15 Eylül 2015

Suudilerden Fatih Belediye Başkanı'na: İslamcılığı ranta alet edenler

Bak, Mustafa Demir kardeşim, Tarih Baba’nın senin adını da iyi anmasını diliyorsan, bu rant sevdandan vazgeç!

Kâbe’de yaşanan facia nasıl korkunç, nasıl üzücü, nasıl akıl ve havsalanın almayacağı bir şey... Bir büyük dinin, yeryüzünde yüz milyonlarca insanın yüzünü çevirdiği, hayatını adadığı, ruhunu teslim ettiği bir büyük inancın değişmez mabedi olmuş, tarih boyunca kim bilir kaç milyar insanın alnını değdirdiği o kutsal mekanda böylesine bir faciaya yol açmak... Nasıl bir liderlik, nasıl bir yöneticilik, nasıl bir krallık anlayışıyla açıklanabilir?

Ben Kâbe’ye hiç gitmedim, Hac farizamı hiç yerine getirmedim. Bu benim eksikliğim, hesabı ancak benimle Allah arasında görülecek, başka hiç kimsenin karışamayacağı... Ama bu inanca, bu büyük dini göreve hep saygı duydum, yapanları uzaktan da olsa belli bir gıptayla izledim.

Ama Allah aşkına, o ülkeyi ve o kutsal mekanları idare edenler gerçekten de mevkilerini hak ediyorlar mı? Allah’ın evi olması gereken o alanı yıllardır bir büyük yatırım, bir inşaat, bir şantiye, bir rant alanı haline getirmek nasıl bir şey oluyor? Ki sevgili Ahmet Hakan’a şöyle yazdıran:

“İlk gittiğimde Kâbe tam bir inşaat alanıydı. İyi niyetli müminler ‘bitince çok güzel olacak’ diyorlardı. İkinci gittiğimde çevresindeki inşaat alanı çok daha genişlemişti.

Üçüncü gittiğimde, resmen İstanbul gibiydi Kabe... Boş bulunan her alanda büyük inşaat... İyi niyetli müminler bile ‘ne olacak bu işin sonu?’ demeye başlamışlardı.

Sonunda ne oldu? Yanına bir kilometre yaklaşılması bile tehlikeli olan bir vinç, binlerce kişinin tavaf yaptığı Kabe’nin iç avlusuna düştü, Onlarca kişi can verdi.

Ölüm Allah’ın emri; ama keşke şu Suudi’nin insan canını hiçe sayan merhametsiz kayıtsızlığı olmasa.”

Sadece insan canına karşı kayıtsızlığı mı, sevgili Ahmet?  Yaşadığımız şu korkunç dönemde, İslam’ı ilgilendiren her konuda hiçbir çağdaş davranış göremiyoruz Suudilerden... Büyük çoğunluğu Müslüman olan göçmenlerden birini bile almadılar, petrol zengini ülkelerine... Yüzbinlerce insanın dertli ülkelerinden kaçıp Batı’ya, temelde Hıristiyan olan toplumlara sığınmalarına göz yumdular, onlara kapılarını sıkı sıkı kapadılar.

Ve yine Hıristiyanlık kendi kutsal mekanlarına olduğu gibi korurken, örneğin Vatikan’a yüzyıllardır çivi bile çakılmazken, onlar Vatikan’dan çok daha gösterişsiz, çok daha basit, ama o sadeliği içinde en azından onun kadar yüce olan Müslümanlığın alçakgönüllü merkezini bir yatırım sahasına çevirdiler. Osmanlı’dan kalan eski yapıları acımasızca yıkarak, her yere betonu sokarak, dev oteller yapıp sermaye ve rant düşüncelerini açıkça beyan ederek...

Ve sonunda bu son faciada, ölü sayısı 110’u geçti, bizden kurbanlar ise 12’yi buldu. Kral hazretlerinin lütfedip hastaneyi ziyaret etmesi bu büyük suçu bağışlatabilir mi?

