11 Nisan 2022

Valery Panyushkin: Tarih önünde yargılanması gereken bir Rus gazetecisiyim, canavarım 

"Nerede hata yaptım? Bilmiyorum. Ancak Tolstoy‘un dediği gibi, Rusya‘nın başlattığı savaşta benim de hatam olduğu kesin."

Tolstoy, "Savaş gibi korkunç bir felaket tek bir adamın iradesiyle üretilemez, bundan herkes sorumludur" diye yazar.

Valery Panyushkin 1969, Leningrad doğumlu bir gazeteci. Bir kısmı Batı‘da yayınlanmış 11 tane kitabı var. Hemen hepsi de muhalif, Rusya‘nın giderek tehdit oluşturan bir ülke olmasına dikkat çeken kitaplar. Geçtiğimiz günlerde bir makale yayınladı. Bir iç hesaplaşma, herkesi dönüp kendisine bakmayı yöneltebilecek cinsten.

Dünya bizi bize tanıtmak için dizayn edildi, insanlık olarak fazla vaktimiz kalmamış olabilir. Belki de tedavülden kaldırılacağız. Bu yüzden bir an önce iç hesaplaşma yapsak, kendimizle yüzleşsek hiç fena olmayacak. Panyuskhin şöyle yazıyor:

“Bir canavar ne hisseder? Artık biliyorum. Kendimi bir canavar gibi hissediyorum. İnsanlar benden kaçtıkları için değil, sabah usturayla aynanın önüne geldiğimde ben kendimden kaçtığım için. Ruslar yalnızca canavarların serbest kalabildiği bir savaş başlattı. Rus’um yani ben bir canavarım.

Birkaç yıl önce Kiev Üniversitesi‘nde yaratıcı yazarlık dersi verdim. Öğrencilerle “Karakter dönüşüm yayı”, “Dörtgen zıtlık”, “Metnin kompaktlığı” ve ilginç hikâyeler anlatmaya yarayan diğer püf noktaları hakkında konuştum. Soru zamanı geldiğinde, bir kız ayağa kalktı ve orada, herkesin önünde kendi adıma ve tüm Ruslar adına özür dilememin gerekli olup olmadığını sordu. Rusya, Ukrayna‘da sahte seçimlere yardım etmişti ve Nezalezhnosti Meydanı’nda gösteri yapan kalabalığa ateş açılması emrini veren gaspçı Yanukovych’yi desteklemişti.

O an kendimi hiç suçlu hissetmedim. Öğrencileri adımı Google ve Wikipedia’nın benim hakkımda söylediklerini okumaya davet ettim.

Meydan‘da olan Rus gazetecilerin hepsinin yalan söylemediğini göstermek için göstericilerin yüksek sesle okudukları bir makale kaleme almıştım. Dahası son derece muhalif kitaplar yazmıştım. Gazprom üzerine olan kitabım “Yeni Rus silahı”, Rusya‘ya enerji bağımlığının özgür dünya için ne kadar tehlikeli olduğu konusunda açıkça uyarıyordu. Moskova‘da bir muhalefet mitinginde tutuklanmıştım. Sözde vatansever listesinde “Rusya‘nın düşmanları” olarak listeleniyorum. Arkadaşlarım hapiste ya da sürgünde…

O zamanlar Kiev Üniversitesi’nin o sınıfında Rusya‘nın Ukrayna işlerine karışmasında suç ortağı olmadığımdan emindim. Tam tersine, muhalefetin sesi olduğumu düşünüyordum.

Ama artık değil. Oysa 24 Şubat 2022‘den bu yana Ukrayna‘nın askeri olarak işgal edildiği andan itibaren, sansür başlamadan önce savaşa karşı son makalelerden birini yazma fırsatım oldu. Sansür yürürlükteyken pasifist şarkı Il Sole Nero‘yu yazıp yayınladım. Ama bunları yapmış olmam kendimi suçlu hissetmeme engel olmuyor.

Leo Tolstoy‘un Savaş ve Barış‘ta anlattığı savaş kavramını genoma çoktan yazdırdı. Savaş ve Barış‘ın 3. kitabının başında Tolstoy, savaş gibi korkunç bir felaketin ister çar, ister lider, ister cumhurbaşkanı olsun, tek bir adamın iradesiyle gerçekleşemeyeceğini yazar. Savaşın başlaması için hükümdarın emir vermesi kadar generallerin de itaat etmesi, askerlerin evlere dağılmadan kaçmaması, diplomatların ilgili notları yazmaya istekli olması, gazetecilerin de övmesi gerekir.

