21 Mayıs 2015

Sinema efsanelerini buluşturan film

Atilla Dorsay, Cannes'dan yazıyor...

Festivalde merakla beklenen bir film daha sırasını savdı. Altın Palmiye için yarışan üç İtalyan filminden biri olan, üç yıl önce Muhteşem Güzellik adlı filmiyle büyük ilgi görüp sonradan en iyi yabancı film Oscar’ını da alan Paolo Sorrentino’nun son filmi Youth–Gençlik filmi gösterildi. İtalyan sinemasında biraz da Fellini’nin izinden giden bir yönetmen olarak tanınan ve filmlerinde büyük ustaya özgü görselliği sanki yeniden yaratan Sorrentino, yarım düzineyi bulan üretiminde zaman zaman yabancı sanatçılarla da çalışmıştı. Örneğin Sean Penn’i oynattığı This Must be the Place gibi.

Tümüyle İngilizce çekilmiş bu film, adına karşın sinemanın hayli yaşlı bir avuç ünlü, hatta efsane olmuş sanatçısını bir araya getiriyor. Örneğin yıllardır film çekmemiş ve 78 yaşındaki Jane Fonda… 80 yaşını birkaç yıl aşmış, İngiliz sinemasının en büyük ustalarından Michael Caine… 76 yaşına ulaşmış Amerikan sinemasının büyük oyuncusu Harvey Keitel… Ve onların yanında hep iyi filmlerde oynamış yetenekli ve güzel Rachel Weisz ve genç kuşağın parlak aktörü Paul Dano.

Rachel Weisz

Tüm bu oyuncular, Sorrentino’nun hayal gücünden çıkma bir sanat, sinema, başarı, cinsellik, aşk ve kısacası hayat üzerine inişli çıkışlı, hüzünlü ya da komik, ve sonuç olarak Avrupa, belki de İtalya’nın Latin duyarlılığına çok yakışan bir macera yaşıyorlar. İsviçre’nin çok zenginlere özel lüks bir otelinde buluşanlar arasında orkestra şefliği ve bestecilikten artık emekli olmuş Fred, ne yapıp edip son bir film gerçekleştirmek isteyen yönetmen Mick, yeni rolüne başlamadan önce sakat ayağını tedavi etmeye gelmiş genç Jimmy gibi karakterler vardır. Ayrıca çok eski iki dost olan Fred ve Mick’in birbirleriyle evli kız ve erkek çocukları (ki bunlardan Fred’in kızı Lena’yı Rachel Weisz oynar) ve de Mick’in yeni filmini yapabilmesi için tek ve de son umudu olan Hollywood ikonu Brenda Morel’de öyküye katılırlar.

Film Sorrentino’ya özgü bir biçimde ve bir bölümü kahramanların gördüğü düşlerden kaynaklanan fantastik ve gerçeküstücü sahneler içeriyor. Örneğin yönetmenin geçmiş ya da gelecek, çekilmiş ya da sadece hayal edilmiş filmlerindeki tüm kadınları birlikte düşündüğü sahne gibi. Fellini’ye ne denli yakışan bir sahne…

Paolo SorrentinoYaşlı ve artık tam anlamıyla bir filozofa dönüşmüş müzisyen Fred ise, bizzat İngiliz kraliçesinden gelen ve kendi bestelerine dayanan bir konseri yönetme önerisini inatla reddediyor. Ama asalete ve monarşiye kim karşı koyabilir? Sonunda daha belalı bir iş olan film belki çekilemeyecek, ama konser kraliçenin teşrifi ile hayata geçecektir.

Ama bu film izlenimlerinin gerçek karşısında ne değeri var ki… Filmin basın toplantısına katılıp tüm bu ikon oyuncuları bir saat boyunca ve neredeyse dokunma mesafesinde karşımızda görmek, İngiliz ve Latin mizahlarını ustaca karıştıran esprilerini dinlemek gerçek bir şölendi:

Cannes 2015’in en unutulmaz olaylarından biri. Bu arada Michael Caine’in 49 yıldır ilk kez Cannes’a geldiğini öğrendik. Şöyle dedi: “49 yıl önce Alfie filmiyle gelmiştim. Film ödül aldı, ben almadım. Bir daha da gelmedim!”

Michael Caine ve Jane FondaJane Fonda ise filmdeki Brenda Morel karakterini şöyle özetledi:

“Son derece kırılgan, onun için yüzünü adeta bir maskeyle kaplamış yaşlı bir star. Yaşlılığa gelince… Elbette önlenemez bir şey. Ama hayatta ne istediğinizi iyi bilirseniz ve de gerçek anlamda tutkular geliştirdiyseniz, yaşlanmadan, en azından ruhunuz genç kalarak işe devam edebilirsiniz.”


*Fotoğraflar Atilla Dorsay'a aittir.

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"