Ve hemen ayni günde, bir başka büyük dinsel merkezde, Kudüs’teki vaktiyle benim de ziyaret ettiğim Mescid-i Aksa’yı  Müslümanlara yasaklayan İsrail’in bu son densizliğine veryansın eden kimi çevrelerin, Suudiler konusunda hiç laf etmemesi, onlara adeta hoşgörüyle bakması, kafamın hiç almadığı bir şey oldu. Allah hepsine akıl fikir versin!...

 

Ya bizdeki rantçılar!...

 

Bu olayın bir başka versiyonu ise bizde yaşandı, yaşanıyor. Bu da AKP’nin son dönemdeki tipik ‘yatırımcı’ belediye başkanlarının prototipi olan Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir sayesinde...2004 yerel seçimlerinde Fatih belediye başkanı seçilen, 2008’de Fatih ve Eminönü’nü birleştiren karardan sonra ikinci kez başkan seçilip yetkilerini  tüm tarihi İstanbul’a yayan bu cin fikirli başkan, ne de güzel yönetiyor, birleşmiş Eminönü-Fatih’i...

Yönettiği bölgenin önemini bilmem biliyor mu, kavrıyor mu? Tarih boyu üç imparatorluğa başkentlik etmiş bu şehirde, hepsinin en önemli mirasının üst üste olduğu ve yoğun biçimde tarih soluyan bir yöre burası... Dünyanın en önemli tarihi merkezlerinden biri: ilk sıralarda yer alan...

Gül gibi, insanın gözü gibi bakılmaya, özenle yönetilmeye, açık bir tarih bilinci ve estetik yaklaşımla korunup güzelleştirilmeye çalışılması gereken bir yöre. Yöneticilerine büyük onur, ama ayni zamanda büyük sorumluluk getiren bir alan...

Peki belediye başkanı ne yapıyor? Bunca yıldır -on yılı aşkın süredir- Mustafa Demir adını nerede, ne zaman ve nasıl duyduk? Koruma, iyileştirme, onarma ve hayata döndürme projeleriyle mi? Ki bunun için dünyadan, örneğin UNESCO vb. saygın kurumlardan ne büyük yardım da sağlayabilirdi... Hiç böyle bir projesi, bu tür bir talebi oldu mu?

Bir Yılmaz Büyükerşen’in Eskişehir için yaptığı gibi çağdaş şehirciliğe ve korumacılığa uygun hayali oldu mu? Bunun için iç ve dış kaynaklar arayıp buldu mu?

O yörede yeniden canlandırdığı bir eski yapı, küllerinden doğuş bir Roma, Bizans veya Osmanlı eseri, kente yeni katılmış bir park, bir yeşil alan var mı? 

O tam tersine korumacılık zihniyetine karşı sanki Haçlı Seferi açmış. Gün geçmiyor ki bir rant projesi duyulmasın, koruma kurullarını aradan çıkaracak ve tüm yetkiyi elinde toplayacak bir girişimi olmasın... Sulukule evlerinden Yedikule bostanlarına, ünlü ‘siluet bozan’ gökdelenlerden Ataköy sahili faciasına, Kumkapı’yı yok eden girişimlerden Zeytinburnu’nu tehdit eden son planlara sayısız projeyle canına okunmak istenen ve de okunan eski kentte, artık son kalanı da yağmalama girişimleri çoğaldı.

Son haber, belediye yanına elbette Kültür ve Turizm bakanlığı ve Büyükşehir belediyesi gibi uygun kuruluşları da alarak (çünkü unutmayın: bu bir kişi sorunu değil, tüm bir zihniyettir!), İstanbul 2. bölge mahkemesinin verdiği yarımada için 1/1000 ölçekli planı durdurma kararına itiraz ediyor. Bu kez bir başka mahkeme (İstanbul Bölge İdare Mahkemesi) itirazı kabul ediyor. Bir şartla: yeni bir bilirkişi  heyeti oluşturulacak ve konu yeniden görüşülecek...

