26 Haziran 2016

Onur yürüyüşü engellenen o onurlu, güzel insanlar için...

Yine itilip kakıldılar, gaz yediler, dövüldüler.

Gerçekten çılgın bir hafta geçirdim. Mutfak Dostları’nın 100 Yıllık Bir Saray Ziyafeti yemeğinden Patti Smith’in konserine (bu ikisini dün –Pazar- Yarına Bakış’da yazdım, ‘Adnan hoca’nın iftarından Zülfü Livaneli dostumun 70. yaş gecesine -Nice yıllara, Zülfü...

Ama belki en ilginci, Cumartesi akşamı Tünel’deki İsveç konsolosluğunda, bu yıl yapılmasına izin verilmeyen İstanbul Onur Yürüyüşü onuruna verilen kokteyl oldu. 13 yıldır bizde de yapılan, onca yıl her türlü siyasal ve toplumsal gerginliklere karşın, tıpkı tüm dünyada olduğu gibi bir gelenek olma aşamasına gelen yürüyüş, geçen yıl ciddi bir polis baskısıyla karşılanmıştı. Bu yıl ise valilik tarafından yasaklandı.

Tam da ve özellikle ABD’deki 50 kişiye yakın kurban veren Orlando kıyımı nedeniyle tüm dünyanın gay’lere sempatiyle yaklaştığı ve hemen her ülkede binlerce insanın yürüdüğü bir sırada... Dünya gider Mersin’e, biz gideriz tersine sözünü hatırlatır biçimde...

Ama o ‘dünya’ yine yanımızdaydı: artık her halkın, her ülkenin özellikle insan hakları, demokrasi ve özgürlük konularında ayni gemide olduğunu ve tüm sorunların ortak biçimde paylaşıldığını bir kez daha gösterir biçimde...

Kapılarını açan bu kez İsveç oldu. Başkonsolos Jens Odlander’in katkısı ve himayesiyle, İstanbul’daki Onur Haftası’nın önde gelen kişileriyle birlikte tüm dünyadan da temsilciler geldi. Artık hepsini yarı Türk sayabileceğimiz Amerikan konsolosu Charles Hunter, Fransız konsolosu Muriel Domenach, Brezilya konsolosu Paulo Roberto França gibi diplomatların yanı sıra, Belçika, İspanya, Almanya, İngiltere gibi ülkeleri temsilen AP- Avrupa Parlamentosu’ndan gelen konuşmacılar, bu konuya kendini adamış Türk sivil örgütlerinin yanında olduklarını anlattılar, mikrofondaki konuşmalarıyla...

Ve ben bir avuç harika insan tanıdım. Basından ve medyadan hemen hiç kimsenin olmadığı toplantıda olmanın avantajlarını kullanarak... Öncelikle uluslararası ismi SPoD (Social Policies, Gender İdentity and Sexual Orientation Studies Assaciation) olan ve bizde de yine SpoD – Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği diye adlandırılmış kuruluşun kimi üyelerini tanıdım.

Özellikle de açılış konuşmasını yapan ve yabancı konukları tanıtan en faal üye görünümüneki Onur Fidangül’ü. Bana LGBTİ- Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans ve İnterseks hareketi üzerine Yerel Siyasette LGBTİ Hakları adlı bir kitabı sundular: Olayın dünyada ve Türkiye’deki gelişimini gayet iyi özetleyen ve bizden de birçok bilim insanının katkısını içeren...

Sonra LİSTAG- Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans, İnterseks Aileleri ve Yakınları Derneği’nden birkaç kişi tanıdım. Yani çocuklarının bu yolda olduğunu öğrenen, başta her ana-baba gibi üzülen, belki kahrolan, ama sonra bir yandan bunun değiştirilemeyecek bir kader, ayrıca da kişisel özgürlüklerin ayrılmaz bir parçası, insan hakları dediğimiz alanın da bir tür bütünleyicisi olduğunu kavrayıp meseleye çok başka bir açıdan bakmaya çalışanlar

Yani onlarla birlikte mücadeleye başlayan, eyleme geçen, yürüyüşlere katılanlar. Özellikle de kadınlar. Aslında benim tanıştıklarım hep kadınlar oldu. Karşımda o ancak kadınlarda görülen cesaretle, onurlu bir tavırla, en dik başlı halleriyle duran, kız ya da oğullarını o çetin ve belalı yürüyüşlerinde yalnız bırakmamaya kararlı analar...

Babaları da vardı kuşkusuz ve belki onlar da yavrularının seçimini kabullenmişlerdi. Nitekim derneğin hazırlattığı küçük tanıtım kartlarından birinde, bir eşcinselin babası aynen şöyle  diyordu: “Ebeveyn olarak asıl başarısızlık, çocuğunu olduğu gibi kabul etmeyip reddetmektir.”

Ama bu erkek-egemen, bu maço kültüre teslim olmuş ülkede, babaların ya da ağabeylerin konumu elbette zordu. Bunu da anlayışla karşılamalıyız. Yeter ki silaha  davranıp o gençleri harcamaya kalkmasınlar. Ya da onlara dünyayı zehir etmesinler!...

Ama ertesi gün, yani Pazar günü, işler yine bildiğiniz gibi gitti. Görkemli bir yürüyüşten vazgeçip Tünel’den itibaren artık bir ‘dünya semti’ olmuş Beyoğlu’nda ve ara sokaklarında şöyle bir boy göstermek isteyen dernekçiler ağır polis baskısıyla. karşılandılar. Yine itilip kakıldılar, gaz yediler, dövüldüler.    

Dernekten 15 kişi gözaltına alınırken, önceki gecenin konuşmacılarından Almanya Federal Meclis üyesi Volker Beck ve Avrupa Parlamentosu vekili Terry Reintke de darp edilip gözaltına alındı, ama sonra bırakıldı. Buna karşılık. Reintke'nin iki yardımcısı Felix Banaszak ve Max Lucks bildiğim kadarıyla hâlâ gözaltında. Yani tüm Türk usulü bir olay…

Ama yine de bir şeyi başardılar: bir bildiriyle görüşlerini kamuya sundular. Ben bir Onur Yürüyüşü için bunca çaba gösterip hayatlarını bile tehlikeye atan bu onurlu insanların sözlerinden bir bölümü yine vermek istiyorum:

 “Bugün yürüyemiyoruz, ancak aslında yürümeye daha yeni başladık. Attığımız sloganların sesi kulağımızda, gökkuşağının renkleri bizimle ve özgürlüğün kokusu burnumuzda. Hoşgörüden, tahammülden, izinlerden daha fazlasını istemek için yola çıktık. Kişisel siyasal ve sosyal haklarımızın güvence altına alınması; anayasada cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin yer alması ve LGBTİ+ hareketinin politik bir özne olduğu gerçeğinin tanınması için mücadelemizi her an her yerde örüyoruz.

Dağılıyoruz, daha güçlüyüz, daha kalabalığız, daha gürültülüyüz. Bizden korkmakta haklılar, çünkü örgütleniyoruz, büyüyoruz, yürüyoruz."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"