21 Mayıs 2023

Bu mukadderat anında milliyetçi ve vatanperverlere açık mektup

"Hedef, muasır medeniyet seviyesine ulaşmak, Avrupa’nın sona erdiği değil, başladığı yer olmaktır! Bu Osman’ın gördüğü rüya, Fatih, Kanuni ve Atatürk’ün yoludur"

Türkiye’de her zaman olduğundan da fazla bir zihin karmaşası var. Kullandığımız terminolojiler de yanlış olabiliyor. Örneğin, herkes yurdunu, vatanını sever, zira doğal olan budur. Fakat, asıl “vatanperverlik” yahut “Patriyotizm” olarak niteleyebileceğimiz bir akım daha vardır. Vatanperverlik, vatanseverliğin aktive olmuş, harekete geçmiş, pasif olmayan halidir. Sağ taraftan da sol taraftan da vatanperver duruşlar sergilenebilir. Herkes, esaslar karşısında daha ince eleyip sık dokuyabilir, gündelik sloganların ilerisine geçip tedbirli davranmayı tercih edebilir.

Türkiye, bir mukadderat anının eşiğinde duruyor. Bu durum, diğer kesimlerin yanı sıra milliyetçi ve özellikle de vatanperver kesimlere çok büyük bir görev yüklüyor. Güncel vazifelerinin ne olduğunu ve niçin böyle olması gerektiğini çok daha iyi kavramak, gönüllerine oturtmak zorundalar. Bu anlayışla, aşağıdaki hatırlatmalarda bulunuyorum:

 Türkiye Cumhuriyeti nevzuhur bir ülke, bir Sykes-Picot oluşumu değildir. Zaferin sahibi olarak yeniden Avrupa’da dünyaya gelmiş, çok büyük mücadeleler vererek, içindeki en iyiyi evrenselliğe taşıma hakkına sahip olarak doğmuştur. Doğu’da evrensel alana çıkmak güdüsünden de öte, bu yönde kazanım, yetenek ve geleneklere sahip olan tek ülkedir. Türkiye’nin geldiği yerler çok farklıdır, gideceği yerler de… 

Demokratik nizam ve kuralları bir arada toplumsal hayatına geçirebilmiş, bunu elinde tutmak isteyen her ülke, dış politika ile orta sınıf ilişkisine dikkat etmek zorundadır. Bu da en başta ağırbaşlılık, öngörülebilirlik ve çağdaşlığın kıstaslarından kopmamayı gerektirir. Dış dünyayı karanlık güçlerin elinde bir fesat âleminden ibaret sayıp, geçerliliği şüpheli endişe ve korkuların zihinlerimizde tırmanması, bizi bir içbükey aynalar galerisine doğru itti. Bu yüzden, hep basit zıddıyetler içinde düşünmeye ve tepki vermeye alıştırıldık. 

Dış politikanın yapımında tarih ve tarihsel kalıtım temel girdilerden biri olmakla beraber, bugünün geçmişten daha güçlü olduğu, mücadelenin bugün ve bugünün şartlarında verildiği akıldan çıkarılamaz. Dış politikaya realist girdiyi sağlayan tarih değil, bugündür.

Her kritik göstergede geriye düşmeye başlamış bir ülke, yirmi birinci yüzyılı hak ettiği gibi yaşayamaz. Ukraynalı’ların bizim sahip olduklarımızın yarısına sahip olabilmek için canlarını kanlarını döktüğü; İranlı’ların bir miktar daha fazla demokrasiye kavuşabilmek için hayatları pahasına sokaklara döküldüğü bir dünyada yaşadığımızı görmezden gelemeyiz. Jeopolitik konum, refah ve istikrar, ülkelerin başına kazayla gelmez. Neredeysek, nerede olmak istiyorsak, oranın değer ve normlarına uygun davranmak zorunda olduğumuzu daha iyi kavramalıyız.

Türk toplumu çağdaş kalmak, uygarlık yolunda ilerlemek istiyor. Temel yön verici gerçeklik budur. Tabii ki, kimliğimiz ve haklarımız dirayetli bir şekilde savunulmalı, ancak bu gereğin yerine getirilmesinin asıl nedeninin çağdaş dünyadan uzaklaşmak değil, çağdaş dünyaya yakınlaşmak olduğu gözden kaybedilmemelidir.

Türkiye, hep ait olduklarına inandıkları bu ülkeye aidiyet duyguları aşınmalara uğramış, geleceklerini dış ülkelerde aramaya çıkmış, yanlarına her gün yenileri de eklenecek insanlarını böylesine eşiklerde bırakacak bir ülke değildir. Vatanperverler böyle bir durumu ancak uğursuzluk sayar. Zira, ekonomik gelişme ve toplumun özellikle eğitimli orta sınıfların refahı, gelecekten beklenti ve özlemlerinin devamlılığının sağlanması, demokrasinin yaslandığı ana sütundur. Kendilerini milliyetçi ve vatanperver olarak gören kesimler, bu bakış açısından gelişmeleri değerlendirir, önünde ne durduğuna bakar. Vatanperverlerin en korktuğu şey, gözlerinin önünde toplumun ayrıştırılması ve bütünselliğini yitirme noktasına gelmesidir.

