Ermeni Soykırımı'nın 100. yılı birçok ülkede anıldığı kadar siyasetçilerin tavrı, “soykırım deyip demedikleri” ile de gündem oluşturdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “bakın onlara iki lider gitti bize ne kadar çok geldi” imaları da işin Türkiye'deki şov boyutunun perçini oldu. Tüm bunlar bir yandan seçim rüzgârına kapılan Türkiye'deki siyasi partilerin de gündemlerini salladı tabii. 2014'te meclis kürsüsünden 8 dakika 40 saniye boyunca Ermeni soykırımı üzerine konuşan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş bile işi Hakikatleri Araştırma Komisyonu'na havale etmek zorunda kaldı.
Seçim gündemi kızışırken bir diğer tarafta Doğu Perinçek'in inkâr davası da ilerlemeye devam ediyordu. Hükümet yetkilileri Perinçek'e 'davası'nda açık destek verirken, bunun seçim sonucuna küçük yüzdelik dilimler olarak döneceğini farkındalar.
Türkiye tarihinde her seçim döneminde oluşturulan suni bir gündem ile Ermenilere sataşılır. Hatırlayın bir önceki seçim döneminde Cumhurbaşkanı “Afedersiniz bana Ermeni dediler” sözleriyle gündeme gelmişti. 2011 milletvekili seçimlerinde MHP lideri kürsülerden diğer partilerin adaylarını Ermeni olmakla suçluyordu.
Küçük Ermenistan'da 160 bin kişi
24 Nisan'da ölen/öldürülenler, Ermenistan'ın dışında belki de en geniş katılım ile ABD'de anıldı. Los Angeles eyaleti resmi kaynaklarının verdiği rakamlara göre California'daki yürüyüşe 160 bini aşkın kişi katılmış.
ABD'deki 100. yıl etkinlikleri düzenleme komitesi üyesi, İstanbullu Ermeniler Derneği direktörü ve önemli bir hukukçu olan Edvin Minassian anma sonrasında Türkiye'nin inkar politikası, yaklaşan seçimler öncesinde Ermeni toplumunun temsiliyet sorunu ile ilgili sorularımızı yanıtladı.
Temsiliyet sorunu
Türkiye'de seçimler yaklaşıyor. Eminim siz de yakından takip ediyorsunuzdur. Birçok partide Ermeni adaylar milletvekili yarışında. Bu adayların belirlenmesi sürecinde bile Ermeni toplumunun temsiliyet sorunu üzerine birçok tartışma oldu. Bazıları Türkiye'de var olan Ermeni kurumlarının dışında bir temsiliyet oluşturulmaya çalışıldığını söylüyor.
Bu büyük bir sorun, karışık ve çelişkili. Laik bir cumhuriyet, kanunlarına göre, hem resmen (Lozan) hem de daha açık şekilde gayr-ı resmi olarak dini ve milli azınlık olan Ermenileri barındırıyor. Patrik dışında tüm halkın seçebileceği ve iradesini temsil edecek bir şahıs veya kurum yok. En azından her Ermeni vatandaşın sesini duyurabilmesi gerekir. Patrik seçimleri de Türkiye doğumlu episkoposlar ile sınırlı. Kilise, hastane, okul gibi cemaat kurumlarını idare edenler, dini ve zengin zümreler ki genelde, onlar da devletin tercihiyle Ermenilerin temsilcisi varsayılıyor. Bundan Türkiyeli Ermenilerin büyük çoğunluğunun hoşnut olduğu söylenemez herhalde. Her Ermeni'nin aday olabildiği ve seçilme hakkına sahip olduğu şahsi veya kurumsal bir temsiliyet yok. Belki çoğunluğu halk tarafından seçilen 50 kişilik bir genel meclis olmalı ve içerisinde cemaat kurumlarının temsilcilerine de yer verilmeli. Önemli kararları 2/3 çoğunlukla alan bir mekanizma yaratılabilir. Patrik bunun onursal başkanı ve sembolik lideri olabilir. Yanı sıra halkın direk seçtiği bir cemaat lideri de, icra ve vazife haklarına sahip olmalı.
