Ailelerde “kardeşliği” ve “birliği” hep büyükler vurgular... Buna karşılık ailenin gençleri hep “eşitlik” ve “farklılıklarının kabul edilmesi” üzerinde durur.
Nedeni basit: Bir ucundan ortak bir kaderi paylaşanlar gayet iyi bilirler ki, “kardeşlik” ve “birlik” vurguları her zaman birlikte yaşayan unsurlardan daha güçlü olanına yarar. (Ben bunu biraz, güçlüler ve zayıflardan oluşmuş bir toplumda, güçlülerin “objektif gazetecilik”i savunmalarına benzetiyorum.)
Büyüklere göre, ailenin gençlerinin sorunu ya akıllarının bir karış havada oluşu; ya birileri tarafından kandırılmaları; ya da özgür fakat yanlış tercihleri nedeniyle “öz”lerinden kopmalarıdır.
Yine büyüklere göre, gençlerin bu “savruluşları” hiç kimse için iyi sonuçlar doğurmamaktadır; çatışma çıkmakta, ailede huzur diye bir şey kalmamaktadır.
Oysa, gençler, sadece onların iyiliklerini ve ailenin ortak menfaatlerini düşünen büyüklerini dinleseler ortada hiçbir sorun kalmayacak, birlik ve beraberlik içinde mutlu bir hayat süreceklerdir.
Bıktıran demagoji: Ayrımız yok, kardeşlerimizi dışlamayalım!
Gençlerin farklılığının vurgulanmasının en başta onlara yapılmış bir haksızlık olacağı; bunun, aslında “bütün”ün “doğal” bir parçası olan ailenin genç bireylerini dışlamak anlamına geleceği yönündeki koruyucu, kollayıcı yaklaşımın gençleri nasıl çileden çıkardığını çoğumuz kendi hayatlarımızdan tecrübe etmişizdir.
Ailenin gerçlerini sevgiyle kucaklayan bu türden koruyucu ve kollayıcıların, Kürt ve Alevi meselelerimizde de babalar, güçlüler, avantajlılar, beyazlar, Türkler, Sünniler arasından çıkması hiç şaşırtıcı değil.
“Kart-kurt-Kürt”teki sevecenlik!
Ben bunun çok çarpıcı bir örneğine yıllar önce Kürt meselesi bağlamında, yazar Alev Alatlı'da rastlamış, bu örneği Alatlı'nın Aktüel dergisi için kaleme aldığım portresinde de (2007) zikretmiştim:
“Bir yıl içinde başka neler mi dedi? Mesela Kürtler'in, 'Dağ Türk'ü, kart-kurt gibi tanımlamaların mizahi olduğu kadar da sevecen tınısını savsaklamamaları gerektiğini' söyledi. Kürt aydını Kendal Nezan'ın bir yazısına karşılık şöyle yazdı: 'Sana Dağ Türkü demişsem birtanem, kendimden ayırmamak için demiş olamaz mıyım?'”
Alev Alatlı, geçtiğimiz Mart ayında onun da imzasının bulunduğu “100 aydının 'Türk milleti' bildirisi”nden sonra da tekrar etti bu yöndeki düşüncesini. (100 Aydın Bildirisi'nin birinci maddesi şöyleydi: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve sahibi olan Türk Milleti’nin adı, vatandaşlık tarifinden ve Anayasa’dan çıkarılamaz.”)
Bu bildiriyle, Alatlı'nın son kitabı “Beyaz Türkler Küstüler” aynı döneme rastlamıştı... Fatih Altaylı, bu vesileyle Habertürk'teki “Teke Tek” programına çağırmıştı Alatlı'yı...
Programın sonunda laf, “Kürt yoktur, karda yürürken çıkardıkları kart-kurt sesi nedeniyle kendilerine öyle denilmiştir, dağ Türküdür onlar”a geldi...
