15 Eylül 2023

Yepyeni ve görkemli bir Agatha Christie uyarlaması

Filmin görselliği çok üstün. Hele başlarda sunulan, dünyanın belki en iyi korunmuş kenti gibi gözüken Venedik dekorları bir harika

VENEDİK'TE CİNAYET

X X X ½

(A Haunting in Venice)

Yonetmen: Kenneth Branagh
Senaryo: Michael Green
Görüntü: Haris Zambarloukos
Müzik: Hildur Guonadottir
Oyuncular: Kenneth Branagh, Michelle Yeoh, Jamie Dornan, Tina Fey, Dylan Corbett-Bader, Amir El-Masry, Riccardo Scamargio, Fernando Piloni, Kelly Reilly, Jude Hill, David Menkin, Lorenzo Acquaviva, Emma Laird, Stella Harris

Fox filmi, 2013

Bu film o kadar çok şeyi bir araya getiriyor ki... Özellikle polisiye roman ve filmlere meraklı bir kitle için (ki ben de öyleyimdir) birçok anıyı canlandırıyor, önemli isimleri hatırlatıyor. Ve kendine özgü bir lezzetle ekranlarımıza yansıyor.

Bu öncelikle bir Agatha Christie uyarlaması. 1890-1976 arası yaşamış (yani maşallah 86 yaşına ulaşmış) bu İngiliz kadın yazar, özellikle dedektif Hercule Poirot karakterini yaratmış ve popüler kılmıştı. Ayrıca Mary Westmacott adıyla aşk romanları da yazmış, iki eş değiştirmiş bir hatundu. Poirot'nun yanı sıra bir diğer kahramanı Jane Marple adlı bir kadındı. Bir tarihte romanları en çok satmış yazar sayılmıştı. Aynı ölçüde de birçok filme de kaynak olmuş...

Ama sinema onu bir zamandır unutmuştu. Bu ilginç bir dönüş ve keyifle izlenen bir büyük bulmaca olmuş. Hele finale doğru "Katil kim?" sorusunun on dakikada bir değişen yanıtlarını düşününce!...

Christie'nin "Hallowe'en Party" romanından uyarlanmış olan hikâye 1947 yılının Venedik'inde başlıyor. Tatilini orada geçiren Hercule Poirot artık emekli olmuştur. Bu nedenle kendisinden yerel dille 'Sinyor Poirot" diye yardım isteyen insanları kibarca reddediyor. Arada İtalya'da da Cadılar Bayramı'nın en ateşli biçimde kutlandığını görüyoruz!...

Ve kahramanlar birer- ikişer geliyor. Uzakdoğulu gibi duran (nitekim bu roldeki Michelle Yeoh Malezyalı) bayan Reynolds, gaipten gelen seslere kulak veren, ölülerle irtibat kuran gizemli bir kadındır. "Her ev perilidir, lanetlidir" diyerek o gerçekten birbirinden eski Venedik evlerini çok iyi sunuyor.

Bu arada esrarengiz doktor Ferrier ve onun Edgar Allan Poe romanlarını elinden düşünmeyen, büyümüş de küçülmüş oğlu Leopold... Kızı Alicia'yı en esrarengiz biçimde kanala gömen talihsiz anne Rowena... Ki lanet dolu bir evde yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Bir kadın roman yazarı; bir gerilim ustası olan, 30 kitabının 27'si best-seller olmuş Ariadne... Ki yeni bir atılım için ilham aramaktadır. Zavallı Alicia'nın eski nişanlısı Maxime...

Ve elbette baş kahramanımız. Yani bizzat Hercule Poirot... Agatha Christie onu nedense Belçikalı olarak çizmiştir!... Bu nedenledir ki İngilizcesi son derece aksanlıdır ve anlaması kolay değildir!... Perdede o kadar ünlü ona kimliklerini vermiştir ki: Peter Ustinov'dan Albert Finney'e, John Malkovich'den Alfred Molina'ya... Ve birkaç kez de -belki en iyisi olarak- Kenneth Branagh'a...

Ve ölümler başlar. Sadece ilkini söyleyeyim: Kahin bayan Reynolds'un üzerine düşen bir avizeyle ölmesi açılışı yapar. Ardından gelecekler vardır. Ve böylece filmin biraz yavaşlamış temposu yeniden hız alır. Başta dediğim gibi art arda gelen sürprizlerle...

Filmin görselliği çok üstün. Hele başlarda sunulan, dünyanın belki en iyi korunmuş kenti gibi gözüken Venedik dekorları bir harika. İnsanı koltuğunda kıskançlıktan kıvrandıran... Birçok ilginç ve unutulmaz sahne var. Alicia'nın dostu papağan sahneleri... Daktiloyla ruh çağırma sekansı!... Bence kadınlarla yürüyen tüm sahneler...

Ve de bizimle ilgili anmalar. Örneğin annenin vaktiyle İstanbul'a geldiğinden söz etmesi, veya söz konusu bal ve etkileri olunca, o "Türkiye'den gelen deli balı" lafı...

Oyunculara gelince... Tüm kadınları çok beğendim. Kahin kadında Malezyalı oyuncu Michell Yeoh da başlarda yer alır. Onun en son Oscar'larda Her şey Her Yerde Aynı Anda filmiyle en iyi kadın seçildiğini hatırlıyor musunuz? Yaşını veremiyorum, çünkü kaynaklarda yok!...

Ama erkekler de elbette çok iyi. Hele o küçük velette Jude Hill... Umarım iyi bir geleceği olur. Ama Kennett Branagh'ı kutlamak şart. Bu değerli İrlandalı sanatçının 1980'lerde başlayan son derece parlak bir kariyeri var. Yazar- yönetmen- oyuncu olarak çok çalışmış. Birçok Shakespeare uyarlamasında oynamış, birçok ünlüye hayat vermiş. Son yıllarda iki Agatha Christie uyarlamasında Poirot'yu oynamış: Doğu Eksperinde Cinayet (2017) ve Nil'de Ölüm (2022). Onu en son Oppenheimer'de de küçük bir rolde izlemiştik. Birçok Oscar adaylığı var: ama ödülü 2022'de Belfast filmi için almış: özgün senaryo dalında... Bence artık o sinemanın en iyi Hercule Poirot'su oldu çıktı. O tipik İngiliz soğukkanlılığı taşıyan oyununu düşündükçe hayran oluyorum.


Dikkat: Benim eleştirisini daha önce verdiğim Derviş Zaim'in Tavuri filmi bu hafta vizyona giriyor. Çok ilginç bir film olduğunu hatırlatayım.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan... " sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Altın Palmiye’li, bol seks ve ırk kavgası içeren bir film

Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Son haftaların en iyi filmi bence...

Bir ustadan ölüm ve ötanazi üzerine cesur bir film

Film görkemli bir melodram tadı içeriyor. Konuşmalar oldukça edebi; yani yer yer suni (yapay) kaçıyor. Ayrıca dünyamızın gidişi üzerine de ahkam kesiliyor. Ama belki en önemli yanı, iki kadının o inanılması zor ilişkisi

Görkemli bir hayal kırıklığı

Başlarda oldukça ilginç gözüken bu film, sonunda insanı neredeyse boğar!.. Ve sanki zaman zaman yönetmen finalde kullanılan ‘ucube’ lafını üzerine giyer. Kanlı-bıçaklı, her türe el uzatmış, ama en büyük özelliği zırvalık olan bir film...

"
"