Tazminat her bireyin hakkıdır, vazgeçmek de! Ama...
Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Başkanı Bedros Şirinoğlu 24 Nisan öncesinde “tazmiat istemiyorum” şeklinde bir açıklama yaptı. Bu şekilde bir açıklama hukuki olarak ne kadar bağlayıcıdır. Tazminat hakkı kime aittir?
Bedros Şirinoğlu'nun açıklamaları tabii ki üzücüydü. Fakat daha kötüsü, basının kendisini İstanbul Ermenileri adına konuşuyormuş gibi göstermesi. Bedros Bey 'ben bu sözlerimi Ermeni Cemaati adına yapıyorum' demiyor. Fakat Star gazetesi öyle manşet atmış ve kendisini kullanmakta.
Kendisini tanıyanlar yardımsever ve iyi bir insan olduğunu; hastaneye çok hayırları dokunduğunu söylerler ve bu insanlar sevdiğim güvendiğim kişilerdir, o yüzden doğru olduğuna inanıyorum. Umarım Tuzla'da önümüzdeki aylarda yıkılacak olan Kamp Armen için de harekete geçer. Fakat Ermeni milleti adına, milletin davası ile ilgili konularda susmayı tercih etmesinin daha hayırlı olacağını düşünüyorum.
Tazminat istemiyorum demek bireyin en tabii hakkıdır, tazminat hakkı olan bir birey olarak. Fakat bu kendisine diğer mağdurlar namına karar verme hakkını sağlamaz. İttihatçı hükümetin yaptırımları sebebiyle malını; mülkünü ve canını kaybetmiş her Osmanlı Ermeni vatandaşının varisleri, gasp edilmiş mallarının iadesine ve maruz kaldıkları gayri kanuni insanlık dışı muamelenin telafisi için hukuk ve adaletin tespit edeceği tazminata hak sahibidirler. Bu tazminatı alıp almamak her Ermeni'nin kendi şahsi kararıdır. Bedros beyin görüş ve tercihleri benzeri konumdaki diğer mağdurları ve torunlarını bağlayıcı olamaz.
Önce devlet destekli inkârın durdurulması gerek
2015'te artık soykırımın kabulünden de öteye inkâr yasaları ile ilgili tartışmalar daha gündemde. Soykırımı inkâr bir hak mıdır yoksa bir suç mu?
Inkarın durdurulması gerek, bilhassa devlet destekli şeklinin. Ermeni meselesinin iç siyasete malzeme ve uluslararası pazarlık/şantaj vesilesi olmaktan çıkarılması şart. Halkın bilinçlendirilmesi için bilhassa STK'lar yoluyla; Osmanlı tarihindeki Ermenilerin varlığı; katkıları gerçekçi ve samimi bir şekilde öğretilmeli ki; soykırımın ne kadar derin ve içiçe geçmiş bir kitleye uygulandığı kavranabilsin. Anadolu'nun her yerinde yaşadıkları, sayıları, meslekleri ile ilgili veriler bilinmeden, gerçeklerin inandırıcılığı 21'inci yüzyıl Türkiye vatandaşları için gerçekten zor. Ermenilerin yabancı veya hain değil, memleketin kadim yerlileri; Osmanlı'nın övünülen başarılarında en az diğer reaya ve sonra tebaa denilen milletler kadar önemli bir rolleri olduğu tartışmasız bir şekilde anlaşılmalı.