Hatta sıradan vatandaşlar bile çocuklarının gitmesine izin vererek savaşı desteklemiş olurlar. Bir savaşın olması için -diye yazar Tolstoy- binlerce insan iradesinin, binlerce koşulun, milyonlarca insan eyleminin katkısı gereklidir.

24 Şubat‘ta Rusya‘nın başlattığı savaşta, diğerleriyle birlikte ona katkıda bulunan benim küçük iradem de var.

Nerede hata yaptım? Üç yıl önce adam gibi bir yazı yazmak yerine tatile mi gittim? Rus askeri harcamaları ve sağlık hizmetleri arasındaki orantısızlığı açıklayıp kamu kanser kliniklerindeki çocukların ihtiyaçları üzerine metinler yazdım mı?

Mariupol, Buça, Kiev‘deki sivilleri öldüren silahları üretmek için kullanılan vergileri ödedim mi? Protesto mitingine gitmek yerine çocuklarımı yürüyüşe mi çıkardım? Nerede hata yaptım?

Bilmiyorum. Ancak Tolstoy‘un dediği gibi, Rusya‘nın başlattığı savaşta benim de hatam olduğu kesin.

Bir gün 140 milyon insanın tamamı tövbe için diz çökerse, başkomutan, savaş bakanı, televizyon propagandacıları, fırıncı, anaokulu öğretmeni eşit derece suçlu olduğunu anlamıştır demektir.

Dünya mülteci dalgası ile sarsılırken Ukrayna insani felaketin zirvesindeyken Rusya‘da ne yazıldığı kimin umurunda?

Halbuki, dünyanın bunu umursamasını çok isterim. Buna ihtiyacım var, kalbimde ağır bir suçluluk duygusu var çünkü…

2. Dünya Savaşı sonrası İngiliz Askeri Mahkemesi, Hitler‘in Mareşali Erich von Manstein‘ı 18 yıl hapis cezasına çarptırmıştı. Manstein, dört yıl sonra serbest bırakıldı ve Alman Şansölyesi Konrad Adenauer’ın isteği ile Bundeswehr’de askeri uzman olarak çalışmaya devam etti. Suçun kefareti ödenmişti.

Sanırım benim suçum çok daha hafif ama bunu affedecek bir sosyal mekanizma yok. Oysa, tam olarak neden suçlu olduğumu ve bunu nasıl telafi edebileceğimin söylenmesini çok isterdim. Suçluluğumun ve cezamın belirlenmesini. Çünkü kendimi yiyip bitiriyorum. Cezam belirlenirse ölenler için, savaş mağdurları için, mülteciler için çektiğim acı, onlara karşı duyduğum utanç duygusundan kurtulabileceğim sanki.

Böyle bir sosyal mekanizma ile yargılanma ihtimalim düşük ama Rusya‘da tam da bu duygu ve düşüncelerimden dolayı  “Ulusal hain” olarak mahkemeye çıkma ihtimalim çok yüksek.”

Desen: Selçuk Demirel

Panyushkin‘in itirafları burada bitiyor. Bizimkiler başlıyor diyebilmek isterdim ama başlamıyor…

Türkiyeli gazetecilerin vicdanı rahat olmalı mı?

Yakın geçmişe kadar gazetecilik kamu yararına bir iş olarak kabul edilirdi. Bu yüzden birçok imtiyazları vardı. THY biletlerimizi, telefonumuzu bile yarı yarıya öder, birçok yere ücretsiz girerdik. Özal, haklı olarak bunlar özel sektör deyip kaldırdı imtiyazları. Evet, özel sektör olmuştuk artık.

Tabii ki, muhabirler şahane haberler yapmaya, “köşeciler”, “yorumcular” muhalefet yapmaya devam etti, ediyor ama herkes biliyor ki, kişisel çıkarlar, patronun çıkarları her şeyin üzerinde tutulmaya başlanmıştı artık. Öyle de gitti, balığın başı koktu bir kere…

Bu arada, iktidarın gücünü tadıp paranın alabileceklerini alıp muhalif cepheye dönenlerin, yürekleri titreten yazılar yazanların sayısı da az değil.  

