O güzel Ankara’nın her yanını saran garip heykeller, o sanki Los Angeles’teki bir eğlence parkından çıkıp gelmiş gibi duran tarih-öncesi dinozorlar…
O, sanki yaramaz bir çocuk zevki ve edasıyla…Cumhuriyet’in başkentine büyük yeşillikler, oyun ve rekreasyon alanları, çağdaş meydanlar katmak yerine…Anıtkabir’in siluetine bile tecavüz eden dev yapıları, estetiği son derece tartışmalı yontuları şehrin bağrına saplayıp duran bir başkan…
Ve ardında bıraktığı büyük ve kolay çözülemez tartışma: bu garabet şeylere, bu dev yaratıklara, bu pervasız bir mızrak gibi yükselen kulelere yapılmış onca yatırım sokağa atılıp gözden çıkarılmalı mı? Yoksa bunlara biraz daha masraf pahasına çağdaş fonksiyonlar verilmeye çalışılmalı mı?
Emin olun, verilecek kestirme yanıtım yok. Her durum ayrı ayrı ele alınmalı, uzmanlar ve bilim insanları bir araya gelip tartışmalı.
Kendi adıma ve çok kabaca, Ankapark’ın da, o dev kulenin de bir biçimde bitirilmesine taraftarım. O büyük yatırımları politik nedenlerin de etkisiyle tümüyle yok etmek yerine, biraz daha harcayarak çağdaş kılmak bana daha akıllıca gözüküyor.
Ama, dediğim gibi, mimarlar, şehirciler, sanatçılar bir araya gelmeli. Ve öneriler geliştirmeli. Gereğinde o yöre halkına da danışarak… Ve Ankapark’ı onca dinozoru iyice azaltıp sembolik düzeye indirerek, bol yeşil katarak, tam bir nefes alma alanı haline getirmeli. O kuleyi de halka açmalı.
Ama daha önemlisi, hiçbir kent artık tek bir başkanın denetimsiz buyurganlığına terk edilmemeli. Gökçek’in Ankara’yı dinozor istilasına uğratması, Topbaş’ın İstanbul’u gökdelenlere boğması ya da Boğaziçi’nden Haliç’e tüm kıyılarını doldurması gibi olaylar kesinlikle tekrar edilmemeli.
Ve de şu günlerde hepimizin yüreğine dokunan Yassıada olayı. Çünkü kent bitti, adalara tecavüz başladı. O yemyeşil adayı böylesine betona boğanlara tek bir şey söylemek geliyor içimden: Allah belanızı versin!
Peki ama, kimlerseniz ve neredeyseniz… Hadi yeşil ve ağaç sevginiz yok. Varsa da doların yeşiline kesinlikle mağlup düşmüş...
Ama o adada olup bitene, Menderes ve arkadaşlarının yaşadıklarına, yakın tarihimiz içinde onların temsil ettiği siyasal şehitlik mertebesine de mi hiç saygı duymadınız? Nasıl oldu da bir adaya böylesine bir saldırıyı mübah saydınız? Hiç mi insanlığınız yok sizin?
Ayrıca, Gökçek’in dinozorları yetmez. Bu umalım ki birçok alandaki dinozorları tasfiye etmek için bir büyük harekatın başlangıcı olsun
Elbette siyasetten başlayarak… Ülkeyi bu hale getirenler…20 yıla yakındır iç ve dış politikada böylesine çuvallayanlar…Ne ekonomi bırakanlar, ne içte kardeşlik ve birliktelik, ne de dışta saygınlık…
İçerde çözemedikleri sorunları dış ülkelere yollayanlar. Ve de Türkiye’yi oradaki adalet çarklarının önünde sanık haline getirenler… Ülkeyi her açıdan böylesine sıkışmış ve kuşatılmış hale koyanlar.
Ve ne de sözüm ona farklı misyonlarla yola çıkıp bunlara ihanet edenler. İktidardakilere en zor zamanların yardım eli uzatanlar, destek olanlar, koltuk değneği sunanlar. Bunlar da artık çekip gitmesi gereken dinozorlar..
Ve de adalet denen dev çarkın her bir yanına tünemiş olanlar. Esen bir panik fırtınası içinde, onca masum insanı bozuk para gibi harcayanlar. Özgürlüklerinden, demokratik haklarından, içlerinden-güçlerinden mahrum edenler, yaşam haklarını ellerinden alanlar…
Haincesine tutuklanıp kimi zaman mahkemeye bile çıkarılmadan içerde tutulan gazeteciler, yazar-çizerler, öğretmenler, akademisyenler, emekçiler, sade insanlar…
Örneğin Nuriye Gülmen olayı. Tek amacı canı gibi sevdiği mesleğine dönmek olan ve bunun için son derece bireysel, ayni ölçüde de meşru ve trajik olan bir yolu, açlık grevi yolunu seçen Gülmen, tam dokuz ay sonra ve de ölümün eşiğine gelmişken… Herhalde ortalama bir hukuk bilgisi ve asgari bir vicdanı olan savcı tarafından bile serbest bırakılması talep edilirken...
Mahkeme heyeti bunu kabul etmiyor. Ve tutukluluğun devamı kararı çıkıyor.
Bu noktada söz bitiyor. Artık ne denebilir ki...O hakimler bu kadıncağızın canını istiyor, almadan bırakmayacak... Allah adaleti de bu hukuk dinozorlarından kurtarsın.