Tırmık’ı düzenli okuyanlar biliyor, son aylarda gündemin tepesine, biraz da bizim tepemize oturan şu referandum itiş kakışını ben fazla ciddiye almıyorum. En azından bu kadar yaygara koparılacak, bu kadar yoğun tartışılacak, neredeyse arkadaşlıkları, dostlukları zedeleyecek ölçüde önemsemiyorum.
Ancak yakın ve uzak çevreme, medyaya, internetteki mail gruplarının içeriğine bakınca soruna benim gibi yaklaşanların çok olmadığını da gözlüyorum. O yüzden “Nasıl önemsemezsin?.. Bu günün en önemli konusu budur” diyenlerle de tartışmaya girecek değilim.
Kestirmeden: Ben böyle düşünüyorum; siz öyle düşünüyorsunuz; öteki şöyle düşünüyor. Dert etmeyelim; dünya nasıl olsa dönmeye devam edecek...
Yani referandum konusundaki farklı tercihler benim için dert değil.
Ama referandumun gündemin tümünü kaplaması; başka konuları bırakın Tartışmayı, düşünmez hale gelişimize itirazım var. Ciddi itirazım var.
* * *
Örnek mi?
Buyrun...
Hatırlayın, bir ay kadar önce Heron insansız gözetleme uçakları ile ilgili yalanlanmayan bir iddia vardı: İki orta rütbeli subayın MİT tarafından saptanan telefon konuşmaları. Hani subaylardan biri, “Bu heronlar bizimkilere (PKK’lılara demek istiyor) çok zayiat verdiriyor, ya koordinatlarını değiştirin ya oradan çekin” diyor; öteki de “Emrin olur komutanım” anlamında “Hallederiz” filan diyordu.
N’oldu o konu? Bir aydan beri o konuda ne okudunuz, ne duydunuz, ne gibi bir açıklamaya rastladınız ve daha da önemlisi o konuyu son bir ay içinde kaç kez düşündünüz?
Oysa şakası yok. Bir devlet kurumunca ele geçirilmiş bir konuşma. Genelkurmay Başkanlığı’na aktarılmış. O konuda kuru, baştansavma bir açıklama yapıldı: Soruşturma titizlikle devam etmektedir!..
Yaınılmıyorsam iki, üç yıllık bir olaydan söz ediyoruz. Peki bu kadar ciddi bir olayın soruşturması üç saat değil, üç hafta değil, üç ay da değil, üç yıldır sürüyorsa ve hâlâ sonuçlanmadıysa ortada tekrar tekrar üstüne gitmemiz gereken, yurttaş olarak sormamız, inatla sorularımızı yinelememiz gereken bir “yanlışlık” yok mudur?
Boşverelim ve “Evet mi, hayır mı, boykot mu” tartışması içinde birbirimizi yiyelim öyle mi ?
* * *
Bir örnek daha ister misiniz?
Buyrun:
Albay Dursun Çiçek’i hatırlıyor musunuz ?
Nasıl hatırlamazsınız? Hani İrtica İle Mücadele Planı’nın yazarı olarak Ergenekon savcılarınca tutuklandı; serbest bırakıldı; sonra yine tutuklandı. (Artık) eski Genel Kurmay Başkanı ıslak imza tartışmasında gözümüzün içine baka baka “Bir kağıt parçası” filan dedi... Sonra Adli Tıptan tersi açıklama geldi; ıslak imzanın Albay çiçek’e ait olduğu söylendi.
Tam kafalar karışmışken bu kez Genel Kurmay Askeri Savcılığınca hazırlanan bir iddianame (resmi bir belge yani) gündeme taş gibi düştü. Askeri savcılık iddianamesinde “Islak imza gerçektir; Albay Çiçek’e aittir ve Albay Çiçek bu planı istediği terfiyi alamadığı için karargahın bilgisi dışında TSK’yı küçük düşürmek maksadıyla tek başına hazırlamıştır” dedi.
Haydaaaa...
İşgüzar belki de cemaata yakın bir sivil savcıdan değil, Genel Kurmay Askeri Savcılığından söz ediyoruz.
İyi ama bu durumda özel görevli sivil savcılara göre Albay Çiçek ordu içindeki darbeci kanadın üyesi bir Ergenekoncu; Genel Kurmay Askeri Savcılığına göre TSK’yı küçük düşürmek için plan hazırlayan bir ordu düşmanı...
Şimdi bu kadar büyük, bui kadar önemli, bu kadtar saçmalık sınırına yaklaşmış bir olayı “Allahım sen aklıma sahip ol” deyip geçiştirebilir miyiz?
Peki gece gündüz, sabah akşam, öğlen ikindi referandum tartışırken bu olayın küllenip gitmesine; Genel Kurmay Savcılığının açtığı davanın ne durumda olduğunu sorulmamasına göz yumabilir miyiz?
Referandum itiş kakışı yüzünden çok kilit konuların gözardı edilmesi, küllenmesi bizi “Cambaza bak cambaza” diye kandırılıp cebi boşaltılan avanaklar durumuna düşürmüyor mu ?
O yüzden referandumun her anımızı ve her yanımızı işgal etmesine itirazım var. Ciddi itirazım var...
Bence sizin de olmalı...