Sokaktaki vatandaş mı? Ukraynalılar savaş koşullarında raflara saldırmazken burada aç kalacağız diye stoklar tüketiliyor.

Hal böyle iken iki yazı, bir miktar TV yorumu ile muhalif kimliğini “onurla” taşıdığını zannedenler, Rus gazetecinin acısını yüreğinde hissedip yapmadıkları (yapmadığım) haberler için acı çekiyor mudur?

Malum, gazetecilik öncelikle haber yapmaktır. Yoruma hacet bir durum yok zira. Kral çıplak ve bunu herkes görüyor.

20 yıllık AKP iktidarının suçunu kaçımız kendisinde arıyor? Bu doğa, insan katliamında hiç mi payımız yok? Kaç kişi haberleriyle kastı kavurdu bu süreçte?

Tüm dünya sokaklara dökülürken biz Ukraynalı kadınları bile Rus Konsolosluğu’nun önünde yalnız bıraktık. Kendi kendilerine ağladılar. Eskiden insan zincirleri oluşturmak için otobüslerle termik santral protestolarına giderdik. Onlarca yıldır tarım alanları, zeytinlikler işgal edilirken kaç kişi yanlarındaydık köylülerin? Bizim ülkemizde de doğa gasp ediliyor, ağır ihlaller var, büyük suçlar işleniyor. Yeterli tepkiyi veriyor muyuz?

İmza ve sosyal medya paylaşımı demeyin sakın bana. Hükmü yok zira…

Hükmü olmadığı gibi, oradan bir de mağduriyet iktidarına çökmeye çalışılıyor…

Dahası, iktidara karşı vermemiz gereken mücadeleyi birbirimize karşı verdik. İncittik birbirimizi.

Bu listeyi uzatmak mümkün ama gerek var mı?

Dünya’da ve bu ülkede yaşanan her şey bizi kişisel muhasebe yapmaya zorluyor.

İnsanlık hafızasında bir zaman bir yer işgal ediyoruz. Geleceği mayalamaya kendimizden başlamak zorundayız. Anlam üretmeyi ve dünyayı yeniden kurmayı öğrenmek zorundayız.

Rus gazetecinin çaresizliğini iliklerime kadar hissettim. 12 Eylül‘ün ertesinde bir yurt dışı yolculuğunda bir arkadaşımın partisine gitmiştim. Avrupa, Afrika göçü ile yeni tanışıyor, siyahiler çok “ilginç” bulunuyordu. Parti de bu ilginç adamlardan biri için verilmişti. Otantik bir yemek gelecek diye anons edilip bildiğimiz türlü verilince “Aaa, bu bizde de vardır.” diyecek oldum ki “Vay, sen kimsin?” falan derken Türk olduğumu söyledim ve bir uğultu yükseldi “Faşist misin?” diye. Çok kızdım, tepki verdim. Batılıları derin cehaletle suçladım zira cuntaya karşı yaşamımı tehlikeye atacak kadar mücadele vermiştim ama toplumsal yargılamanın ne olduğunu anladım o gün.

Ben ödevimi yapmıştım, yapmayanlar düşünsün diye böbürlenirken o ülkede yaşananların yaşayanlara mal edildiğini anlamıştım.

Bize biçilen rolleri oynamak bile büyük suç.

Olağanüstü bir dönemin tanığı ve katılımcısıyız. Gezegenin gidişatına bakılırsa bunlar son repliklerimiz de olabilir o yüzden huzuru bulmak, kendimizle yüzleşmek, birleşmek zorundayız. YOKSA OKYANUSA KAVUŞAMADAN ÇAMUR OLACAĞIZ.

Ukraynalı yazarın savaş günlüğü

Asıl merak edilen kuşkusuz bir gün Game of Thrones dizisinde oynar gibi ağır bir bombardıman ile uyanan Ukraynalıların bununla nasıl başa çıktıkları. Hâlâ pasta ve havyar satan dükkanların açık olduğu, World Atlas‘ın verdiği sayıya göre 7,5 milyon kedinin yaşayabilmesi için pet shopların kepenklerini indirmediği Ukrayna‘da köylüler, direnebilmesi için her gün Kiev‘e erzak taşıyor. Kadınlar henüz ojelerini çıkarmadılar, Buça’daki katliamda çekilen manikürlü elin fotoğrafı belki bu yüzden o kadar çok gazetede manşet oldu. Manikürlü elin sahibi İryna Filykina idi.