Ama yatırımcı başkan durur mu?  Ne yapıp  edip birşeyleri yatırması şart... O da gazete haberinin  deyişiyle bu ‘tarihi fırsatı’ değerlendiriyor. Ve AKP meclis üyelerinin baskısıyla, “2. ve 3. derece tarihi eserlerin kendileri, bitişik ve karşı parsellerindeki yapılaşma izni için  koruma kurullarını devre dışı bırakan” bir kararı kabul ediyor

Oh ne âlâ...Böylece, Ayasofya, Topkapı, Süleymaniye vb. birkaç önemli eser dışındaki tüm tarihi mekanlarda artık inşaat serbest!...Yanında, karşısında veya onun yerine...Yık ve yenisini yap... Gıcır gıcır, temiz beton, saf betonarme...Daha ne istenir? 

  Bu insanlar bir de kendilerine Müslüman ya da İslamcı demiyorlar mı!... Onların kafasının gerisinde yatan, aslında IŞİD’den çok da farklı değil. Bir eski yapı, bir tarihi eser, bir geçmişten kalan düşmanlığı. Suudi kraldan Fatih belediye başkanına çok benzer bir zihniyet... Acaba bilinçaltında İslam’ın ilk dönemindeki putperestlik karşıtlığından mı geliyor bu? Bildiğim şeyler değil, ama Vahabiler’de galiba bu var. Ya bizimkilerde?

 

Mustafa Demir’e kimi öğütler

 

Bak, Mustafa Demir kardeşim. Bu rant sevdandan vazgeç. Eğer amacın birazcık da olsa İstanbul’a hizmet ve böylece adına, aile soyadına ve onuruna katkı ise...Eğer yarın-öbür gün, sırası geldiğinde herkesi yerine oturtan ve iş yapan herkesin saygı ya da nefretle anılmasını sağlayan Tarih Baba’nın senin adını da iyi anmasını diliyorsan...

Bırak bu yatırım tutkusunu, inşaat merakını. Gerçekten hayırlı işler yap. Örneğin bugün (Salı) Milliyet’te çıkan ”İstanbul Surları Evsizlere Teslim” haberindeki faciayı önle. Kaç yüzyıllık o eşsiz duvarları sefaletten, işgalden, cinayet mekanı olmaktan ve yıkılmaktan kurtarıp gezilecek bir açık müze haline getir. Yapacak iş mi yok?

Ama illa da rant diyorsan...Zaten yapamazsın, yaptırmazlar. Giriştiğinle kalırsın. İstanbul artık sadece yerli malı koruma kurullarının değil, tüm dünyanın gözlerinin çevrili olduğu dev bir  müze-kent. Yapmak istediklerin eninde sonunda bir yerlere takılır ve durdurulur.

İyisi mi, sen olumlu işler yap, hizmet ver, tarihe ve kamuya hizmet sun. Eğer ilerde lanetle değil, minnetle anılmak istiyorsan... 

 

Yazarın Diğer Yazıları

En görkemli ve etkili aşk filmlerinden biri

İki baş oyuncusu, Andrew Garfield ve Florence Pugh inanılması zor bir başarıyla bu görkemli melodramı sırtlanmışlar. Garfield ayni fiziğiyle son derece etkileyici olurken, Pugh bir kadın için zor biçimde, fiziğini ve özellikle yüzünü öylesine değişimlere açıyor ki…

Bir gerilim filminin sürprizler içeren devamı

Ana teması ‘starlar ve fanları’ olarak düşünülebilir. Ama belki asıl teması tam bir çöküş ve çıldırma öyküsü olması... Her şeye sahip bir ‘star’ın önlenemez dramı... Ya da fantastik bir dehşet filmi de denebilir. Kanı biraz aşırı bol...

Özel bir kahramanın son ve en şaşırtıcı filmi

Asıl tema belki de şudur: Arthur Fleck tam anlamıyla iki yüzlü bir adamdır. Sanki korku klasiği Dr. Jekyll ve Mr. Hyde gibi... O sanki kötülükle iyilik arasında sıkışıp kalmıştır

"
"