konsey'den dışlamak demek 70 milyonluk genç ve tüketime aç bir pazarı elden kaçırmak demektir. Türkiye'nin ihracatının yarıdan fazlası AB ülkelerine. Ama Türkiye'nin ithalatının yarısından fazlası da AB ülkelerinden. NATO'nun ikinci en büyük ordusuyla Türkiye silah pazarının çok kilit bir müşterisi. Pek çok AB şirketi, özellikle Alman otomotiv şirketleri için Türkiye ucuz işgücü ile fren balatası, far, sinyal lambası, tampon gibi yan ürünlerin üretim üssü. Keza kimya ve ilaç şirketleri için de Türkiye vazgeçilmez bir ülke. Daha sayayım mı ?

- Peki Konsey ya da Avrupa parlamentosu ne yapacak? Faşist cuntaya alkış mı tutacak?

- Yooo… Kınayacak, hatta çok sert kınayacak. Kulağını çekecek. Uyarı üstüne uyarı yayımlayacak. Demokrasi diyecek, insan hakları diyecek, hukuk devleti diyecek… Sonra da sizin gibilere dönüp, "Eğer Türkiye'yi dışlarsak onu etkileme gücümüz kalmaz. O yüzden Türkiye Konsey üyesi olarak kalmalı, AB'ye üyelik kapısı aralık tutulmalı" diyecekler…

Öyle de oldu. Benim sol sosyal demokrat tanıdık tamamen haklı çıktı.

* * *

Besbelli, önümüzdeki günlerde Türkiye AB gündeminde epey yer alacak.

Dilerim ben yanılıyorumdur. Ama sanki yukarıda aktardığım anıdaki filmi bir kez daha seyredeceğiz.

Unutmayalım AİHM demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarını önemseyen Avrupa'nın bir kurumudur.

Avrupa Birliği'nin karar vericilerin büyük çoğunluğu, özellikle ağır topları ise serbest piyasa tanrısına tapan dinbazlardır.

"Şirketler Avrupası" ile "Emeğin Avrupası" arasındaki uçurum henüz ve hâlâ epey derin.

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"