2016 sinema açısından hayli zengin bir yıl oldu. Özellikle yabancı filmler bize sayısız sürprizler sundular. Tam bir tarama yapmadan-eskiden gazetelerde öyle yapardık- sona kalan en iyilerini anmak ve 20 filmlik bir En iyiler listesi vermek istiyorum. Elbette benim kişisel seçimime göre...
Bunu yaparken, dünyada daha önce gösterilen kimi filmlerin – The Revenant-Diriliş, Spotlight, Suffragette- Diren: Zamanı Geldi gibi- bizde ancak Ocak ortalarında oynadığını, bu nedenle bizim listelerimizde yer alması gerektiğini hatırlatayım.
Aynı biçimde, yılın neredeyse son günü –tam olarak 30 Aralık’ta- çıkan iki önemli filmin, La La Land- Aşıklar Şehri ve Ben, Daniel Blake’i evrensel kurallara göre gelecek yıla bırakmamız gerekiyor. Hatırlatmak istedim.
Yılın en iyi 20 filmi:
1. Carol/ Todd Haynes
2. Nocturnal Animals- Gece Hayvanları/ Tom Ford
3. Spotlight/ Tom McCarthy,
4. Warcraft- İki Dünyanın İlk Karşılaşması/ Duncan Jones
5. Saul’s Son- Saul’un Oğlu/ Laszlo Nemes
6. The Revenant- Diriliş/ Alejandro Gonzales İnarritu
7. The Danish Girl- Danimarkalı Kız/ Tom Hooper
8. Room- Gizli Dünya/ Lenny Abrahamson
9. Frantz/ François Ozon
10. Assassin’s Creed/ Justin Kurzel
11. Brooklyn/ John Crowley
12. Arrival- Geliş/ Denis Villeneuve
13. Baccalaureat- Mezuniyet- Cristian Mungiu
14. Meçhul Kız- La Fille İnconnue/ Dardenne kardeşler
15. Belgica/ Felix van Groeningen
16. Allied- Müttefik/ Robert Zemeckis
17. Florence/ Stephen Frears
18. Sully/ Clint Eastwood
19. A Perfect Day- Mükemel Bir Gün/ Fernando Leon de Aranaa
20. Suffragette- Diren: Zamanı Geldi/ Sarah Gavron
Yılın Türk filmleri
Aslında bu dalda seçim yapmak çok içimden gelmiyor. Çünkü yılın birçok ilginç Türk filmini kaçırdım. Oscar adayımız Kalandar Soğuğu’ndan ‘gişe şampiyonu’ Dağ-2’ye, Ana Yurdu’ndan Mavi Bisiklet’e, Kasap Havası’ndan Toz Bezi’ne...Özellikle Hürriyet’in geçen hafta 7 eleştirmen soruşturmasında en iyi film çıkan Ana Yurdu’nun eksikliğini hissediyorum.
Bu filmleri görememem biraz geçen yıl yerli festivallere gitmememden, biraz beni bir süre eve bağlayan sağlık sorunlarımdan, biraz da basın gösterilerinin eksikliğinden kaynaklandı. Ben yine de sadece 5 filme indirgeyerek ve de bunlara aslında bir Alman yapımı olsa da o çok sevdiğim Aslı Özge imzalı Ansızın’ı da katarak bir mini-liste vermek istiyorum.
Filmlerini göremediğim o hepsi gencecik yönetmenlerden özür dileyerek....Ve kimilerini Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Çağan Irmak, Yüksel Aksu gibi ustaların da yönettiği filmleri aşıp bu noktaya geldikleri için kutlayarak...
1. Tereddüt- Yeşim Ustaoğlu
2. Albüm- Memet Can Mertoğlu
3. Ansızın- Aslı Özge
4. Rüzgarda Salınan Nilüfer- Seren Yüce
5. Babamın Kanatları- Kıvanç Sezer
Ve 2016’da çekip gidenler
Geçen yıl ne çok kayıp verdik!...Bizde ve dünyada öylesine adlar, öylesine yüzler ve öylesine efsaneler çekip gitti ki...Kısaca onları da anmak istiyorum.
Dünya öyle kayıplar verdi ki...Bir Fidel Castro, bir Muhammed Ali, bir yazar Umberto Eco alanlarında dünyayı değiştirmiş, tarihe iz bırakmış efsane isimlerdi.
Bana daha yakın bir alanda, müzikteyse inanlmaz bir kayıplar listesi oluştu. Yılın ilk günlerinde sevgili babasının yanına göç eden Natalie Cole’dan sonra David Bowie, Prince, Leonard Cohen, Keith Emerson gibi devlere Merle Haggard, Glenn Frey, Pierre Boulez, en son George Michael eklendi. Bunlara o emsalsiz Kızıl Ordu Korosu’nun en gözde ekibi de katılabilir. Hiçbirinin yeni doldurulamaz, doldurulamayacak...
