04 Ağustos 2013

Can Paker kitabı bazılarını neden gerdi?

Paker\'in kendine “dert” olarak seçtiği alan Türkiye\'nin demokratikleşmesi olduğu için, o alanda yapıp ettiklerini, karşılaştığı güçlükleri bir kitapta hülâsa edince, yeteneklerini demokrasiye çelme takma yolunda kullanmış birilerinin onun hatırlattıklarından gocunması, rahatsız olması gayet doğal.

Kısa bir süre önce piyasaya Fatih Vural imzalı, bir yandan Can Paker'in hayatını anlatırken, öbür yandan Türkiye'nin son 50 yılına dair çok şey söyleyen çok önemli bir kitap çıktı: Geriye Bakmak Yok...

Can Paker, hayatı boyunca içinde yaşadığı toplumun sorunlarına, dertlerine -hayatlarını “bana ne” dememek üzerine kuranların kahramanlığını hak edecek kadar çok- kafa yormuş, düşünmüş, eylemiş biri...

Paker'in kendine “dert” olarak seçtiği alan Türkiye'nin demokratikleşmesi olduğu için, o alanda yapıp ettiklerini, karşılaştığı güçlükleri bir kitapta hülâsa edince, yeteneklerini demokrasiye çelme takma yolunda kullanmış birilerinin onun hatırlattıklarından gocunması, rahatsız olması gayet doğal.

Böyle durumlarda onlar “ben Hüsamettin değilim kardeşim” diye bağırırlar... Birini öyle bağırırken görürseniz, bilin ki o, tıpkı fıkrada anlatıldığı gibi Hüsamettin'dir!

(Tribünün birinde, ön sıralarda oturanlardan bir seyirci ikide bir arka sıralara dönüp “Hüsamettiiiin” diye bağırıyormuş... O bağırırken, hiçbiri Hüsamettin olmayan seyirciler, adama hiç aldırmadan maçı izlemeye devam ediyormuş... Nihayet: Ben diyeyim ellincide, siz deyin elli birincide o kalabalıktan biri ağzından köpükler saça saça terslemiş adamı: “Ben Hüsamettin değilim kardeşim, anladın mı!”)

 

Beyaz Türklerin sorunu: Can Paker'i takmamak!  

İş dünyasının önde gelen isimlerinden Can Paker Geriye Bakmak Yok'un 600 sayfası boyunca, içinde yaşadığı toplumun daha sivil zihniyetli, onu yöneten devletin daha demokratik olması için elini nasıl taşın altına koyduğunu, sanki bir eli yağda bir eli balda olan herkes öyle yaparmış gibi mütevazı mütevazı anlatıyor...

Tabii madalyonun öteki yüzünde de toplumun zihniyetinin sivilleşmesi, devletin demokratikleşmesi mücadelesinin önüne taş koyanlar bulunuyor ve Paker dolaylı olarak onlarla da hesaplaşıyor. Yani, bir anlamda, 600 sayfa boyunca “Hüsamettiiiin” diye bağıran bir kitapla karşı karşıyayız... Kitabın yayımlanmasından sonra, “Ben Hüsamettin değilim kardeşim” diye bağıran ilk kişinin Ertuğrul Özkök olması, doğrusu beni hiç şaşırtmadı!.. Anladım ki, bu kitap,  geçmişteki bütün yapıp ettiklerine rağmen hâlâ “demokrasi savaşçılığı” iddialarını sürdürmeye çalışan Ertuğrul Özkök ve benzerlerinin canını çok sıkmış.

Aslında dıştan bakıldığında Özkök de Paker de beyaz Türk! Fakat içlerine bakıldığında durum değişiyor: Ertuğrul Özkök'ün içi de (zihniyeti de) beyaz (hatta belki dışından da beyaz)... Can Paker'in içi ise rengârenk!

Can Paker'in, başta ordu olmak üzere Türkiye'nin statükocu-vesayetçi güçlerinin geriletilmesi yolunda verdiği mücadeleyi  “Paker'in sınıfına ihanet etmesi” olarak değerlendirenler var. Ne yanılgı! Can Paker, onlara çaptan düşmemeleri için yapmaları gerekenleri anlatmaya çalıştı hayatı boyunca. Fakat onlar onu dinlemediler ve maalesef çaptan düştüler. Beyaz Türklerin sorunu: Can Paker'i takmamak!  

 

Gündelik hayatta liberal, siyasette otoriter...

Aslında, farklı bir yorumla Paker de kabul ediyor “ihanet” suçlamasını... Paker'in arkadaşlarından Asaf Savaş Akat kitapta çok güzel özetliyor bu hali:

“Can, beyaz Türklüğüne atıfla, sınıfına ihanet ettiğini söyler,

ama bana sorarsan sınıf, yani beyaz Türkler bize ihanet

etti! Bizim sınıfsal olarak mağlup cephede olmamızın

sebebi oldu. Bana en büyük kazığıdır. Biraz esneklik, biraz

akıl sahibi olsaydı sınıf, şimdi daha iyi yerde olurdu. Biz de

kendimizi daha iyi yerde hissederdik. Kim kime ihanet etti?

