06 Kasım 2013

Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler

2005 yılında İstanbul Bilgi Ünviersitesi'nde düzenlenen Ermeni Konferansı Türkiye için nasıl bir merdiven ise Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler de öyle bir konu

İstanbul'da birkaç gündür süren bir konferans var. Hrant Dink Vakfı'nın düzenlediği Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler konferansı. Bu etkinlik aynı zamanda yıllardır konuşulan bir konunun resmiyet kazanması için de bir zemin oluşturuyor.

2005 yılında İstanbul Bilgi Ünviersitesi'nde düzenlenen Ermeni Konferansı Türkiye için nasıl bir merdiven ise Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler de öyle bir konu.

Bugüne kadar Türkiye'de bakanların deyimi ile “afedersiniz Ermeni” olarak yer alan birçoklarının aksine Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler artık kendilerini konuşuyorlar. Ve “biz varız” diyorlar. Kimliğine kavuşmak için aile tarihini deşen pek çokları önümüzde dağ gibi yığılan soruları da gündeme getiriyor.

Bu sorulardan ilkini Charles Aznavour “Ermenistan Müslümanlaştrılmış Ermenilere kapısını açmalıdır” sözleri ile gündeme getirdi.

Türkiyeli bir ailenin mirasçısı olan Aznavour'un her ne kadar diasporanın “şahin” kanadından olduğu düşünülse de bu açıklamasıyla çok önemli bir gerçeğe vurgu yapıyor. Ermenistan dünyadaki tüm Ermenilerin ulus devleti. Yani Müslüman, Ezidi, Alevi, Hıristiyan ve daha birçoklarının. Dini fark etmeden milleti bütünleştiren bir toprak parçası. Yani Ermeni olanın illa Hırsitiyan olmasına gerek olmadığını hatırlatıyor bize Aznavour.

Bu da bana son 10 yılda, ninesinin Ermeni olduğunu keşfeden herkesin bana sorduğu “Ben şimdi ne yapacağım?” sorusuna bir cevap getiriyor.

Hiçbir şey”

Çünkü hiçbir şey yapmamıza gerek yok. İnsan kendini kim ya da ne hissediyor ise o olmalı.

Ancak biz bu ülkede o kadar kendimiz olmamayı ve bize dayatılan kimliği kabul etmeyi öğrenmişiz ki kendi ailemizin Ermeni olmasını bile saklar duruma getirilmişiz.

Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, sanatçıları, siyasetçileri Ermeni olmanın hakaret olarak algılandığı bir dil yarattılar.

Cumhurbaşkanı'nın Ermeni kökenli olduğunu iddia edenlere; bu makam tarafından açılan “hakaret davası” bunun en güzel kanıtlarından biridir. (Bkz.

Ermeni olmak niye bir aşağılanma hissi yaratsın?

Cumhurbaşkanı keşke çıkıp “etnik kimliğimin ne önemi var” deseydi. İşte o zaman hükümetin “bu ülkede ayrımcılık yok” sözlerine güvenebilirdik. Çünkü bu hakaret davasının tercümesi şuydu bizler için;

Etnisitenizde bir 'Ermenilik' var ise işte o zaman bu memlekette Cumhurbaşkanı olamazsınız.

 Bir ülkenin Cumhurbaşkanı böyle bir dava açarsa, doğal olarak, halkı da kimliğinde bir Ermenilik olmaması için dua edecektir. Ola ki bir Ermenilik var ise o zaman yandınız demektir...

 Cumhurbaşkanının bu davası biraz kendini bulmaya başlamış Müslüman Ermenilerin yeniden kapanması için de bir sebep vermektedir.

Aynı şekilde birçok Ermeninin halen sözlü tarih çalışmaları sırasında isimlerini gizlemek istemesinin sebebini de bu zihniyetin oluşturduğu korkuya bağlayabiliriz.

Dersim ve Diyarbakır bölgesinde, ailelerinin Ermeni olduğunu keşfeden yüzlerce kişinin bana gönderdiği Facebook mesajlarında“aman yazınızda kullanmayın” demeleri de bu zihniyetin eseridir.

 Türkiye Çağdaş Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Ahmet Abakay'ın kitabının önsözünde annesinin Ermeni olmasından bahsedip ardından akrabaları tarafından tepki ile karşılanması da yine aynı zihniyetin ürünü değil miydi. Koca kitapta tek kelime tüm ailenizden dışlattırabilir sizleri...

