02 Ağustos 2014

Fransa’dan kişilikli bir acı-komedi

Özenle yaklaşılması gereken, kırılgan ama kişilikli bir film...

ATTİLA MARCEL      

Yönetim ve senaryo: Sylvain Chomet
Görüntü: Antoine Roch
Oyuncular: Guillaume Gouix, Anne LeNy, Bernadette Lafont, Helene Vincent, Luis Rego, Fanny Touron, JeanClaude Dreyfus/ Fransız filmi

Sylvain Chomet (1963-  ), önce Les Triplettes de Belville- Belleville’de Randevu filmiyle (2003) büyük çıkışını yapmış, ardından L’İllusioniste- Sihirbaz’la bunu hemen hemen ayni düzeyde yenilemiş bir canlandırma ustası, adeta büyücüsü.

Bu yeni filmi bir canlandırma değil. Ancak genelde o espriyi koruyan ve ancak bir canlandırmanın sahip olabileceği zekâ, buluş ve hınzırlığı içeren, hayli özgün ve şaşırtıcı bir film.

Yazar-yönetmenin bu yeni filmi, daha iki yaşlarındayken ana-babasını gözünün önünde, garip bir ‘ev kazası’nda yitirmiş ve iki ‘yaşlı kız’ teyze tarafından büyütülmüş Paul’un öyküsünü anlatıyor. Paul o meşum günde konuşma yeteneğini de yitirmiş ve bir daha bulamamıştır. Büyüdükçe ortaya çıkan müziğe ilgisi, onu çok iyi bir piyanist olmaya  yöneltmiştir. Ve katıldığı büyük bir yarışmada derece alma umudu vardır.   

Ama bu bile Paul’u mutlu edecek değildir. Tipik bir Paris semtindeki yaşamı, küçük dairesi ve de ortasında kocaman bir yaşlı ağacın bulunduğu parkta geçer. Dans hocası olan teyzeleri ve onların her kesimden ‘talebeleri’,  dördüncü kattaki ‘deli kadın’ Madame Proust, köpeğine bağlı kör bir yaşlı adam, Paul’e açıkça düşkün Çinli kız ve daha bir avuç asorti komşu, hikâyenin diğer kahramanlarıdır. 

Ama Paul onlar kadar, silik anılarındaki gencecik annesi Anita ve uzun saçları dışında tıpatıp kendisi olan babası Attila Marcel’i görür, onlarla düşüp kalkar. Geçirdiği travmanın ötelere ittiği anılar bazen eski bir resim, bazen çekmecenin dibinden çıkan bir defter aracılığıyla geri döner. Ve kayıp bir hayatın yeniden kazanılması şansı doğar gibi olur.

Bu son derece kendine özgü film, içerdiği incelikli mizahla, başlarda içine kolay girilemez bir zihin labirenti gibi gözüküyor. Ama Chomet giderek sofistike mizahını evrensel ve kalıcı kılmayı başarıyor. En çok, son derece özenilmiş ve hâkim olunmuş sinemasal bölümlerle...

Böylece, diyelim ki o dans bölümleri, dev oyuncakların dile gelip konuştuğu ve müzik yaptığı sahneler ya da Anita ile Attila Marcel’in ‘boks dansı’, kolay unutulmaz sinema olaylarına dönüşüyor.

Ya da, o dev ağacın, tıpkı bizde olduğu gibi ‘fazla yaşlandığı’ gerekçesiyle kesilmek istenmesi. Ve koca semtte sadece, soyadıyla müsemma bir kişilik olan Madame Proust’un buna karşı çıkması. Hem de ölümüne dek…

Bu enfes bölümün Gezi Olayı’nı yaşamış Türk seyircisi için bambaşka bir anlamı olduğuna inanmak isterim. 

Paul ve de Attila rollerinde tuhaf suratıyla Guillaume Gouix, Madame Proust’da ilginç oyuncu Anne LeNy ve de tüm yan oyuncular, Chomet’nin ustası olduğu canlandırma sinemasını hatırlatır biçimde, tipik ve karakteristik yüzler ve kompozisyonlar sunuyorlar. Müzikal bölümler de çok sempatik.    

Özenle yaklaşılması gereken, kırılgan ama kişilikli bir film...

Yazarın Diğer Yazıları

Film yok... Onun yerine, şundan bundan!..

Sevgili gazetem Cumhuriyet tam 100. yılını kutlamış. Cemal Reşit Rey kongre salonunda ve görkemli bir geceyle... ‘Mış’lı konuşuyorum, çünkü tam 27 yılımı verdiğim, bana öğrettiği gazeteciliği, kafama yerleştirdiği tüm ilkelerimi bugün T24’teki barış, hak, adalet, hukuk aramaya çabalayan muhalif yazılarımda kullandığım halde... Evet, tüm bunlara karşın; oradaki birçok ‘dostuma’ rağmen... Belki de ‘düşmanlarım’ buna engel oldu

İstanbul'da yaşamanın artı ve eksileri üzerine

Bu yazıyı yazmamın baş nedeni İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin çıkardığı aylık derginin Nisan sayısı oldu. İstanbul Bülteni adını taşıyan ve AVM'ler ya da metro istasyonlarında bulunan bu dergide, İmamoğlu'nun sevgili kentimize kattığı güzellikler öylesine iyi anlatılmıştı ki...

Kaderin elinde sönüp giden bir şarkıcının dramı

Özellikle müzikseverler için kaçırılmaması gereken filmlerden...