Alatlı'ya göre, bu, Türklerin Kürtleri kendinden bildiğini, ayrılmak istemediğini gösteriyordu; Türkler o nedenle onların farklı bir kimlikle tanıtılmasına karşı çıkıyorlardı. “Kart-kurt” yaklaşımında açık bir “sevecenlik” vardı ve biz onu “atlamamalıydık!”
“Dört dörtlük Alevi”deki sevecenlik!
Geçtiğimiz günlerde bu yaklaşımın Alevi versiyonununa Başbakan Erdoğan'ın sözlerinde rastladık: “Alevilik Ali'yi sevmekse, ben dört dörtlük Aleviyim!”
Bazı yazarlar, Alevilerin bu sözleri tepkiyle karşılamasını anlayamadıklarını; Başbakan'ın bu “muhabbet” dolu, “sevecenlik” dolu sözlerinin kıymetinin bilinmemesini yadırgadıklarını söylediler.
Oysa yadırgayacak hiçbir şey yok... Hatta ben, Alevilerin Başbakan'ın bu sözlerini öfkeyle karşılamalarına gösterilen tepkilere bakarak, Alevi sorunumuzun yeni bir tarifinin bile yapılabileceğini düşünüyorum: Türkiye'nin Alevi sorunu, Başbakan'ın “Alevilik Ali'yi sevmekse, ben dört dörtlük Aleviyim” çıkışına Alevilerin gösterdiği tepkinin anlaşılamaması sorunudur.
Öyledir, çünkü Aleviler bu sözü söyleyenin güçlü, avantajlı, Sünni bir “aile büyüğü” olduğunu biliyorlar... Eh, bu bilgi de onlara “eşitlik” ve “saygı” telkin etmiyor...
A. T. Alkan: “Aleviler bunu hak etmiyor”
Zaman gazetesi yazarı Ahmet Turan Alkan, 21 Temmuz'da Başbakan'ın sözlerinin Alevileri neden kızdırdığını irdeleyen mükemmel bir makale kaleme aldı.
Size o makaleyi özetlemek isterim...
Alkan, “Aleviler bunu hak etmiyor” başlıklı makalesinin girişinde şöyle diyordu:
“Eğer bir Alevi olsaydım, 'Ali’yi sevmek Alevilikse ben dört dörtlük Alevi’yim' sözünü işitince şöyle düşünür, 'Sen beni sadece yanlış anlamıyorsun; yanlış anlamakta sistematik bir ısrar içindesin' diye derin bir kalp kırıklığına kapılırdım.
“Biraz empati yapalım: Lâteşbih, bir gayrimüslim çıkıp, 'Müslümanlık yalan söylememek ise ben dört dörtlük Müslüman’ım' diyerek bizi anladığını ileri sürse ve hatta bununla iktifa etmeyip, 'Ben sizi sizden iyi anlıyorum; fakat ne yazık ki siz ne istediğinizi iyi bilmiyorsunuz' imâsında bulunsa en azından sinirlenmez miyiz? (Başbakan, Gezi gençlerine “Çevrecilik ağaç sevmekse ben çevrecinin deniskasıyım” diye hitap ederken de aynı hatayı yapmış, benzer bir sinirliliğe yol açmıştı. A. G.)
“Aleviliğin Hazreti Ali’yi sevmekten ibaret bulunduğu faraziyesi -eğri oturup doğru konuşalım- biz Sünnilere mahsus anlam çerçevesidir ve en kibar tabirle hayli eksik bir tabirdir. Eksikliğin ne olduğunu teologlar tartışadursun, usûl açısından yapılan yanlışın altını çizelim: Bir inanç dairesinin, bir başka inanç dairesini tarif etme hak ve yetkisi yok.”
“Bıktıran demagoji”nin Alevi versiyonu
Alkan yazısında, “ayrımız yok, kardeşlerimizi dışlamayalım” şeklindeki o bıktıran demagojinin Alevilik versiyonunu kendine has üslubuyla öyle güzel anlatıyor ki...
