20 Ocak 2022

19 Ocak 2007. Gece. Sebat Apartmanı önü

Gece bastırdı. Kalabalık iyice azaldı, azaldı, ben dahil altı genç kaldık. Çiçekleri düzenliyor, mumları yakıyor, tek tük gelen olursa yanıt veriyoruz. Önceden tanışmıyoruz. Gizli bir iş bölümü. Geceden koruyoruz Hrant'ı. Altı gençten sadece iki Ermeni tanıyor birbirini. Ben dahil iki Türk ve iki de Kürt var

Gazete yazıcılığında ara sıra başvurulan masum bir hiledir. Yazan hastadır, keyifsizdir, konu bulamamıştır, başka bir işi vardır, yazı yazmak içinden gelmiyordur falan filan...

Bir okur mektubunun başına bir paragraf, sonuna iki satır ekleyip yayımlarlar. Böylece günü kurtarmış olurlar.

Övüneceğim: Bunu hiç yapmadım. Bir okur mektubu yayımladıysam, ben daha iyisini yazamayacağım içindir.

Tıpkı bugün okumakta olduğunuz Tırmık gibi. 19 Ocak gecesi. Sebat Apartmanı'nın ikinci katında Hrant'ın ve benim ve pek çoğumuzun sevgili dostu Sarkis Seropyan ağlayan, donup kalmış bomboş duvarlara bakan, acıları yüzlerinden okunan Agos tayfasına doğru gürlemişti:

- Bırakın ağlamayı, sızlanmayı. Haydi davranın, Agos'un yeni sayısını çıkaracağız. Eğer Agos susarsa Hrant asıl o zaman ölmüş olur.

Bütün Agos takımı, destek için koşup gelmiş Ümit Kıvanç ve Aydın Engin dahil hepsi toparlandılar ve çalışmaya başladılar. Yoğun bir çalışmaydı. Aşağıda kapının önünde, kaldırımda neler olup bittiğinden haberleri yoktu.

O gece orada olanları ben de şimdi sizlerle birlikte öğreniyorum.

Yazanı tanımıyorum. Zaten bir yazı değil, bir tweet dizisiydi. Ben hiç ekleme yapmadan sadece tek bir yazı haline getirdim.Yazanın adını bile bilmiyorum. Sadece T24'te yayınlamak için izin istedim. Duraksamadan verdi.

Şimdi sizi o gencin yazdıklarıyla baş başa bırakıyorum. Okuyunca bana hak vereceğinizi, "İyi ki sen yazmadın, yerini bu gence bıraktın" diyeceğinize eminim.

Buyrun.

* * *

Hrant Dink'in öldürüldüğünü işyerinde öğrendim. Boş boş baktım. Sonra müdürüme gittim, "Ben kendimi iyi hissetmiyorum, çıkacağım" dedim. "Senden zaten bu beklerdim" dedi. Ne demek istediğini bir gün sonra anladım. Çıktım. Agos'un önüne gittim.

Agos'un önü kalabalık. Sürekli yeni insan grupları geliyor, gidiyor. Evim yakın aslında, Pangaltı'da ama bir türlü gidesim yok. Yoruldukça oturuyorum kaldırıma. Geceye doğru artık tam gidecektim yağmur başladı. Birden kalabalık dağıldı seyrekleşti.

Beni de panik bastı. Kaldırımlar çiçek dolu. Mumlar yakılmış. Hrant'ın çerçeveli bir resmi. Ya şimdi faşistler gelir tekme atarsa bu resme? Kim koruyacak? 

Gidemedim, kaldım orada. Boş durmayayım diye sürekli sönen mumları yeniden yakıyorum.

Kalabalık iyice azaldı, azaldı, ben dahil altı genç kaldık. Çicekleri düzenliyor, mumları yakıyor, tek tük gelen olursa yanıt veriyoruz. Önceden tanışmıyoruz. Gizli bir iş bölümü. Geceden koruyoruz Hrant'ı. Altı gençten sadece iki Ermeni tanıyor birbirini. Ben dahil iki Türk ve iki de Kürt var.