‘Haksız kazancın makul bir kısmı geri verilmek zorunda’
Tazminat Süreci tanınmanın doğal ve adil sonucu olmalı. Tazminattan önce, gasp edilen mal mülk iadesi var. Bu süreçte devlet ve ittihatçıların gasp suçuyla hedefledikleri Müslüman burjuvasını yaratma amacından faydalanmış ve bugüne kadar bu mal birikiminden büyük zenginlikler elde etmiş aileler hukuk ne gerektiriyorsa bu haksız kazancın makul bir kısmını geri vermek zorunda. Tazminat ise, diğer ülkeleri, başta Almanya'yı kapsamak zorunda. Soykırıma dönen tehcir, mal emaneti bahanesiyle gaspa dönüşen büyük varlıksızlaştırılma Alman komutanların idaresindeki bölgelerde oldu. Diğer ülkeler de sorumlu.
Zaman aşımı gibi yapay hukuk ilkeleri böyle bir büyük suçun adalet önünde hesap vermesinin önünde olmamalı. Ticari ve benzeri davalarda zaman aşımı sistemin devam etmesi için gerekli olabilir, fakat dünyanın çoğu belki de her hukuk sisteminde cinayet suçu zaman aşımına uğramaz, çünkü toplum onun cezalandırılmasına ayrı bir önem verir.
Bahsettiğim aşamalardan geçildikten sonra Osmanlı Ermenilerinin ataları ile olan bağlarını ispat eden tüm torunlarına şayet arzu ederlerse vatandaşlığın iadesi, baba topraklarına dönmek isterlerse kolaylıklar gösterilmesi, yeniden bağlantı, tazminattan da önemli bence.
'İnkârı cezai suç olarak tanımlamayı doğru bulmuyorum'
Soykırımın inkarını cezai bir suç olarak tanımlıyor musunuz? Öyle ise cezası neden ve nasıl olmalı?
Her şeyden önce ben bir hukukçuyum, bazı evrensel felsefi inançlarım var bunlardan temel olanlarından başlarda geleni ifade özgürlüğü. Ermeni olmam,ve inkârcı ifadelerin şahsımı hedef alması; içimde öfke ve fırtınanalar kopartması, temel değerlerimden bir istisna yaratmamı adil kılmaz. Bazılarına göre soykırım inkârı soykırımın devamı ve bir yerde manevi şiddet. Onların görüşlerini anlıyor ve saygı duyuyorum. Fakat Hrant'ın dediği gibi bazı insani haklar her şeyin üzerindedir. Hemen akabinde toplumsal şiddete sebep olabilecek, yer ve mahal kısıtlamaları dışında, inkârı cezai suç olarak tanımlamayı doğru bulmuyorum. Bırakın inkâr etsinler bizde onların tezindeki yalanları, saptırmaları ifşa edelim kamu önünde ve şeffaf bir şekilde.
Sonunda gerçeklerden kaçılmaz. Zaten inkâr ederken bir çoğu bunu itirafa dönüştürmüyor mu? Mesela genelde "Biz yapmadık böyle bir şey, ama yaptıysak da zaten şu şu sebeplerden hak ettiler!!" veya "Soykırım olsaydı hepsini öldürmüş olurduk; ama hepsini öldürmedik; ne Soykırımı" gibi bir yere bağlanıyor, bu da ispatın alası.
Sonunda birkaç fırsatçı dışında makul insanların inkarcı olamayacağına inanıyorum.
Edvin Minassian kimdir?
İstanbul'da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesi'nden mezun oldu. 17 yaşında ABD'ye geldi ve Güney California Üniversitesi'nden mezun oldu. 1990'da Loyola Hukuk Okulu'ndan mezun olduktan sonra Califoria Barosu'na katıldı. Los Angeles Magazine tarafından 2012, 2013, 2014 yıllarında “California Super Lawyer” (California'nun süper avukatı) seçildi. ABD’leri Barosu onaylı işçi hakları uzmanı. Avukatlık mesleğinde 25. yılını dolduran Minassian; Ermeni Barolar Birliği iki dönem genel başkanı ve halen idare heyeti üyesi. İstanbul Ermenileri Derneği Genel Başkanı, Ararat Home Derneği ve 100. Yıl Anma Heyeti'nde yer alıyor.
*Bu yazı Objective Araştırmacı Gazetecilik Programının desteği ile hazırlanmıştır.