Ne AKP Reisi Erdoğan ile ABD Başkanı Biden'ın görüşmesi, ne simgesi Berlin Duvarı'nın yıkılması olan sosyalist sisteminin çöküşünün ardından işlevi ve varlık nedeni kalmamış NATO'ya yeni "pazar" arayışları, ne zorunlu bir ara verilen "Sedat Peker video dizisi" beni ilgilendiriyor.
Kimine zaten pek aklım ermez. Ben de sizler gibi dış politika uzmanı meslektaşların yazıp çizeceklerini bekleyeceğim.
Sedat Peker video dizisi ise başından beri benim için meslek zoruyla izlediğim bir keçiboynuzu oldu. Keçiboynuzunun "Bir tutam bal almak için bir çuval odun çiğnemek" denen veciz tanımı Peker videolarına tıpa tıp uyuyor.
Dün beni çok ilgilendiren, yüreğimi yakan, öfkemi taşıran iki duruşma vardı: Akhisar Ağır Ceza Mahkemesinde Soma davası, Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde de Kobane davası.
Soma'da 301 maden işçisinin göz göre göre ölüme yollandıkları toplu cinayetin dün sabah 9'da başlayan ve "karar" verileceği söylenen duruşması 11 saat sürdü ve bir karara varılamadan yarına (Çarşamba) ertelendi. Sekiz yıldır sonuçlan(dırıl)mayan Soma davasında sorumluların yargılandığı (yani yargılanmadığı) bir hukuk cinayeti nasıl sonuçlanacak henüz belli değil.
Ama yarına değil yıllar sonraya da kalsa peşi bırakılmayacak. Hukukun sesini yiğitçe ve sağlam dayanaklarla yükselten avukatlar, kayıplarının acısını ve suçluların yakasını bırakmamaya yeminli Somalıların inadı kırılmadı ve besbelli ki kırılmayacak.
Eh Tırmık da susmayacak, Soma davasında adalet arayışının sesi olmaya karınca kararınca katkıda bulunacak…
* * *
Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi'nde, başından beri olup bitenlere bakıldığında hiç abartısız hukuk cinayeti olarak nitelenebilecek Soma davası görülürken, aynı saatlerde Ankara'da 22. Ağır Ceza Mahkemesinde de bir başka hukuk cinayetinin duruşması vardı: Kobane davası.
Kobane davasının iddianamesi benim duraksamadan kullandığım "hukuk cinayeti" nitelemesini kesinlikle haklı kılan bıktırıcı uzunlukta ve "Yok artık, bu kadarı da olmaz" dedirtecek ölçüde içi boş bir suçlama metniydi. Sabırla okumuştum ve hukuk adına utanmış, AKP'nin yargı erkini getirdiği aşamaya bir kez daha tanık olup sahiden midem bulanmıştı.
Dün üçüncü duruşması yapılan dava, başından beri AİHM'in "Bu siyasal bir davadır" kararını umursamadan yürüyor. Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi yargıçları için AİHM kararı yok hükmünde. Bunu söyleyecek cesarette elbette değiller. Ama yaptıklarının, tutumlarının, aldıkları ara kararların başka bir açıklaması da yok.
Daha önce görülmüş ve beraat verilmiş bir dava yeniden açıdı ve bu kez artık Kobane olayları denen kargaşa sırasında olup bitenle ilgili değil, doğrudan doğruyla HDP'yi kapatmanın hukuksul (hukuksal?) zeminini oluşturma hedefinde yürüyor.
Bu benim kişisel görüyüm filan değil. Alın size bir kanıt:
İddianame 3.530 sayfa. Ayrıca 234 klasörden oluşan ekleri de var. Bu iddianame ve ekleri 22. Ağır Ceza Mahkemesine 30 Aralık 2020'de sunuldu ve yılbaş tatili dahil sekiz günde mahkemenin yargıçları bu iddianameyi okuyup kabul ettiler. 3.530 sayfayı ve 34 klasörlük ekleri olan ir iddianame sekiz günde, üstelik yargılananlar hakkında ömür boyu hapis cezası istendiğine bakılarak bir hukukçu titizliği ile okunabilir mi sorusuna varın siz karar verin.
Kobane davası sanıkları arasında tanıdıklarım, iyi tanıdıklarım var. İlk aklıma gelenler Selahattin Demirtaş, Figen Yücedağ, Ayhan Bilgen, benim biricik arkadaşım Bircan Yorulmaz. Kobane davasında sanık iskemlesine oturtulanlar hkkında 37 kez "insan öldürme" suçundan ceza isteniyor. İnsanların öldürülmediği, barışın ve demokrasinin egemen olduğu bir siyasetin savunucu olduklarını bilmeyen, duymayanın kalmadığı insanlar "insan öldürme suçlusu" kılınmış.
Ne diyeyim.
"Yuh" desem ayıp mı olur?
Olsun.
Yuh!..
* * *
Bu yazıya Soma ve Kobane davalarının sonuçları üstüne yazmak üzere oturdum. Ama saatler ilerledi, her iki dava da karar verilmeden ertelendi.
Öyleyse bugünlük bu kadar.
Ama yarın, öbür gün ve sonuna kadar her gün bu hukuk cinayetleri Tırmık'ın konusu olacak.
Bir Diyarbakır deyimi ile söyleyeyim: Bundan geri kalırsam ciğerim kurusun.