30 Ekim 2013

90 Yaşında bir Cumhuriyet

Hızlandırılmış, ister istemez farkları, nüasları gözardı edilmiş ve esas olarak Avrupa ile sınırlı bir tarih gezisine çıkalım…

Hızlandırılmış, ister istemez farkları, nüasları gözardı edilmiş ve esas olarak Avrupa ile sınırlı bir tarih gezisine çıkalım…

İsadan sonra 476.  Barbar kral Odoacer, Batı Roma’nin son imparatoru Romulus Augustus’u tahtından indirdi ve tarihin en büyük köleci imparatorluğu bitti.

Bir adlandırmayla ilkçağ sona ermiş, Ortaçağ başlamıştı. Bir başka adlandırmayla köleci toplum sona ermiş feodal toplum başlamıştı.

Hiçbir hakkı olmayan, mal olarak alınıp satılabilen, bedava işgücü olarak kullanılan insanlar, yeni dönemde bulundukları toprağa bağlı, canının istediği yere gitme hakkı olmayan, ancak köle gibi alınıp satılamayan, sadece aristokratın (derebeyinin) sahibi olduğu toprakları işleyip, ürünün bir bölümünü aristokrata vermek zorunda olan yarı özgür köylülere dönüşmüşlerdi.

Tamam derebeyinin astığı astık kestiği kestikti. Tamam gelinler üstünde ilk gece hakkı gibi iğrenç bir hakka bile sahiptiler. Ancak yine de insanlık köleci toplumdan daha ileri ve köleci topluma göre daha özgür bir çağa adım atmıştı. Yaklaşık 300 yıl sürdü.

*    *    *

1789 ve 1848. Önce Fransa’da (1789), ardından hemen bütün Avrupa’da (1848) irili ufaklı derebeylerin gücünü kırıp kendisine bağlayan büyük krallıklara dönüşen aristokrasinin iktidarı, alttan gelen bir dalga ile yıkıldı. Ticaret sermayesinden yavaş yavaş sanayi sermayesine sıçramaya hazırlanan; okyanusları aşabilen gemiler donatıp servetlerini iyiden iyiye kabartan, kontlara, lordlara, prenslere hatta krallara borç verecek kadar palazlanan burjuvalar (evet evet, şu sömürücü, işçi sınıfının emeğine el koyan sermayedar sınıf, yani kapitalistler) aristokrasinin ve kilisenin iktidarına son verdi.

İnsanlık feodal düzenden kapitalist düzene geçti. Önce atölyelerdeki üretimde. Ardından fabrikalarda çok aşırı sürelerle çalışan ve sadece işgücünü satarak geçinebilen, mülksüzleştirilmiş, köylülükten işçiliğe geçmiş emekçi kitleleri alabildiğine sömüren, çocuk işçilerin adeta kanını emen kapitalist düzene…

İnsanlık için daha ileri ve daha özgür bir çağ başladı. Derebeyi topraklarına bağımlı köylüler özgür işgücü satıcılarına dönüştüler. İşçi sınıfı doğdu.

Yeniçağ ilerleyen yıllarda ya büyük imparatorlukların içten içe çürümesine ya da kapitalizme zengin doğal kaynaklar ve pazarlar sunan büyük sömürge imparatorluklarına sıçramasına tanıklık etti.

Aynı dönemde aşiretler, kabileler eriyip uluslar ve onların kurduğu ulus-devletler doğdu. Kendi ulusal pazarını gümrük duvarları ile koruyan; başka ulus devletlerin pazarlarını ele geçirmek için savaşlar başlatan kapitalist sınıf her adımda iktidarını pekiştirerek siyasal ve ekonomik iktidarın tek sahibi haline geldi. Kilise, kilise duvarlarının ardına çekildi ve siyasal gücünü kapitalist sınıfa teslim etti.

19. yüzyılın sonlarından itibaren çürüyen imparatorluklar adım adım yıkılmaya başladı. İmparatorluk topraklarında, imparatorluk iktidarına karşı ulusal kurtuluş savaşı veren irili ufaklı ulus-devletler Yeniçağ’ın siyasal karakterini çizdi.

Son imparatorluklardan biri Osmanlı imparatorluğu idi.  Onun bağrından Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan gibi ulus devletler fışkırdı.

Topraklarını bağrından çıkan ulus-devletlere terk etmek zorunda kaldığı için yıl be yıl küçülen, dağılmakta olan Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya Savaşından yenilmiş olarak çıktı ve bitti. Anadolu topraklarının büyük kesimi de dahil işgal edilip paylaşıldı ve Osmanlı İmparatorluğunun artık daha fazla küçülemeyecek kadar büzülen topraklarında imparatorluğun “millet-i hakimesi” Türkler, Anadolu Kürtlerinin de desteğini alarak bir ulus devlet inşasına girişti. Önce ulusal kurtuluş savaşı zafere ulaştırıldı, ardından 29 Ekim 1923’de tarih sahnesine yeni bir ulus-devlet daha çıktı: Türkiye Cumhuriyeti…

Ulus-devletler trenine en son binenlerden biriydi. Ondan sonraki ulus-devletler için 2. Dünya Savaşının bitmesi beklenecekti.

Anadolu ve Trakya topraklarında bir ulus-devlet kurulması o çağda ileri bir adımdı. Bu, o toprakların insanları içinde daha ileri ve daha özgür bir adım anlamı taşıyordu. Padişah kulluğundan pek çok alanda kağıt üstünde bile kalsa özgür yurttaşlara sıçramışlardı. Çağın ruhu milliyetçilikti (=Ulusalcılıktı). Bu daha sonra Avrupa’nın birçok ülkesinde faşizme dönüşecekti. Çünkü milliyetçilikle arasında uçurumlar yoktu.

Keza çağın ruhunda demokrasi ya yoktu ya da küçük harflerle yazılan, içi doğru dürüst doldurulmamış bir sistemdi.

*    *    *

2013 Türkiye’sinde, insanlığın 2013’de ulaştığı değerler ve kurumlarla 1923 Türkiye’sini yargılayıp, değerlendirip 90 yaşına gelmiş Cumhuriyeti kuruluşundan beri mahkum etmeye yönelen tutumlar, bunu savunan siyasal hareketler sözcüğün tam anlamıyla gericidir.

Keza 1923 değerlerini ve kurumlarını 2013 koşullarında savunmak ve diriltmeye çabalamak da sözcüğün tam anlamıyla gericiliktir

Cumhuriyet’in 90. yıldönümünde bayram etmek, 2013'e yaraşan, insanlığın 21. yüzyılda ulaştığı kazanımlara saygılı bir cumhuriyetin değerlerini ve kurumlarını savunanların ve ete kemiğe büründürmeye çabalayanların hakkı olsa gerek…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim