26 Mart 2024

Son günlerdeki siyaset ve ülke sorunları üzerine birkaç düşünce

Bir ortak vicdan yaratmaya bir küçük katkısı olabilir umuduyla...

Seçime çok az kaldı. Ben geçenlerde yaptığım gibi, yine bir eski yazımı sizlere sunmak istedim, Kılıçdaroğlu'nun hâlâ başta olduğu, Akşener'in henüz aklını kaçırmadığı, Altılı Masa'nın iflas etmediği... Bu iktidardan ister asıl, isterse yerel seçimler her fırsatta kurtulma gereğinin aklı başında bütün Türk vatandaşlarınca anlaşılmasının şart olduğu bir ortamda... Bir ortak vicdan yaratmaya bir küçük katkısı olabilir umuduyla... İşte o yazım:

Atatürk, Akşener, Kılıçdaroğlu ve yaklaşan seçim üzerine

Ne belalı günler yaşıyoruz... Deprem ve yarattığı ülke çapındaki büyük matem, korku ve psikolojik bunalım... Yaklaşan seçim üzerine herbirimizin yeniden yoklaması gereken vicdanımız; alması gereken kişisel, ulusal ve dürtüsel kararlarımız... Her gün yeni yorumlar, farklı yaklaşımlar, değişik işbirlikçi veya tersine ayrılıkçı tavırlar... Öylesine bir cehennem ki, biz sinema yazarları bu manzara içinde şanslı sayılırız. Çünkü en azından sinema denen o büyülü ve büyücü sanat, hemen her filmiyle bizi gündelik kaygılardan ve üzüntülerden alıp başka alemlere doğru götürebilir. Nitekim götürüyor da...

Peki ama, iş ciddiyete ve siyasete gelince... Kime sığınacak, hangi lidere gerçek bir saygı duyacak, hangi partiye oy vereceğiz? Geçen gün çok tuhaf bir şey oldu. Bir yasal işlem için bir notere uğramıştık. Orada duvara asılı bir Atatürk resmi gördüm. Beyaz pantolon, siyah ceket, pembe kravat ve elinde kahve fincanı. Yılların ötesinden gelen bir resim... Ama öylesine estetik, öylesine etkileyici, öylesine çağdaş ki... Günümüz siyasetçilerinin çoğunun taşıdığı o gergin, sinirli, öfke kusan kişiliklerle kıyaslanamaz bile... O güzel adam ülkesine mutluluk getirmiş, koca Osmanlı'dan modern bir devlete geçişi sağlamış öylesine büyük bir liderdi ki... Nasıl etkilenmezsiniz?

Ve anılarıma daldım. İşte hiç yazmadığım biri... Sevgili annem Rahime Dorsay, Atamız öldüğünde (Kasım 1938) bana gebeymiş. (Ben Mart 1939'de doğmuşum). Ve acı haberi duyunca öyle bir şok geçirmiş ki, neredeyse beni düşürüyormuş!.. O dönemde bunun birçok kadının başına geldiğini sonradan bir yerlerde okumuştum. Öylesine sevilen, tapılan bir liderdi o... Yaptıklarıyla tüm millete, ama belki en çok kadınlara hizmet eden; çağdaş Türk kadınını sanki baştan yaratan... Bir kez daha: Allah rahmet eylesin!..

Ve yıllar yıllar sonra, şimdi her açıdan ülkeyi felakete götüren bir rejim... Yaşamsal önem taşıyan bir seçim öncesinde de, kişisel veya zümresel kaygıları ön plana getiren bir anlayış... Ve seçimler için ilerici maskeler taktıkları halde, gerçek kurtarıcılara çelme takan sözümona çağdaş siyasetçiler...

Elbette son dönemin en başarılı siyasetçisi saydığım Kemal Kılıçdaroğlu'nun üzerine titreyeceğiz. O Kılıçdaroğlu ki bana hep İsmet İnönü'yü hatırlatıyor. Fiziğinden konuşmasına... O İnönü ki İkinci Dünya Savaşı denen felaketten ülkemizi korumayı başarmış bir büyük devlet adamı, ideal bir Atatürk takipçisiydi. Bir gün İzmir Efes Otel'de asansörde karşılaşmıştık ve elini öpmüştüm. Hey gidi günler hey...

Aynı şeyleri Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş için de söyleyeceğiz. Ve elbette Meral Akşener. Aslında ideolojisi benimkiyle cuk oturmasa da, öylesine cesur, kocaman yürekli, lafını sakınmayan ve taşı gediğine koyan ateşli bir kadın ki... Ne kadın siyasetçiler gördük... Ama böylesini değil!..

Peki ama, ne yapacağız, nasıl yapacağız? Bir ideal etrafında toplanmak ve ülkeyi gerçek anlamıyla kurtarmak varken, kişisel hırslarına mağlup olan ve değişimin önüne set çeken bu politika cambazlarına nasıl engel olacağız? Örneğin geçmişte nasılsa ağzına bir parmak bal sürülmüş ve onun lezzetini unutamamış bir Muharrem İnce'yi mutlu etmek için çağdaşlığın zaferini riske mi atacağız? Hazretin en son Anıtkabir'i ziyaret ederek onun ünlü defterine "Ey büyük Atatürk. Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime; akıl, ahlak ve adalet mirasımıza sonuna kadar sahip çıkacağıma ant içerim" yazmasının bir anlamı kalıyor mu artık?

Unutmayın ki çok uzak olmayan bir dönemde, aralarında sevgili Zülfü Livaneli'nin de olduğu İstanbul belediye başkanı adayları, bu bölünme yüzünden aradan fışkıran bir siyasetçinin başkanlığına yol açmışlardı: Sayın Recep Tayyip Erdoğan... Ve bu her şeyin başlangıcı olmuştu.

Aynı şeyi bugün de denemek mi istiyorsunuz? Birkaç hırs düşkününün tuzağına düşerek, ülkeyi kurtarma idealini unutabilir misiniz? Herkes aklını başına toplamalı; herkes Atatürk'ü sevgiyle, ama lafta kalmayan gerçek bir sevgi ve bilgiyle hatırlamalı.

Ve umulan zafere ulaşmak için, herkes elinden geleni yapmalı. İyice düşünüp taşındıktan sonra... Hadi, biraz gayret lütfen...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tenis, rekabet, cinsellik ve eşcinsellik

Filmin cinsellikle eşcinselliği birleştirdiği, giderek sinemada sporla seksi inceliklerle sunan filmlerin başına geçtiği açık

Sinemanın unutulmuş bir yan dalına görkemli dalış

Dublör, belki biraz fazla uzun; ama görmeye değer bir yapım

Hıristiyanlık temeli üzerine bir gerilim

Immaculate'nin ilginç oyuncuları ve kimi kolay unutulmayacak birkaç sahnesi de var