Ukraynalı, 1988 doğumlu yazar Markjan Kamys (Ülkesinde bilinen ve sevilen bir yazar) savaşın başladığı ilk günden bugüne kadar birçok Batı yayın organında yayınlanan “Savaş Günlüğü”nü yayınlıyor.

Ben ilk günlerden birini seçtim aktarmak için ama inanın her gün çok acayip şeyler yazıyor:

Askere gitmek için sıra bekleyenlerin sayısı silahtan daha fazla

“Dükkanlarda sonsuz kuyruklar var, sirenlerin sesi kıyamet hissi veriyor. Ama kimse tepki vermiyor, kimse saklanmıyor. Kimse beş dakika daha beklememek için sıradaki yerini kaybetmek istemiyor.

Askerler için kan bağışına gidiyorum ve bu vesileyle toprak savunma birimlerine katılmaya çalışıyorum. Ama nereye gidersem bana boş yer olmadığını söylüyorlar. Yedekler, ikinci yedekler bile dolmuş. Memur bana “Seni geri arayacağız.” diyor. İş görüşmemin iyi gitmediğini anlıyorum.

Yani gönüllü olmak için yapılan talep yığını Elena Ferrante‘nin parlak arkadaşı kadar yoğun.

İnsanlar sıraya girip orduya katılabilmek için memurlara rüşvet vermeye çalışıyor.

Oradan çıkıp donör merkezine ulaşmaya çalışıyorum. Ulaşıyorum sonunda ama kana ihtiyaçları yok. Nadir kan gruplarından RH negatif için bile fazlasıyla bağışçı var.

Buraya gelebilmek için 15 km yürüdüm. Rus faşistlerin gitmesi için 150 bin km yürümeye bile razıyım.

Birkaç gündür sadece çikolata ile besleniyorum ve başım çok ağrıyor. Akşam eve gidiyorum, bunları yazıyorum ve hava saldırıları sığınağına gitmiyorum. O kadar yorulmuşum ki, sirenleri bile duymadan uyumuşum.

Tüm bunlara alışmanın ne kadar az zamanımızı aldığını bilseniz şaşarsınız.”

Orman, göl ve hayatın kısmen normale dönmesi

Bu da Ukraynalı yazar Kamys‘in 6 Nisan tarihli yazısından:

“Evimin az ötesinde yemyeşil bir park ve göl var. Güneye kadar uzanıyor ve ormana kavuşuyor. Savaşın başlamasından bu yana Rus paraşütçüler birkaç kez parka indi. Askeri yönetim gündüz bile parka girmemizi yasakladı.

Ruslar gitti ve park yeniden canlanmaya başladı. Spor bileklikleri, renkli bandanaları ile koşu yapanlar, dar kesim takım elbiseleri ile yürüyüş yapanlar, yavaş yavaş yürüyen çiftler, sazan yakalamak için yerini alan balıkçılar geri döndü.

En sevdiğim kafe yeniden açıldı. Sahibi gerçek bir emekçi olduğu her zaman oraya giderim…

Küçücük bir köprünün üzerinden atlayıp göle demir atmış eski bir gemi iskeletine tırmanıyorum.

Martılar gölün üzerinde daireler çizip gevezelik yapıyorlar. Biri traktörü parkın kenarına park etmiş Rus tankı avlamak için. Tepenin altındaki bazı ağaçları kesmişler. Eskiden olsa kızardım, şehrin savunma ihtiyacı içinmiş odunlar.

Hayatın zaferini ilan etmek için her bahar bu göle gelirdim. Bugün yine geldim: Hayatın kazandığını haykırmak istiyorum ama balıklar korkmasın diye fısıldıyorum.”

Yazarın Diğer Yazıları

Hükümetlerin, savaşların zulmüne uğrayan yazarlar, şairler

Uluslararası PEN hükümetlerin - savaşların zulmüne uğrayan yazar ve şairler hakkında bir rapor yayımladı

"Tutti Frutti"den Kızılcık Şerbeti'ne

Diğer her şey hayatın olağan seyrine uygunmuş gibi, laikçi görünümlü siyasal İslam propagandası pompalanıyor, diye isyan eden edene

Mazisi silinenlerin ülkesi olduk

Niyetim bıkmadan usanmadan yaşadığımız topraklarda insanların giderek sığınabilecekleri rutinlerinin, mekanlarının elinden alınmasına dem vurmak