Görmüyor musun yenilmişliği? Perişanları oynuyorlar.”

Bence, Asaf Savaş Akat'ın işaret ettiği “perişan” görüntünün temeldeki kaynağı, Türkiye'nin beyaz Türklerinin gündelik hayatlarında liberal, siyasette otoriter tercihlerde bulunmaları...

Bu sonucun bin türlü nedeni var, fakat bu fasıl açıldığında, Hürriyet'in ve uzun yıllar boyunca gazetenin genel yayın yönetmenliğini yürüten Ertuğrul Özkök'ün hakkını da yememek lâzım.   

 

Özkök ve gazetesi: Hazcı bedende militer ruh...

Beş yıl önce Aktüel dergisi için kaleme aldığım Ertuğrul Özkök portresinde onun bu hakkını şu satırlarla teslim etmiştim:

“Ertuğrul Özkök’ün bence asıl büyük başarısı, çıkardığı gazetenin şu iki zıt fonksiyonu aynı anda ifa edebilmesindedir: Gazete aynı anda hem Türkiye’deki toplumsal hayatın, özel hayatların libere edilmesinde hem de ülkenin siyasi liberasyonunun engellenmesinde ciddi bir rol oynadı. Siyaset bilimciler, ikincinin birincinin neredeyse doğal bir uzantısı olduğunu düşünürler; o gözle bakarsanız, Ertuğrul Özkök’ün başardığı şeyin hiç de kolay bir şey olmadığını anlarsınız.

“'Yaşam tarzı' söz konusu olduğunda “çağdaş” birer şahin kesilen Hürriyet okurlarının iş siyasete gelince nasıl bir dil kullandıklarını öğrenmek isterseniz, Hürriyet’in internet sayfasına girin ve okur yorumlarına bir göz atın. Ertuğrul Özkök’ün neyi başardığını o zaman daha iyi anlayacaksınız.

“Bu başarıda, yüreklerine korku salınmış, böylece zaten siyaseten alıklaştırılmış bir kitleye hitap ediyor oluşunun payı var kuşkusuz. Ama bana sorarsanız, genel yayın yönetmeninin samimiyetinin de (hakikaten) büyük payı var bunda. Ben, Ertuğrul Özkök’ün gönlünün (ruhunun) samimi olarak devletten (toplumdan değil), samimi olarak otoriterlikten (özgürlükten değil), samimi olarak militerlikten (sivillikten değil) yana olduğuna inanıyorum. Çok sert bulduysanız şöyle değiştireyim: Ertuğrul Özkök bu ikililer arasında bir gerilim olduğunda her zaman birincilerden yana tavır almıştır.”

 

28 Şubat, 27 Nisan, kaosa kalkan eller...

Can Paker kitabında, bu bu tavır alışlarından birkaç örneği de hatırlatarak Ertuğrul Özkök'ü şöyle tanımlıyor:

“28 Şubat’ı desteklemiş, 27 Nisan e-muhtıra’sını doğal karşılamış, başörtüsüyle ilgili 411 milletvekilinin oyunu 'Eller kaosa kalktı' şeklinde yorumlamış, parti kapatılmasının çok doğru olduğunu söylemiş bir demokrasi anlayışına sahip biri...”

Eh, sicili böyle olan ünlü bir gazetecinin, Can Paker'in kitabını okur okumaz “Ben Hüsamettin değilim” diye bağırmasından daha doğal ne olabilir...

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ne amigoluk, ne düşmanlık... İhtiyacımız eleştirel gazetecilik...

Bu siyasi kültürde “fiil”e değil “özne”ye bakarak karar veriliyor, o nedenle de ya amigo olunuyor ya da düşman... Bu kültürde, “fiil”e bakarak “özne”yi onaylayan ya da karşı çıkan “eleştirel” pozisyon hem “amigo”lar tarafından taşlanıyor hem de “düşman”lar tarafından...

Hrant'ın ruhunu şenlendirecek girişim: Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler konferansı

Hrant Dink Vakfı ile Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü'nün ortaklaşa düzenlediği “Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler” konferansı 2-4 Kasım 2013 tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Salonu'nda gerçekleştirilecek

'Devlet ihalelerine girme hakkı medyayı güçlendirir' tezine bugünden bakmak...

Şahin Alpay'ın Zaman'da (21 Eylül 2003) yayımlanan “Medya için demokrasi paketi” başlıklı yazısı, aynı gün T24'te farklı bir başlık tercihiyle alıntılandı

"
"