12 Nisan 2019

Beni Metin Göktepe köşe yazarı yaptı

"Genç, çok genç bir meslektaşımı hem anacağım, hem başıma açtığı iş yüzünden sataşacağım. Bir de meslek hayatımdan bir anı dilimciği aktaracağım"

Elbette bir seçim yazısı yazmayacağım. Gına geldi. Elbette kendini yasa koyucu sanan YSK'ye laf bile çarptırmayacağım. Seçilmiş başkana OHAL KHK'larına dayanarak mazbata vermeyen hukuk cambazlarını dilime dolamayacağım. Ahmet Türk'le Adnan Selçuk Mızraklı'ya mazbata verilmemesi için kimin nasıl bir bahane bulacağını filan da sorgulamaya niyetim yok.

Genç, çok genç bir meslektaşımı hem anacağım, hem başıma açtığı iş yüzünden sataşacağım. Bir de meslek hayatımdan bir anı dilimciği aktaracağım.

Buyrun.

 *   *   *

Çarşamba günü Metin Göktepe'yi andık. Evrensel Gazetesinin onun adına koyduğu gazetecilik ödüllerini alan genç meslektaşlarımızı alkışladık ve Metin Göktepe'yi andık.

Metin Göktepe'yi bildiniz değil mi ?

23 yıl önce, haber izlerken gözaltına alınıp götürüldüğü Eyüp Spor Salonunda devletin zorba gücünün cop, tekme, odun, levye ve kalaslarla dövüp öldürdüğü, Evrensel Gazetesi'nin genç habercisi Metin Göktepe'yi? Fadime Göktepe'nin "kuzu"su, Meryem Göktepe'nin biricik kardeşi, mesleğimizin kanayan yarası Metin Göktepe'yi...

1996'ydı. Karanlık ve kanlı bir yıldı. Tansu Çiller  diye biri -nedense- ülkenin başbakanı olmuştu. Mehmet Ağar da yargı aygıtının tepesine getirilmiş -inanması güç ama- Adalet Bakanı olmuştu. "Tak-Şak paşalar"ın, beyaz Renault'ların Kürt illerinde ölüm saçtığı, tıka basa doldurulmuş hapishanelerde hükümlü ve tutukluların uzun süreli açlık grevlerine başladıkları günlerdi.

Ümraniye Cezaevi'ndeki açlık grevini kırmak için saldıran zorba gücün öldürdüğü tutukluların cenaze töreni vardı. Polis töreni olabildiğince engelleme, en azından kamuoyuna duyurulmasını önleme talimatı almıştı. Gazetecilerin de polis barikatını aşmadan geçmesi mümkün değildi.

Polis, barikatın ağzında kimlik sordu. Sarı basın kartımı gösterip geçtim. Metin Göktepe'nin sarı basın kartı yoktu. Geçemedi. İtiraz edince yaka paça götürülmüş. Haberi biz habercilere ulaştığında artık çok geçti. Ertesi günü öğrendik. Götürüldüğü yerde öldürülmüş.

*   *   *

Başta Evrensel'deki arkadaşları olmak üzere mesleğimizin genç gazetecileri bu cinayetin savcılığın tozlu dosyalarında unutulmaya terk edilmesini önlemeye, devlet memuru katillerin yakasını bırakmamaya ant içmiş gibiydiler.

Merkez medyada yuvalanmış, çoğu bir köşe kapmış, kimileri karar verici konumlarda yer tutmuş ağır toplar ise Metin Göktepe cinayetiyle ilgilenmeyi adeta reddediyorlardı. Duruşma haberleri birinci sayfada hemen hiç yer bulamıyor, iç sayfalarda da pek nadir gösteriliyordu.

Bir gün medyamızın amiral gemisi  sayılan gazeteden bir kaç ağır top mesleğimize onur kazandıran büyüklerimizden Nail Güreli ağabeyimin başında bulunduğu Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin (TGC) Cağaloğlu'ndaki binasında düzenlediği bir toplantıya lûtfedip katılmışlar; ardından da bir kaç adım uzaktaki Cumhuriyet'e uğramış, çay içip sohbet ediyorlardı. Söz Metin Göktepe cinayetine geldi. Ağır toplardan biri suratında yılışık bir gülücükle bir inci sıçtı:

- Yav o çocuk tam gazeteci miydi sizce? Onun sarı basın kartı yoktu ki...

Kan tepeme sıçradı. Bilgisayarın başına çöktüm, o öfkeyle bir yazı döktürdüm, Başlığı pek yalındı:

- Gazeteleri sarı basın kartı değil gazeteciler çıkarır...

 Yazıyı -galiba- en arka sayfaya ama iyi görülebilir bir yere koyduk. Öfkemi paylaşan yazı işleri ve haber merkezi "ameleleri" yazıyı daha basılmadan okudular; birer birer gelip sarıldılar, gazetenin mutfağındaki kızlar  gelip şapır şupur öptüler. (Merhaba Deniz Teztel, merhaba Şenay Kalkan, merhaba Sevim Ertemur, merhaba Berat Günçıkan).

Ertesi gün İlhan Selçuk yukarıya çağırdı. Gittim. Kıs kıs güldü, kısa bir cümleyle tebliğ etti.

- Bana bak komünist, seni köşe yazarı yaptım...

Biraz nazlanayım dedim:

- Abi ben haberciyim ve haberciliği seviyorum. Onu bırakıp köşe yazmak... Yani bence...

Sözümü kesti; ilk kez ondan duyduğum ve sonraları sık sık kullandığım bir "mantık cümlesi" ile ağzımı kapattı:

- Ulan sakız çiğnerken merdiven çıkılır, türkü söylerken yol yürünür. Hem habercilik yap, hem köşe yaz...

Bir kaç gün sonra Cumhuriyet'te haftada altı gün Tırmık yayınlanmaya başladı. Oysa ne güzel sadece habercilik yapıyor, sık sık da kaytararak tembelliğin tadını çıkarıyordum.

Haydi şimdi gelin bugünkü Tırmık'ın başlığını bir daha okuyun:

"Beni Metin Göktepe köşe yazarı yaptı"

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"