Irkçılık bir bütün olduğundan, Ku Klux Klan'cıların aynı zamanda Yahudi düşmanı olduğunu görmek hiç şaşırtmıyor
KARANLIKLA KARŞI KARŞIYA X X X ½
(BlacKkKlansman)
Yönetmen: Spike Lee Senaryo: Charlie Watchtel, David Rabinowitz, Kevin Wilmott, S. Lee Görüntü: Chayse İrvin Müzik: Terence Blanchard Oyuncular: John David Washington, Adam Driver, İsiah Whitlock Jr, Laura Harrier, Corey Hawkins, Felix Kendrickson, Topher Grace, James Campbell, Harry Belafonte, Alec Baldwin
Amerikan filmi
Film ABD’nin en karanlık dönemlerinden birinde, 1975’lerde geçiyor. Vietnam savaşı sürüyor, yakın geçmişte siyahi lider Martin Luther King ve başkan Kennedy başta çeşitli siyasal suikastlar yaşanmış. Ve ülkede koyu bir ırkçılık, kolay onulmaz bir zenci düşmanlığı hüküm sürüyor.
Elbette Colorado eyaletindeki polis güçleri içinde de azılı siyah renk sevmezler var (her ne kadar karikatür düzeyinde çizilmiş olsalar da!...) Yine de, yeniden şahlanan geçmişin acımasız ırkçı örgütü Ku Klux Klan’ı en azından denetim altına almaya çabalayan sağduyulu görevliler de var.
Bu çaba içinde, ilk kez örgüte baş vuran siyahi Ron, hayli sorgulandıktan sonra kabul ediliyor. Ve başkentten gelen emirler doğrultusunda, çeteyle mücadele için görevlendiriliyor. Böylece karışık bir entrika başlıyor..
Evet, karışık. Çünkü bir siyahinin o günlerde bu örgütün yanına bile yaklaşamayacağı açıkken, bu nasıl olacak? Ron örgüt başkanıyla telefonda konuşuyor. Ve kendini yaman bir siyahi düşmanı diye tanıtıyor. Ama adamla randevusuna örgütten bir beyaz detektifi, Yahudi kökenli Flip’i yolluyor.
Film bu gerçek olayın gerçek kahramanı Ron Stallworth’un kitabından uyarlanmış. Ama ben kendi adıma hikayeyi inandırıcı bulamadım. O görece olarak küçük yerleşimde, ayni adı taşıyan iki adam olacak. Üstelik ikisi de ayni örgüt mensubu. Ve diyelim ki beyazı onlarla birlikteyken, siyahı pekala onlara telefon edebilir veya onlar siyahı evinde veya telefondan arayabilir. Nitekim öyle oluyor ve beyazın adresine giden biri, siyahı hem de sevgilisiyle yakalıyor!...Ama herhalde ırkçıların aptal da olduğu varsayıldığı için, bu hemen geçiştiriliyor.
Aynı biçimde, ikisi arasındaki lehçe farkı söz konusu edilse de üzerinde durulmuyor Ve de Ron ırkçı liderlerle telefonda konuşurken, yanındakiler ha bire kıkırdamaktan ve espriler yapıp kahkahalar atmaktan vazgeçmiyorlar.
Tüm bunlar doğrusu filmin gerçekçilik duygusunu zedeliyor. Gerçi önde gelen siyahi sinemacılardan Spike Lee hiçbir zaman tam bir gerçekçi yönetmen olmamış, filmlerine hep biraz ya da hayli mizah, fantezi ve uçukluk katmıştır. Ama böylesine iddialı bir projede, bence bunları daha bir dengelemesi iyi olurdu.
Bu ’azar’dan sonra, gelelim filmin erdemlerine...Film en başta Alec Baldwin’in azılı Amerikan ırkçılığına şapka çıkaran bir konuşmasıyla açılıyor. O konuşan Dr. Kennethbrew Beaurgard imiş: anlaşılan işin önemli bir kuramcısı!
Sonra ünlü Rüzgar Gibi Geçti filminden bir bölüm izliyoruz (ama adı verilmiyor). Daha sonra sessiz sinemanın başyapıtlarından Bir Milletin Doğuşu geliyor: zenci düşmanlığıyla da ünlü bir film. Ve üzerinde hayli konuşuluyor. Sonra yine siyahları ön plana çıkaran filmler anılıyor Bu bölümler konunun bir tür belgeseli gibi sanki....
Sonra bir ara perdeye siyahi sanatçıların en ünlülerinden, ‘calypso kralı’ Harry Belefonte geliyor. Davanın öncülerinden aktivist Jerome Turner olarak...Onu 91 yaşında yeniden görmek ilgi çekici...
Bu arada hikâye akıyor. Irkçılık bir bütün olduğundan, Ku Klux Klan’cıların aynı zamanda Yahudi düşmanı olduğunu görmek hiç şaşırtmıyor.
Ama filmin zavallı Flip karakteri, aslında Yahudi eğitimi almamış, ama gördüğü nefret karşısında kökenlerine dönmeyi seçen o ajan yüreğimizi incitiyor. Üstelik Adam Driver’ın enfes oyunuyla... Ama hakkını yemeyelim: Ron’da John David Washington da hiç fena değil. Ee, Denzel Washington’un oğlu olmak kolay mı?
Bu karmaşık film biraz ıskaladığı gerçeklik duygusuna belki finaliyle erişiyor: çağdaş Amerika’da hala süregelen ve de giderek artan ırkçılık belasına, ülkede yakın dönemde yaşanan önemli olaylardan verdiği iyi seçilmiş belgesel kesitler sayesinde. Arada en kaba haliyle gösterilen Donald Trump’ın da yer aldığı bu bölümler, filme kaçırır gibi olduğu gücü veriyor.
Ve en azından bu konularla ilgilenenler için görülmesi gerekli konumuna getiriyor.
Yarın: KAYIP ARANIYOR/
Pazar günü: ESKİ EVDEKİ BÜYÜLÜ SAAT
Not: Haftanın çok sempatik canlandırma filmi KÜÇÜK AYAK eleştirisi ortakoltuk.com sitesinde.
Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?
Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir
Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...