Şu anda bir konferansa özne olacak kadar genişleyen Müslüman Ermeni toplumunun görünmeyen yüzü, görünen yüzünden en az 10 fazladır.

 

***

 

2000'lerin başı. Baron Hrant (Hrant Dink) beni odasına çağırdı. Odada ben yaşlarında (O zaman; 20) bir genç. “Ben ne yapacağım?” diye elleri yanaklarında düşünceli. Baron Hrant beni aslında çocuğa psikolojik destek olayım diye çağırmış. Yaşlarımız aynı neredeyse. Pilot okulundan atılmış olan Ş.'nin derdi kimliğiyle. Agos'tan Fethiye Çetin'in ailesini arama öyküsünü okuyunca kalkıp gelmekte bulmuş son çareyi. Hava Harp Akademisi'nde iyi bir öğrenci olduğunu söylüyor. 3 yılı doldurmuş. Ve okuldan atmışlar. Devamsızlık demişler ama elinde devam kayıtları var. Devamsızlık gözükmüyor orada...

Sonra anlaşılmış, kendisine söylenenin şokuyla aktarıyor: “7. göbekten Ermenilik var, sen savaş pilotu olmazsın”. Daha önce akademinin bana pilot olmayacağımı suratıma kapattılan telefonla açıkladığını yine bu blog'da yazmıştım.

Bu ise bir başka versyonu. 
Kendimi şanslı sayıyorum şimdi geri dönüp bakınca.
Ya akademiye girip son sınıfta pilot olamayacağını öğrenirsen? İşte asıl hayal kırıklığını o zaman yaşar bir genç. 
Ş.'nin böyle bir öyküsü vardı.

Ve bir sürü sorusu;

Ben şimdi ne yapacağım?”

Hıristiyan olmak için vaftiz nasıl olurum bu yaşta?”

Şimdi, bu cuma namaza gitmeyeyim mi? Kabul olmaz mı artık?”

O zaman bu soruların ve daha birçoklarının cevabını ben bile bilmiyordum ama artık gün geçtikçe sayıları artan köklerinde Ermenilik olan Müslüman toplumun üyelerinin bununla bir helalleşmesi gerek.

Ermeni toplumlarının da Müslüman Ermenileri kabullenmesi. Ve cemaat içerisine adaptasyonlarını konuşmaları.

Evet bu ülkede bir Ermeni nesli 1915'teki soykırımdan sonra gerek devşirilerek gerekse tecavüz yoluyla Müslümanlaştırıldı. Bu insanların çoğu ölmeden önce çocuklarına değil ama birçokları torunlarına Ermeni kimliklerini anlattılar. Asıl isimlerini söylediler. O torunlardır ki şimdi kimliklerini aramaktalar. Binlerce torun bugün Müslüman mezarlıklarında yatan, kapısında “Ermeni Kabristanı” yazan mezarlıklara gömülemeyen Ermeni ninelerinin ve dedelerinin ruhları için dua ediyor.

1915'te yaşana soykırım travmasının ardından kimlikleri, kişilikleri, evleri ve kültürleri, dilleri bir olmuş toplumlarımızın yek vücut haline gelmiş meyveleridirMüslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler.

Bu torunlardan bazıları 90'larda faili meçhullere kurban gitti, bazıları şimdi Cumartesi Annesi. Bana bu konuda gelen yüzlerce mektup arasından kimliğini saklamayan iki cesur insanın mektuplarını derleyerek paylaşıyorum yazımın sonunda.

 

BİRSEN GÜLÜNAY

Ben Erzurum Aşkale'liyim, yıllar sonra babamın Ermeni olduğunu öğrendim. Annem söylediğinde ben de inanmamıştım, sonra babamın mirasını araştırırken ortaya çıktı. Annem babamın adının Bayram olmadığını Krikor olduğunu söyledi. Bizler Alevi olduğumuzu sanıyorduk. Babaannemin adının Arzi olduğunu öğrendim. Amcalarımızdan sorduk onlar da dedelerimizin Ermeni olduğunu doğruladılar. Annem bana “Mirciyan” diye seslenirdi. Küçüklüğümde bana “Türkler bizleri kesmeye gelirlerse 'elham durillah müslüman' olduğumu söylememi öğütlerdi. Babaannemi Erzurum'da 1915 soykırımında köylüler askerlerden samanlıkta saklamışlar. Ben hakların kardeşliğini savunan biri olarak köklerimin hangi milliyete mensup olduğumu öğrendikten sonra katledilen atalarım için saatlerce hıçkırıklara ağladım ve nerelisin diye sorulduğunda hep Ermeni olduğumu söylüyorum ama resmi anlamda bunu belgelemek istiyorum. Nasıl yada nereye baş vurmam gerekdiğini bilmiyorum bunları sizinle paylaştığım için çok mutlu oldum. 
Cumartesi annesi Birsen Gülünay.

