15 Kasım 2024

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

ROSİNANTE

X  X  X

Yönetmen: Baran Gündüzalp
Senaryo: Baran Gündüzalp, Deniz Yeşilgün
Görüntü: Arda Yıldıran
Oyuncular: Fatih İbrahim Sönmez, Nilay Erdönmez, Can Demir, Seda Kalkavan

Türk filmi, 2023

Adı pek duyulmamış (sonra kendisinden uzun uzun söz edeceğim) bir sanatçımızın ilk filmi. Sinemamızın hayli üretken olduğu şu günlerde, benim için sürpriz oldu. Bir başyapıt değilse de birçok açıdan çok özel bulduğum filmi sizlere tanıtmaya çalışacağım.

Karşımızda bir aile var. Bir karı-koca ve altı yaşındaki oğulları Emre. Karı-koca olan Ayşe ve Salih bizleri önce fizikleriyle çekerler. Hayır, moda olduğu üzere dizilerden veya Kelebek’ten fırlamış çekicilikleriyle değil. Tersine, ilk bakıştaki iticilikleriyle!..

Rosinante filminden bir kare

Aman, alınmasınlar… Yüzü çok hoş olsa da kafasının kelliğiyle dikkat çeken Salih ve upuzun burnuyla göze çarpan Ayşe... Salih çıplak başını mümkün olduğunca örter. Ayşe ise etrafa ürkek bakışlarıyla bakar durur. İkili İstanbul’da mali zorluklarla boğuşarak iş peşinde koşar. Erkek her şeyi dener; bu arada motosiklet şoförlüğü diye yeni bir meslekte çalışmaya başlar. Ama işler kötü gidince her şeyi satarlar. Ellerinde bir tek araç kalır: Rosinante denen şık ve zarif bir motokar...

Rosinante filminden bir kare

Vaktiyle mimarlık eğitimi almış kadın telefon başında sigortacılık yapmayı dener. Evden çalışarak... Ama sanki asıl işleri birbirlerine laf atıp habire kavga etmektir!.. Küçük Emre ise hiç konuşmaz, ağzını bile açmaz. Bilinmeyen bir hastalık onu sanki ebedi sessizliğe mahkûm etmiştir.

Artık hayatlarındaki belki en önemli şey ise o motosiklettir. Rosinante adı nereden geliyorsa... Karı-kocanın ve binemese bile Emre’nin en büyük gözdesidir ve sanki onları hayata en çok o bağlamaktadır. Hep birlikte onu yıkar, sahilde rakı içmeye onunla gelir; bu güzel kentin, yani İstanbul’un arka sokaklarından ana yollarına, gecesinden gündüzüne, köprülerinden mezarlıklarına Rosinante ile gidip gelirler. Hatta oğlan onun üzerinde uyur.

Rosinante filminden bir kare

Öte yandan Emre hayata katılmayı inatla reddeder. Bir yaş gününü bile aileye zehir edecek kadar... Arada maddi zorluklar çifti zorlar; oturdukları evden çıkmaları da istenir. Ayşe annesine danışır: Ama telefonda... Giderek ikisinin de sağlığı bozulur. Ayşe’nin burnu kanar; Salih ise iyice yatağa düşer. Ayşe onu besler, bir ara üzerine bir sürü ağırlık koyar. Filmin en matrak sahnelerinden biri!.. Ayşe hastayken ev işleri Salih’e kalır. O da becerisini gösterir. Öylesine yemek yapmak, taze fasulye ile midye dolmasını birlikte pişirmek kolay mıdır?

Rosinante filminden bir kare

Böylece, son dönemde bize sunulan belki en güzel ve etkileyici İstanbul manzaraları fonunda, kendine özgü bir aile dramı izleriz. Ama birden asıl kıyamet kopar; Rosinante çalınır!.. Koskoca şehirde onu bulmak kolay mıdır? Herkes yollara düşer; kentin en şüpheli ve ürkünç semtlerini o zaman görürüz. Tüm aile motorun peşindedir; Ayşe ise tam dedektiflik oynar. Ama belki asıl mutluluk bu acılardan sonra gelecektir. Olur a...

Rosinante filminden bir kare

Bu kendine özgü film, Baran Gündüzalp’ın hayalinden, kaleminden ve yönetiminden geçerek karşımıza geliyor. Gündüzalp, Anadolu Üniversitesi İletişim Bölümü’nden mezun olmuş. Özellikle kısa filmleri, ayrıca reklam, grafik ve görüntü çalışmalarıyla da dikkat çekmiş; bu dallarda ödüller toplamış. Bu ilk filmi için ona hoş geldin demek isterim. Arda Yıldıran’ın görüntüleri de kusursuz.

Oyuncular da gayet iyi. Salih’de Fatih İbrahim Sönmez, Ayşe’de Nilay Erdönmez, küçük Emre’de Can Demir rollerine cuk oturmuş. Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum.


YARIN: GLADYATÖR- 2

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"