Müzikte yerli kayıplar da az değildi. Ergüder Yoldaş, İlhanTelli, Attila Özdemiroğlu, Asım Can Gündüz, Selçuk Sun, Atila Manizade, Leyla Demiriş de reveranslarıyla birlikte gittiler.
Ülkemizin basın ve medyası Hakkı Devrim, Nail Güreli, Yaşar Nuri Öztürk ya da felsefeci Bedia Akarsu, tarihçi Halil İnalcık gibi kayıplar verdi. Büyük kitleler daha çok Turgay Şeren için ağladı. Dışarda yazar kayıplarında ise Eco’yla birlikte Dario Fo, Harper Lee, Michel Boutor, Michel Tournier, İmre Kertesz gibi isimler var.
Sinemanın kayıpları
Sinemada yine bir ölümler yılıydı. Ülkü Erakalın, Oya Aydoğan, Ülkü Ülker, Tanju Gürsu, Romalı Perihan, Leyla Sayar, Mahmut Hekimoğlu Yeşilçam nostaljisinin son kaleleriydi. Ardından Vedat Türkali, derken Tarık Akan...Tam bir ulusal matem havası
Ve derken, kitleleri çok ilgilendirmese de biz sinefiller için iki ‘mühim’ kayıp...Sinema yazarlığımızın temellerinden Giovanni Scognamillo. Ve tek başına bir sinema merkezi, bir müze, bir dergi, bir yapım geleneği yaratan Mithat Alam.
Ve tiyatrodan gidenler...Bir dönemin eşsiz ‘prima donna’sı Heyecan Başaran...Gönül Ülkü Özcan, Çetin İpekkaya, Çetin Öner, Erdal Tosun
Dış sinemada da çok kayıplar oldu. Dev yönetmenlerden Ettore Scola, Jacques Rivette, Abbas Kiarostami, Andrzej Wajda, Gary Marshall, Andre Zulawski, Hector Babenco, Michael Cimino...
Herbiri bir döneme damgasını vurmuş, olay-filmler yaratmış isimler. Herbiri için ayrı, uzun yazılar yazmak gerekirdi. Şu genel kültürsüzlük ortamı içinde yapabildik mi?
‘Ulusal yengemiz’ de gitti!
Oyunculardan Alan Rickman, Anton Yelchin, Gene Wilder, ‘beyaz gölge’ Ken Howard, Robert Vaughn, Bud Spencer da dünyalarını değiştirdiler.
Yakın zamanda Zsa Zsa Gabor gitti: 100 yaşına bir yıl kala...Macar kökenli bir yıldız, birçok evliliğinden ilkini bir Türk’le (Burhan Belge) yaptığı için ‘ulusal yengemiz’ olan efsanevi bir kadın. Ama kim farketti, kim yazdı? En azından Murat Belge’den bir yazı beklerdim!...
Yine yılın son günlerinde Carrie Fisher öldü: Star Wars serisinin Prenses Leia’sı...Tam da serinin yeniden gündeme geldiği ve yeni bir seriyle tamamlanacağı günlerde. Ne yazık!
Ama asıl trajik olan, annesinin de bir gün sonra dünyayı terketmesiydi. Ünlü oyuncu, müzikal yıldızı Debbie Reynolds da 84 yaşında öldü. Kızının ölümüne dayanamamış olmalıydı.
Bir evlilik öldü, bir şarkı doğdu
Burada biraz durmak ve ‘magazin yapmak’ istiyorum!...Carrie, Debbie Reynolds’la bir dönemde büyük aşk yaşayıp evlendiği, 50’lerin ünlü şarkıcısı Eddie Fisher’in kızlarıydı (soyadı oradan).
Çift mutlu-mesut yaşarken, çağının en güzel kadını Elizabeth Taylor şarkıcıya kancasını takmış ve çifti ayırarak Eddie’yle evlenmişti. Çok mutsuz olan Debbie’ye teselli müzikten gelmişti.
Çünkü o Singin’in the Rain- Yağmur Altında müzikal başyapıtında görüldüğü gibi, gayet iyi şarkı da söyleyebiliyordu. Ve özel olarak gelen beste “Am I That Easy to Forget- Ben O Kadar Çabuk Unutulacak Biri Miyim?” adını taşıyordu.
Debbie bunu plak yaptı. Ve tüm Amerika onunla birlikte bunu dinleyip gözyaşı döktü. Bir evlilik ölmüş, ama bir klasik doğmuştu. Plak milyonlar satıp Debbie’ye bir servet getirdi. Ardından özellikle country şarkıcılarının, örneğin Jim Reeves’in de repertuarlarına alıp yorumlayacakları...
İşte böyle...Kimi ölümler neler neler hatırlatıyor. Özellikle bizim gibi (yaşlı dememek için!) yaşını-başını almışlara!...
TÜM OKURLARIMIN YENİ YILINI KUTLUYOR, ONLARA VE ÜLKEMİZE DAHA İYİ, DAHA AYDINLIK BİR YIL DİLİYORUM.