 

DİYARBAKIR'DAN CEMAL

Bu travma nasıl iyileşir bilmiyorum?

Siverek ve Diyarbakır daki konu komşunun da Gavur olarak bildiği bir aileyiz. Kaçarak kurtulan 8 yaşındaki Cemil (babaannemin babası), Altun (baba dedemin annesi) bu ikisi kardeş ve onlarla amca çocuğu olan 10 yaşında Ali (baba dedemin babası) nin birkaç gün mezarlıkta saklandığı sonrada Siverek’in önde gelen ailelerinin onları vefa borcu olarak sahiplendiğini biliyoruz. İçlerine sinen korkuyla muhtemelen gerçek isimlerini de hiçbir zaman söylememişler. Sadece çocuklardan gizli bir şey konuşulacağı zaman Ermenice konuştuklarını onun dışında kesinlikle konuşmadıklarını biliyoruz, çocuklarına da öğretmemişler. Bildiğimiz bir başka şey ise Ali’nin babasının adının Boghos olduğu. Bu arada bu çocukların geride 8 - 9 kardeşlerinin olduğu hepsinin de faili meşhul olduğunu belirteyim.

Annenannemin tarafını anlatmak gerekirse, babasının adı Serkis 7-8 yaşlarında kimsesiz kalıyor, Annesinin adı Rukiye (kimsesiz kaldığında 4 yaşında). Rukiye de yine birilerinin sahip çıkmasıyla büyüyor, Rusya da bir ablası olduğunu, Rukiye ölene kadar mektuplaştıklarını ve mektupların Ermenice olduğunu biliyoruz ama mektuplar maalesef ortada yok. Rukiye ve Serkis de çocuklardan gizli Ermenice konuşur geçmişi kesinlikle anlatmazlarmış.

Müslümanlarla kız alış verişi olmadığı hep kendi içlerinde evlendiklerini biliyoruz. Dedemler birşeyler bilirdi ama onlarda söylemezdi, zaten söyleyemeden de göçüp gittiler. Bu arada 1915 den çok sonra Kıbrıs Harekatı döneminde de milletin galeyana geldiği, kahvede “erkekleri öldürüp karılarını alalım” muhabbeti dönmemiş değil. Bizimkiler bundan sonra Siverek den Diyarbakır’a göçmüşler. İnsan bunları yaşayıp anasının babasının başına gelenleri de bilince dedemlerin içlerine sinen korkuyu kestirmek zor değil. O korkuyla kendi çocukları, onların çocukları kim bilir belki bizim çocuklarımız da büyüyecek… Bir insanı, yaşamak için kendi benliğini, adını, dilini, dinini inkar etmeye zorlamak, zorunda bırakmak, insanı en temel içgüdüsü olan hayatta kalmayla kullanmak… Bu travma nasıl geçer, nasıl iyileşir, insanlar bu devlete nasıl güvenir gerçekten bilmiyorum. Fakat ümit etmek, hayalleri diri tutmak lazım. Kendi adıma Ermenice öğrenebildiğim, dinle hiç alakam olmasada sırf kendi halkımdan insanlarla bir arada olmak adına kiliseye gidebildiğim, çocuklarıma Ermeni geleneklerini, bayramlarını anlatabildiğim,yaşayabildiğim bir gelecek istiyorum.

 

Yazarın Diğer Yazıları

İnkârcılığın çaresizliği

Demek ki milleti ayakta tutabilmek için bir tek geriye bu kin ve nefret kaldı

Sen kilise yapadur bakan, yıktıklarınız hortluyor bir yandan

Jandarma, Ahlat Müzesi, usanmamış definecilerle uğraşmış...

Yaşama eylemi

Her neye sinirlendiyseniz veya her neye üzüldüyseniz, duygunun geçici bedeninizin ve sizin kalıcı olduğunuzu size hatırlatan bir kitap "Yaşam Eylemi" adı üstünde

"
"