Şu paragraflara özellikle dikkatinizi çekmek isterim:
“- Ama efendim, Alevilik ayrı bir inanç, farklı bir din değildir ki; lütfen ehl-i kıble Ehlibeyt muhibbi kardeşlerimizi dışlamayalım, deyip duruyoruz yıllardır. Yıllarca düşünüp durduktan sonra, sırtını devlete yaslamış Sünni doktrinin bulabildiği en te’lifçi görüş bu işte.”
(...)
“Devlet aklı Sünnî doktrini itaat altına alıp evcilleştirirken, ehl-i sünnet dışındaki inanç yollarına sanki hiç yokmuşlar gibi baktı. Ondan ötürü şimdi Aleviliğe devlet içinde bir mesned ararken, 'Yok ayrımız gayrımız, biz de Hazreti Ali’yi çok severiz; işte camiler açık, ârıza çıkarmanın da mânâsı yok'tan başka söyleyecek söz bulamıyor.
(...)
“Her defasında Alevîleri anlayışsızlıkla karşılaşmaktan çıldırma raddelerine getirmek yerine baştan beri eğri çizilmiş 'devlet-din' ilişkilerini düzeltmek daha iyidir; 'bu kadarına gücümüz yetmez' deniliyorsa, her vesile ile 'Ben de Aleviyim' diye ortaya atılmamak da fena tedbir değildir.”
“Alevilik, bir cümlede tarif edilecek bir olgu değil, ayrıca tek olgudan ibaret de değil ama bu Alevilerin düşünmesi ve eğer isterlerse çözmesi gereken bir mesele; kendilerini nasıl tarif ediyorlarsa ona itibar etmeli. (...) Lütfen Alevileri daha çok ciddiye alalım; bunu hak etmiyorlar.”
Şefkat kardeşliği – eşitlik kardeşliği
Kanımca bütün mesele şurada: Hakiki, sürdürülebilir, sağlam bir kardeşlik salt “şefkat” üzerine kurulamaz. Eşitlik içermeyen bir kardeşlik, hakiki manada kardeşlik sayılamaz ve o kardeşlik sürdürülemez.
Bir “şefkat kardeşliği”ne eşitlik zerk etmeye kalkarsanız, istisnalar hariç karşılaşacağınız şey, “kardeş”e duyulan şefkatin azalmasıdır. Çünkü şefkat, eşitsizliğin tarlasında boy atan bir duygudur ve yönü kuvvetliden zayıfa doğrudur.
Başbakan'ın, Alevilerin “eşitlik” talebinin karşısına her defasında, her açılımda “şefkat”i çıkarması üzerinde uzun uzun düşünmeliyiz...
Keza, Alevilerden gelen “eşitlik” taleplerinin dozu arttıkça, Türkiye'nin Sünnilerinin ağırlıklı olarak, “Beni, eşitim görmediğim fakat sevip şefkat duyduğum Alevi kardeşimle eşit kılarsanız, ona olan sevgim ve şefkatim azalır” demeye getiren halleri üzerinde de uzun uzun düşünmeliyiz.
Başbakan'ın Alevilerle ilgili “sevgi, kardeşlik, şefkat” vurguları geniş Sünni kitlelerin diline “Alevilik bizim inancımız kadar muteber ve saygın değil ama bu Alevileri sevmememiz, onlara şefkat duymamamız anlamına gelmez” diye çevriliyor.
Başbakan bilmeli ki, bu bir “yetmez ama evet” tablosu değildir.
Aleviler haklı olarak öyle çok öfke biriktirdiler ki, bu öfkeyi “sevgi”yle, “kardeşlik”le, “şefkat”le izale edemezsiniz.
Elinizde tek bir etkili silah var: Eşitlik silahı...
Alevilere “eşitlik”le gitmeden, onlara ve inançlarına gerçek bir saygı göstermeden Türkiye'nin Alevi meselesini katiyen çözemezsiniz!
Tıpkı Kürt meselesinde olduğu gibi.