17 Aralık 2014

Orta Dünya’ya elveda demenin zamanı!...

Tolkien’in dünyasına biraz olsa bile aşinaysanız, kesinlikle kaçırmayın...

HOBBİT: BEŞ ORDULAR SAVAŞI      X  X  X  X
(The Hobbit: The Battle of Five Armies)

Yönetmen: Peter Jackson
Senaryo: Fran Walsh, Philippa Boyens, Guillermo Del Toro, Peter Jackson
Görüntü: Andrew Lesnie
Müzik: Howard Shore
Oyuncular: Martin Freeman, Benedict Cumberbatch, Richard Armitrage, İan McKellen, Lee Pace, Evangeline Lilly, Orlando Bloom, Luke Evans, Aidan Turner, Dean O’Gorman, Ken Scott, Stephen Fry/ New Line Pictures- MGM yapımı.

 

J. R. R.Tolkien’in aslında Yüzüklerin Efendisi’nden önce yazdığı roman, bu romanların sinemada kazandığı muazzam başarıdan sonra kıymete bindi. Ve bunlar da bir üçlemeye dönüştü: 2012’deki Hobbit: Beklenmeyen Yolculuk’tan başlayarak...

Arada çıkagelen ikinci halkayı, Smaugh’un Çorak Toprakları’nı görememiştim. Onunla ayni zamanda çekilen bu üçüncü bölüm, bu üçlemeyi de tamamlıyor. Ve artık Tolkien’in belleğinden çıkma o harikulade yaratıklar ve Orta Dünya’nın büyüsü, bir anıya dönüşüyor.

İkinci halkayı görememiş olmam, bu son bölümün keyfini sanırım azalttı. İlk yarıda filme hiç giremedim: üstüste gelen yeni-eski kişilikler, birbirinden garip adlar, çok açık olmayan davranışlar ve felsefe kırıntıları beni ürkütür gibi oldu.

Ama galiba bu filmlerin kaderi bu... Bu sakınca olmadan izlediğim ilk Hobbit’te de, önce sıkılıp sonrasını çok sevdiğimi yazmışım!... Bu filmde de öyle oldu. Tolkien’in, sinemanın, bilim-kurgunun ya da yönetmen Peter Jackson’un büyüsü, ne isterseniz düşünün, eninde sonunda devreye giriyor. Ve yalnız Hobbit üçlemesini değil, Yüzüklerin Efendisi’yle birlikte tüm o Orta Dünya serüvenlerini başarıyla noktalıyor. 

Yine o karmakarışık türler ve yaratıklar dünyasındayız. Bir yandan insanlar, öte yandan insanlara özel kimi güzelikler katan peri gibi Elf’ler var. Ayrıca kimileri hayli eciş-bücüş (ama kimileri de insan boyunda ve güzel/yakışıklı) Cüceler var.

Bu kadar olsa iyi... Büyücü Sauron’un Orta Dünya’nın başına bela ettiği Ork’lar, tüm dehşet verici çirkinlikleriyle meydan okuyorlar. Onlara bir de yeraltını yarıp adeta fışkıran Toprak Yiyiciler denen canavarlar katılıyor. Ve ortalık birbirine giriyor.

Hayli sakin, giderek sıkıcı geçen bir ‘tanışma’ ve hatırlatma bölümünden sonra, savaşla birlikte film de kızışıyor. Hem hikayenin gerilimi, hem de sinemasının yükselen düzeyiyle...Artık işinin ehli bir Peter Jackson, yine Yeni Zelanda ve Avustralya’nın el değmemiş vahşi ve çarpıcı mekanlarını ölümcül döğüşlere, imkansız boy ölçüşmelere, ırklar-arası aşklara dekor olarak kullanıyor.

Ve  gerçekten etkili bölümler birbirini izliyor. Örneğin ikili ya da üçlü döğüşler birer ilkel, dinsel ayine dönüşürken, zemini oluşturan kalın bir buz tabakası ya da taşları birer birer düşerek çöken bir köprü gibi ustaca yaratılmış mekanlar, bu sahnelere nefes kesen bir boyut katıyor.

Ayrıca aşk ve ölüm de hayatın içindekine benzer biçimde yerini alıyor. Örneğin ‘cücelerin kıralı’ Thorin’in ya da savaşçı Kili’nin ölümlerini kolay kolay unutamayacaksınız. Güzel Tauriel’le iki ırktan iki erkeğin, cücelerden Kili’yle Elf’lerin komutanı Legolas’ın oluşturduğu aşk üçgenini de...

Tümüyle insanoğlunun Tek Tanrı dönemi öncesi maceralarına yoğunlaşan bu seri, insanı insan yapan birçok özelliği de bağrında topluyor. Örneğin mahzenindeki altının cazibesine kapılarak savaşmayı reddeden ve adamlarını kaderlerine terkeden kıral Thorin’in yavaş yavaş ayılarak kendine gelmesi ve en kahraman biçimde savaşa dönmesi, sanki Shakespeare’vari bir olay...Ya da bu son üçlemenin temel kişisi olan ufacık-tepecik ‘Hobbit’ Bilbo Baggins’in cüssesiyle tam çelişki halindeki cesareti, başlıbaşına bir karakter yaratma çabası...

Sonuç olarak film, içine girmedeki zorluk aşıldığı anda iyice keyif vermeye başlıyor. Eski bölümlerden ‘konuk oyunculuklar’ (Cate Blanchett, Christopher Lee, Hugo Weaving), hikayeye hiçbir şey katmıyor, daha çok kafa karıştırıyor!...Sadece nostaljik bir olay.

Buna karşılık hemen tüm oyuncular işlerini gayet iyi yapıyorlar. İan McKellen, Orlando Bloom, Martin Freeman gibi eskiler. Ya da Richard Armitrage, Lee Pace, Evangeline Lilly, Luke Adams, Aidan Turner gibi yeniler...Sonuç olarak Tolkien’in dünyasına biraz olsa bile aşinaysanız, kesinlikle kaçırmayın... 

Yazarın Diğer Yazıları

Canlandırmayla has oyunculuğun bir karması

Zeki bir yaratıcılık, zengin bir mizah duygusu, yer yer dedeler için “dedeşko” demek, bir haritayı Google’da aramak, ‘avec moi’ gibi birkaç sözcükle bu kez Fransızcayı anmak, Tom Cruise’dan söz etmek... Bence görün, hangi yaşta olsanız fark etmez!

Son günlerin acıları ve hayat devam ediyor

Ülkenin içler acısı siyasal manevraları, ortak vicdanımızı mahveden gelişmeleri içinde, aslında belki bizler için en büyük teselli olabilen ya da olabilecek sanat ve bilim insanları birer ikişer çekip gidiyorlar

İran’dan gelen şaşırtıcı ve sürprizli bir yapım

Kutsal İncirin Tohumu, ne yazık ki ilk yarıdaki etkisini giderek yitiriyor. Uzunluğundan değil sadece... Başka yollara sapmasından... Örneğin bir polisiyeye dönüşmesi gerekli miydi? Yeterince polisiye izlemiyor muyuz?

"
"