Milliyetçiler de vatanperverler de, en esaslı farkları yaratacak olanın sadece askerî güçle sınırlı olamayacağının farkındalığı içinde hareket eder. Bunun yanı sıra ekonomik güç; toplumun geleceğine ilişkin olarak geniş bir kabul zemini üzerinde durabilmesi; demokratik bütünsellik arz edebilmesi; ileriye doğru gitme yönünde büyük bir oydaşma sergileyebilmesi gibi faktörlerin belirleyici olacağını bilirler ve bu farkındalığın gereğine uygun hareket ederler. Güçlü dinamikler ancak bu zemin üzerinde oluşabilir, doğru ihtiraslar bu zemin üzerinde şekillendirilebilir.

Neticede, çoğulcu bir toplumun avantajları yerine karışık bir toplumun dezavantajları gündemi belirler hale gelmişse, en kritik göstergelerde sürekli geriye kayış meydana gelir. Bu vatanperverler açısından katlanılabilir bir hal olamaz. Kendilerini bu başlık altına yerleştiren kesimler bu durumu göz ardı edemez. Bugün, milliyetçi kesimlerimizin vazifesi demokrasi yönünde harekete geçmek, başta gelir dağılımındaki uçurumlar, toplumun dokusunu tehdit eder hale gelmiş düzensiz göç olgusu ve en iyi beyinlerimizin yurt dışına kaçışı olmak üzere varlığımızı tehlikeye atan oluşum ve gelişmelerle mücadeleye girişmektir. Bu mukadderat anında vatanperver bir anlayışın yol göstericiliğinde büyük buluşma gerçekleşmelidir. Türkiye, kendi modernizasyon projesini bu kadar uzun ve meşakkatli yollar katetmişken yarıda bırakamaz.

Farkında olmalıyız ki, tarihin bu noktasında, uçuşan fikirler, bölük pörçük kalmış duyumsamalar, sağa sola düşmüş şüphe kümeleriyle geçerli bir anlayışa varılamaz, bir aksiyon platformu da oluşturulamaz. Esasları yakalamak zorundayız!

Zamana karşı ahlâklı yaşamak, vakti gelmiş işleri ortam ve birtakım şartların baskısı yüzünden ileri tarihlere atmamak, aksi takdirde ileri tarihler dahi olmayabileceğinin yüksek bilinciyle cesurca hareket etmektir. Cumhuriyet’in bağrında taşıdığı söz, halen dünya önüne evrensel başarılar kazanmış yurttaşlarından oluşan yeni bir aristokrasi koymak, bilime ve bilgiye dayalı bir çabanın ürünü olmak şeklinde devam ediyor. Hedef, muasır medeniyet seviyesine ulaşmak, Avrupa’nın sona erdiği değil, başladığı yer olmaktır! Bu Osman’ın gördüğü rüya, Fatih, Kanuni ve Atatürk’ün yoludur.

İşte tüm bu hususları ve daha pek çok şeyi zihinlerimizde öne çıkartmak zorundayız!

 Altay Cengizer kimdir?

Emekli Büyükelçi. Boğaziçi Üniversitesi mezunu olup, 28 Şubat 1979 tarihinde Hariciye'ye intisap etti.

1870-1914 Avrupa siyasi tarihi üzerine uzmanlaşarak, LSE'den Uluslararası Tarih konusunda Master derecesi kazandı. Columbia Üniversitesi'nden Kriz İdaresi ve Uyuşmazlıkların Çözümü konusunda diploma sahibi.

2007-2009 döneminde Henry Kissinger tarafından kurulan Harvard Üniversitesi Center for International Affairs üyesi olarak Boston'da bulundu.

Merkezde ve dışarıda çeşitli görevlerin yanı sıra, BM New York Daimi Temsilciliği'nde Daimi Temsilci Yardımcısı; Duşanbe ve Dublin'de Büyükelçi; 2016-2021 yıllarında ise UNESCO Nezdinde Büyükelçi-Daimi Temsilci olarak görev yaptı.

22 Ekim 2019'da İspanyol rakibine karşı seçimleri kazanmasını müteakip, 53 yıl sonra ikinci defa bir Türk vatandaşının seçildiği UNESCO Genel Konferans Başkanlığı görevini 30 Kasım 2021 tarihine kadar deruhte ederek, bilahare görevini yerine seçilen Brezilya Daimi Temsilcisi'ne devretti.

Çeşitli konularda çok sayıda makalesi bulunan Altay Cengizer, aynı zamanda "Adil Hafızanın Işığında: Birinci Dünya Savaşı'na giden Yol ve Osmanlı İmparatorluğu'nun sonu" (Doğan Kitap ve Ötüken Neşriyat'tan iki farklı basım) başlıklı kitabın yazarıdır.

Son defa, Şubat 2022'de "Incipient Awareness: The First World War and the End of the Ottoman Empire" başlıklı kitabı Londra'da yayımlandı.

Yazarın Diğer Yazıları

Zülfü Livaneli'ye açık mektup

Sizden askerî tarih yazmış olmanızı bekleyen kimse yok! Fakat niçin Jön Türkleri beceriksiz, yabancıların oyuncağı olarak tanımlıyorsunuz? Niçin, hangi hakla, hangi nedenlerle ve hangi bilgilerinize istinaden bu derece yanlı, baştan aşağı tahrifata dayalı bir kitap yazdığınız suali hep ortada duracaktır