12 Aralık 2024

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

HAİN      

X

Yönetim ve senaryo: Berke Üzerek/
Görüntü: Uğur Kul/  
Oyuncular: Haldun Dormen, Mustafa Alabora, Meltem Beydilli, Erkan Petekkaya, Itır Esen, Zeynep Şarlıgil, Yurdaer Okur, Engin Benli, Ümit Çırak, Elif Bilgetekin, Ali Düşenkalkar/

Fix360 Entertainment yapımı, 2024

Son derece iddialı biçimde sunulan yeni bir Türk filmi. Başta tiyatromuzun ve sanatımızın ikonlarından sevgili Haldun Dormen’e bunca yıl sonra bir filmde, hem de baş rol vermek gibi neredeyse ezoterik (bu lafı onlar reklamda kullanmış; ben de burada kullanıyorum!) bir tavırla sunulan film, bence iddiası ölçüsünde çuvallıyor. Hem de öyle böyle değil!.. Onca ünlü oyuncunun emeklerini küçümsemek de istemiyorum. Ama doğrusu başka türlü de yapamam!..

Film İngilizce konuşan ve dedikleri Türkçe altyazıyla sunulan bir bölümle başlıyor. Saçları açık bir kadının başını örttürme çabasıyla, “Biz Allah’ın verdiği görevi yapıyoruz” diyen ve Araplara benzeyen bir gurup, bize son Orta Doğu olaylarını hatırlatıyor!.. Ve bunları söyleyen, kendisinin de Mehdi olduğunu iddia eden biri, aniden ölüveriyor. Allah-ü Ekber deyişiyle uğurlanarak...

Ve ancak bundan sonra jenerik başlıyor. Bu kez dilimizi konuşan bir gurup insan tanıyoruz: Her birini ünlü bir oyuncumuzun oynadığı... Arada nedense birbirine çok benzeyen iki kadın çıkıyor. Sonra bir örgüt toplantısı. Yalnız, dikkat: Hiçbiri öbürüne gerçek adını söylemiyor. Nedense... Ve sahneye Haldun Dormen giriyor. Bu takımın başkanı olarak... Bitmeyen tumturaklı bir müzik eşliğinde (müzikçinin adını bulamadım), tuhaf bir hikâye başlıyor. Neler yok ki... Nitelikleri ve amaçları belli olmayan bir gurup, arada oluşan ve acayip entrikalar, arada yapay zekâ ve benzeri modern teknoloji sohbetleri...

Ve yavaş yavaş gelen şiddet ve ölüm... Geçenlerde Barda-2 adlı Türk filmi için Belki tüm zamanların en çok kan içeren Türk filmi” demiştim. O filminki bunun yanında masum kalır!.. Öylesine bir ölümler zinciri oluşuyor ki... Toplantılarda hep aralarındaki bir hain aranıyor... Sahi kim o acaba? Sonunda o bile belli olmuyor. Birçok türe yanaşan, ama hiçbirine ulaşamayan bu yapım acaba niçin çekilmiş, ne anlatıyor?

Sonra kilise sahneleri… Garip kıyafetler, süslü telefonlar... Giderek birbirine çok bağlı gözükürken, birden birbirlerini öldürmeye başlayan erkekler... Uzaktan bir çifti tüfekle vuran bir kadın... Yapay bir kadın-erkek savaşımı... O başkan için O benim gözlerimin önünde ana-babamı vurdu diyen biri... Ve giderek vahşileşen görüntüler: Ağızları bantlanarak susturulmuş ve sonra vurulmuş on genç kız!.. Sonra birden siyah-beyaza dönüşen bir perde ve 12 Eylül 1980 tarihini taşıyan bir gazete... O meş’um askeri darbe mi anılıyor acaba? Kel alaka?..

Ve sonrası tam bir kendi çapında toplu kıyım... Herkes birini vuruyor... Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu bu garip filmde, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Evet, bu son dönemde gördüğüm ve beni en büyük düş kırıklığına uğratan yerli yapım oldu. Rol alan onca ünlü oyuncuya rağmen: Haldun Dormen’den Mustafa Alabora’ya, Erkan Petekkaya’dan Itır Esen’e, Yurdaer Okur’dan Ali Düşenkalkar’a... Ama öylesine bir vaveylayla sunuldu ki, sanırım yine de belli bir kitleye ulaşır. Meraklılarına...


Bir de not ekleyeyim.  Cumhuriyet gazetesinde deneyimli yazar Dikmen Gürün, 10 Aralık’ta yazdığı “Haldun Dormen’in 70. Sanat Yılı” başlıklı yazıda, 1928 doğumlu, yani bugün 96 yaşında olan sanatçı için çok güzel bir yazı yazmış. Bulup okumanızı öneririm.

Ayrıca bir not daha... Sevgili Haldun Dormen için salı akşamı Cemal Reşit Rey salonunda yapılan anma gecesi, kimi kusurlara rağmen muhteşemdi. Onu ayrıca anlatmak gerekiyor. Fırsatım olursa...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

Bir sinema tutkulusunun ölümü ve düşündürdükleri

Ölüm ilanlarının dışında ne yazılı basında ne de TV’lerin kültür saatlerinde hiç anılmadı. Oysa kapsayıcı bir bakışla, bugün Yeşilçam öncesi, kendisi ve sonrasındaki onca filmin önemli bir bölümü, bugün Sami Şekeroğlu sayesinde bizim olmuştu

"
"