07 Nisan 2017

İnsanoğlunun vahşeti, doğanın şiddeti

Bu sıra dışı filmin iki baş oyuncusu da gerçek anlamda takdire şayandır

KOCA DÜNYA      X  X  X  X

Yönetim ve senaryo: Reha Erdem
Görüntü: Florent Herry
Oyuncular: Berke Karaer, Ecem Uzun, Melisa Akman, Murat Deniz, Ayta Sözen, Sağnak Sarıburak, Hakan Çimenser, Sibel Yaptı

Atlantik Film- Maya Film yapımı

 

Reha Erdem’in yeni ve dokuzuncu filmi, öncekilerden en çok Jin’in izinden gidiyor. Hikâyeler farklı da olsa, ana tema benzer: Toplumun dışladığı gencecik insanların ‘koca dünya’ya, yani yaşadıkları hapislikten kaçıp doğaya sığınmaları. Ama sanki cehennemin onları orada da izlemesi...

Jin’deki 17 yaşında Kürt kızı Jin’in yerini, bu kez iki kardeş (ama gerçekten kardeş mi, çok da anlaşılmıyor!) Ali ve Zühal alıyor. İki çocuk ana-babasız, bir yetimhanenin acılı koşullarında büyümüşlerdir. Ali, iyi bir emekçi olmuştur: Motordan çok iyi anlayan, umarsız araçları mucizeler yaratarak tamir eden...

Zühal ise bir genç kız olmanın bu toplumdaki korkunç serüveninden payını almak üzeredir: Patronun ikinci karısı, yani kuma olarak bir hareme girmek... Ama Ali buna izin vermeyecek ve onu alıp kaçıracaktır: Dramatik gelişmeleri göze alma pahasına...

Ve sonra, orman ve doğa. Ama yanı başındeki çarpık kentleşmenin tehdidinden uzaklaşamamış, saflıkları oranında yine her tehlikeye açık iki kayıp çocuk...

Doğa en azından Jin kadar filme egemendir: Yılanlarından her tür böceklerine, kaplumbağasından kurbağalarına, örümceklerinden kuşlarına... Kurtlardan da çok söz edilir, ama görünmezler.

Ama belki en ilginç hayvan figürü, bir tür ‘alim sakalı’ taşıyan bir yaşlı keçidir. Filmin çeşitli yerlerinde gözüken ve finale apayrı bir anlam kazandıran...

Film temelde doğanın içinde kaybolmuş iki saf ruhun öyküsüdür. Öylesine saftırlar ki, en basit öz savunma veya hayatta kalma hamlesinden yoksundurlar. Ali hünerli emekçiliğini, ‘tamirci çırağı’ bilgisini önce motosikletinde, sonra adam ettiği bir kayıkta gösterirken Zühal yeni isimler peşindedir: Kendisine Mi Mi, çocuğa da Kum kum diyerek... Sanki o yeni adlar yeni bir talih getirirler umuduyla...

O doğanın içinde garip insanlara da rastlanır. Çok yaşlı bir kadın, “Baba, baba” diye haykırarak dolaşır. Tuhaf bir adam annesini arar durur.

Köyde veya yanı başında açılmış panayırda ise başka gariplikler olur. Bir hayat kadını Ali’ye ilk cinsellik dersini verirken, çocuk şarkıcı Aygül aç erkeklerin bakışlarına hedef olur. Erdem bize, kaç yaşında ve hangi sosyal konumda olsalar da, kadının hedefi olduğu tehlikeleri de sürekli hissettirir.

Film doğayı görselliğinin yanısıra işitsel olarak da tanıtır.  Büyük özenle kaydedilmiş sesler apayrı şarkılar söyler, orada saklı gizemi canlandırırlar.

Bu sıra dışı filmin iki baş oyuncusu da gerçek anlamda takdire şayandır. 12 yaşından beri oyunculuk yapan, bugün 25 yaşındaki Ecem Uzun’u yakın zamanda, aslında daha sonra çektiği Tereddüt’te izlemiş ve bol bol övmüştük. Burada da genç oyuncuya yine şapka çıkarıyoruz.

Yaşını hiçbir kaynakta bulamadığım (galiba özenle saklıyor!) Berke Karaer’i bulup çıkarmak ise sanırım Erdem’in sevap hanesine yazılacak bir olay. Umarım devamı gelir. 

Elbette Erdem’in yar-ü vefakarı Florent Herry’nin görüntülerini övmek ve filme katkılarını belirtmek yine boynumuzun borcu olacak. Bir kez daha...

Sonuç olarak yalnızca Erdem hayranları değil, saf ve özgün sinemanın tadını da özleyenler için...


Yarın:  BARAKA

Yazarın Diğer Yazıları

Özel bir kahramanın son ve en şaşırtıcı filmi

Asıl tema belki de şudur: Arthur Fleck tam anlamıyla iki yüzlü bir adamdır. Sanki korku klasiği Dr. Jekyll ve Mr. Hyde gibi... O sanki kötülükle iyilik arasında sıkışıp kalmıştır

Son olup bitenlerin ışığında: Filmler, gösterimler, kayıplar, kazançlar

Belki ülkemizdeki en zengin DVD ve de CD koleksiyonu bendeydi. İşte ben, artık bu yaşta, tüm bunları bir elde toparlamak istiyorum. Bir tür müzede... Ki insanlar gelsin, izlesin veya dinlesin... Ve bu sanatsal arşiv gelecek kuşaklara da kalsın...

Bir imparatorluk acaba ne zaman çöker?

Büyük bütçesine ve yönetmenin kesin özgürlüğüne rağmen, film gerçek bir dinamizme de kavuşamamış. Coppola’nın yapmak istediği “ABD devleti ebediyen var olabilir mi?” sorusu ise, bunu bir ölçüde başarmış

"
"