Ama bizi bir araya getiren öyle politik bir tepki, bir karar değil. Hatta ortamdaki tek sol örgüt mensubu benim. "Faşistler gelirse direngen duralım" diyorum Mahalleden bir Kürt, biraz bıçkın, "Hallederiz" diyor. Ermeniler sessiz, en az onlar konuşuyor. 

Yanımızca arabalar yanaşıyor bazen. İçinden birileri çıkıyor, istavroz yapıyorlar, çiçeklerini bırakıp gidiyorlar hemen. Mahalleden Kürt abi "Bak bunlar mahalleden. Gece geliyorlar. Çekiniyorlar, korkuyorlar haliyle. Yoksa bize mi kalırdı Hrant'ın başında beklemek?" 

Gecenin 3'ü. Karşı kaldırımda hareket var. Polis arabaları. O zamanın emniyet müdürü Cerrah, yanında birçok polisle iniyor arabalardan. Hiç bizim tarafa geçmiyorlar. Bir polis hızlı hızlı, elleri kollarıyla olayı anlatıyor, parmakla bizim tarafı gösteriyor Cerrah yere bakarak sadece kafa sallıyor; arada parmak nereyi gösteriyorsa oraya bakıyor.

Gecenin dördü. Aşırı abartılı bir adam geliyor. "Abim" diyor, "Seni aldılar" diyor. Diğer Türk "Ben tanıyorum. Kıvırcık Ali bu" diyor. 

Yorulmuşuz, ıslanmışız ama Agos'un merdivenlerine tünemiş halimiz değişmiyor. Arada bir sıkılan mumları yakmaya gidiyoruz. 

Böyle böyle sabah oldu.

Eee artık sabah gözüyle faşistler gelip dağıtmaz eve gideyim diyordum. Ama birden kalabalık bastırdı. Biz altı genç bir nevi ev sahibi oluverdik. Gelenleri karşılıyoruz, yönlendiriyoruz, konuşmak istiyorlar biz de konuşun diye usul usul gözlerle dinliyoruz onları. 

Birden aklıma geldi: Bir defter bulsak!

Açılır açılmaz karşıdaki kitapçı-kırtasiyeciye koştum. Dedim "En şık beyaz çizgisiz defterinizi verin". Öyle bir şey istiyorum. Arasan bulamazsın, deri kaplı kocaman ciltli bir defter. 

Soruyor: Ne için lazımdı? 

Cevap veriyorum: Hrant'ın taziye defteri olacak. 

Soruyorum: Ne kadar? 

Karşımdaki hiç ses çıkarmadı, uzun baktı. Anladım para almayacak. Teşekkür ettim çıktım. 

Agos'tan küçük bir masa indirmiş diğer çocuklar. Çerçeveli resmî masaya aldık, çiçekleri düzdük, taziye defterini açtık. Gelen giden birden çoğaldı. Türkan Saylan geldi çok hastaydı. Yanında destek olan insanlar. Deftere yazdı, ağladı yazdı.

Bir kadın geldi bana bakıyor sevgiyle. "Seni kiliseden tanıyorum değil mi" diye sordu. "Ne güzel gençlersiniz siz" diye ekledi. Şaşırdım, "Ben Ermeni değilim, Türk'üm" dedim. Baktı ve ağlamaya başladı. "Hrant" dedi, "Bizim babamızdı. Babamız öldü. Şimdi ondan başka birisi ölseydi, 20 Ermeni genci buraya dizerdi. Babasız kaldık sahipsiz kaldık" dedi. 

Omzuna elimi attım, "Biz de evladınız" dedim, "Ağlamayın".

Bu kadar. 

Ağladım yazamadım devamını. 

Bizim de babamız öldü, bizler de sizlerin evlatlarıyız.

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim