Enerjisi tükenmeyen İKSV- İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın son yıllarda bize sinema alanında ek bir şölen olarak kazandırdığı Filmekimi 18. kez yapıldı. Bir süredir yabancı festivallere gitmediğimden benim için tümüyle yeni filmlerle dolu şenlikte görmek istediğim o kadar çok film vardı ki... Ama artık eskisi kadar koşturamadığım için belli sayıda filmle yetindim. Ki sonuna dek 20 kadar film görmüş olacağım. Kimi çok merak ettiklerimi kaçırmış olarak...
Bu ilk izlenimleri ve bir Yıldız Tablosu’nu toplu olarak ve kısaca vermek istiyorum. Hem şu son günde (Pazar) kimi okurları belki birkaç iyi saydığım filme yönetmek umuduyla... Hem birkaç kentimizde yinelenecek olan şenliğe yine sinefil ilgisi çekmeyi umarak...
Ayrıca tüm filmler için ciddi notlar tuttuğumu ve bu filmlerden gösterime çıkanlar olduğunda (ki çoğu çıkacak) bundan çok yararlanacağımı da belirtmek İstiyorum.
Altın Palmiye’li Kore filmi: Parazit
En iyilerinden başlar ve beğenme sıramı izlersek... Cannes Altın Palmiye’li Parazit kuşku yok ki yalnız bu şenliğin veya Cannes’ın değil, son yılların en büyük sürprizlerinden biri. Filmekimi’nin kesinlikle gözde teması olan ‘büyük aile’ motifini çağdaş Güney Kore gerçeklerine yerleştirirken, komediden drama, korku filminden fantastiğe birçok türe de bulaşan, çeşitli inceliklerle örülü bir film. Kasım’da gösterildiğinde uzun boylu konuşacağımız...
‘Yasak aşk’ filmleri
Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi de çok şaşırtıcı bir film. 18. yüzyıl Fransa’sında bir portrenin yapılışı çerçevesi içinde, resim sanatının kendine özgü dünyasına, kadınların sorunlarına ve bunların içinde filizlenen bir ‘yasak aşka’ eğiliyor. İnceliklerle dolu’ müstesna’ bir yapım, görkemli bir ‘kadın filmi’...
Ve Sonra Dans Ettik ise bale sanatını odak noktası olarak alıyor. Ve komşu Gürcistan’da bu kez erkekler arasında bir yasak ilişkiyi sunuyor. Ülkesinin gerçekleriyle balenin estetiğini, cinsellikle duygusallığı, neşeyle hüznü birleştirmesi çok başarılı.
Bebek neler getirdi?
Gloria Mundi bu yılın gözde ülkesi Fransa’dan gelen bence en iyi sürprizlerden...Ve o büyük aile dramlarının da belki en ilginci. Ermeni kökenli Robert Guediguian’ın filmi geniş ailenin tüm bireylerini sağlam biçimde işlerken, bir bebeğin dünyaya gelişinin her yeyi nasıl değiştirebileceğini de anlatıyor. Bir gizem duygusunu da hep koruyarak...
Almodovar’ın Acı ve Zafer’ini Cuma günü geniş biçimde yazdım, oraya bakabilirsiniz.
Perdede iki kez RTE’yi görmek!..
Araya sızan bir film çok farklı, çünkü bu bir müzikal. Üstelik tek bir konserin filmi: Roger Waters: Us + Them, sanatçının 2017 turnesinde Amsterdam’da verdiği konserin belgeseli. Diğer müzik filmlerini kaçırdım, ama bunu gördüğüme çok memnunum. Çünkü Pink Floyd’un yaratıcısının dehası geniş perdede çok iyi belirirken, onun sivri diliyle çağımıza bakışını ve getirdiği politik eleştirileri duymak da çok keyifliydi.
Üstelik sayın cumhurbaşkanımızı aynı filmde iki kez koca ekranda görmekten bir Türk vatandaşı olarak ne kadar gurur duyduğumuzu söylemeye gerek var mı?
Bir çift, bir büyük aile ve nostalji
Vivarium, bir daire almak için gittikleri uzak sitede mahsur kalan bir çiftin öyküsünü anlatıyor. Böyle deyince bir şey anlaşılmıyor, görmek gerek!.. Bu İrlanda filminin en ilginç yanı, çağımızda her yerde mantar gibi biten sitelere, yükselen inşaatlara fantastik yoluyla çarpıcı bir eleştiri getirmesi.
Mutlu Yıllar yine ailenin Fransız çeşitlemesi. Cedric Kahn’ın Catherine Deneuve’lü büyük ailesi az çılgın değil. Ve birbirinden ilginç insan, özellikle de kadın portreleriyle seyirciyi germekten güldürmeye değişik yollarla oyalamayı başarıyor.
Bir diğer Fransız filmiyse tam anlamıyla nostaljiye sığınıyor. En koyu biçimiyle nostalji...En Güzel Yıllarımız bizleri alıp 1966 yılına, Claude Lelouch’un Bir Kadın ve Bir Erkek filmine götürüyor. Ve filmin baş oyuncuları Anouk Aimee ve Jean-Louis Trintignant’ı tam 55 yıl sonra, bugünkü halleriyle buluşturuyor. Sinema duygusu pek yok, ama gözyaşları garanti!..
Afgan olmak...Ve yeni bir Hitch olmak!..
Yetimhane uzak bir diyardan, Afganistan’dan geliyor. Ve orada Rus işgalinin bitip yerine DEAŞ vb. örgütlerin geldiği günlerde geçiyor. Ama en ilginç yanı, her kuşağı oyalayan o Hint filmleri ve Bollywood kültürünün hayata egemen olması. Hayli komik!..
Oda 212 Fransız Christophe Honore imzalı. Ve ayrılmak üzere olan bir çiftin öyküsü. Ama film hiç beklenmedik fantastik bir yöne doğru gidiyor. Ve ailenin geçmişindeki birçok insanın hayaletleriyle ortada dolaştığı bir dünyaya dönüşüyor. Tek sözcükle: Tuhaf!...
İngiliz filmi Yanık Portakal ise görünürde parlak bir film. Hırslı bir sanat eleştirmeni, sevgilisi olan macerasever bir kadın, yıllardır kayıplara karışmış bir ressam ve onun eserlerini bulup servetine servet katmak isteyen bir koleksiyoncu. Broşürde dendiği gibi, Hitchcock’u akla getiren bir film. Ama Hitch olmak kolay mı? Seyrediliyor, ama çabucak unutmak için...
Bana uymayan filmler
Sona kalan filmler bana göre değildi. Onur Konuğu, Kanada Ermenisi Atom Egoyan’ın dönüş filmi. Ama bu karmaşık ve dolambaçlı baba-kız ilişkisi, tüm cilasına karşın bana çok antipatik geldi. Benzer şeyleri Fransız polisiyesi Suç Mahalli için de söyleyebilirim. Kimi erdemlerine karşın bu kalabalık kadrdolu filme de ısınamadım.
Wasp Network yetenekli Fransız Olivier Assayas imzasını taşıyor ve bize bir dönemin ABD-Küba ilişkilerini anlatıyor. İki saatlik uzun bir filmle...Öğretici, eğitici.Ama bence hiç sinema tadı yok...Bembeyaz Bir Gün içinse, beni geldiği ülke (İzlanda) kadar soğuk bıraktı desem... Koca bir ülkeye ayıp mı olur?
Yıldız Tablosu
PARAZİT X X X X X
ALEV ALMIŞ BİR KIZIN PORTRESİ X X X X X
VE SONRA DANS ETTİK X X X X
GLORİA MUNDİ X X X X
ROGER WATERS- US + THEM X X X X
ACI VE ZAFER X X X X
VİVARİUM X X X
MUTLU YILLAR X X X
YETİMHANE X X X
EN GÜZEL YILLARIMIZ X X X
ODA 212 X X X
YANIK PORTAKAL X X X
ONUR KONUĞU X X
SUÇ MAHALLİ X X
WASP NETWORK X X
BEMBEYAZ BİR GÜN X X