01 Temmuz 2013

AK Parti'nin lügatinden silmesi gereken sözcük: Kandırılıyorsunuz...

Kendi kalbiyle, kendi aklıyla, kendi iradesiyle davrandığını düşünen birini çıldırtmak istiyorsanız, başvurabileceğiniz en etkili kelime şudur: Kandırılıyorsun!

Kendi kalbiyle, kendi aklıyla, kendi iradesiyle davrandığını düşünen birini çıldırtmak istiyorsanız, başvurabileceğiniz en etkili kelime şudur: Kandırılıyorsun!

Bu suçlamanın daha yumuşak biçimleri dahi öfkemizi kabartmaya yeter... Hangimiz, kendimize ait saydığımız bir davranış modelinin şu ya da bu arkadaşımıza özentiden ibaret olduğu iddiası karşısında öfkelenmeyiz? (Hadi biraz daha samimi olalım: iddia gerçek olsa bile, bunu dile getirene yine de öfkelenmez miyiz?)

Bir insanın, hele hele henüz olgunlaşma sancıları çeken genç bir insanın özgüvenini berhava etmenin en kestirme yollarından biri de, yine onun birilerine özendiğini, birileri tarafından kandırıldığını öne sürmek değil midir?

“Kandırılıyorsun” suçlamasının psikolojisi içinde biraz daha ilerleyelim ve ortada gerçek bir “kandırılma” vakasının bulunduğunu varsayalım... Siz bunu görebiliyorsunuz, fakat sevdiğiniz insan göremiyor... O zaman da yapmanız gereken şey, bu yöndeki olguları onun da görebileceği ve kullanabileceği biçimde ortaya dökmek, ardından da kendi tecrübesiyle “kandırıldığının” farkına varmasını beklemek gerekir.

 

Toplumsal gruplar ve “kandırılıyorsunuz” suçlaması

 

“Kandırılıyorsun” suçlaması, ortak bir inanç ve davranış modelini benimsemiş insan grupları ve kitleler için de aynı sonucu doğurur: Öfke ve incinme!

İktidardan sorunlarının anlaşılmasını ve çözülmesini talep eden toplumsal gruplar, mukabil olarak, bunların aslında kendi talepleri olmadığını, birilerinin “oyununa geldikleri”, “kandırıldıkları” için böyle talepler öne sürdüklerini duyduklarında kendilerini aşağılanmış hissederler.

İktidar tarafından böyle bir muameleye maruz kalmış bir toplumsal grubun psikolojisi, en basit insani talepleri dahi onun başkaları tarafından “kandırıldığına” vehmeden ailesince reddedilen bir gencin psikolojisinden farklı değildir.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), Türkiye'nin en önemli   iki meselesiyle (Kürtler ve Aleviler) ilgili olarak bu hataya defalarca düştü, aynı hatayı şimdi de Gezi'ye ilk giden gençleri “oyuna gelmiş, kandırılmış masum gençler” diye niteleyerek yapıyor.

AK Parti'nin Kürtlere, Alevilere ve Gezi gençlerine yönelik “kandırılıyorsunuz” performanslarına biraz daha yakından bakalım...

 

Kürtlere: PKK sizi kandırıyor, inanmayın!

 

Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere AK Parti'nin ileri gelenleri uzun yıllar boyunca legal Kürt partilerinin ve PKK'nın Kürtleri “kandırdıklarını” savundu...

AK Parti'ye göre Kürt partileri ve PKK gerçekte sırf kendi dar partisel-örgütsel çıkarları için vardılar... Fakat onlar varlıklarını sanki Kürtlerin daha iyi, daha onurlu bir hayata kavuşmalarının aracıymış gibi sunuyorlar ve bunda da başarılı oluyorlardı... Erdoğan ve AK Parti, bunun böyle olmadığını Kürtlere göstereceklerdi!..

Bu amaçla seçilen yol, yolların en kötüsüydü: Başbakan Erdoğan ve AK Parti, her fırsatta bölgeyi “yatırıma boğduklarını” hatırlatmaya, bunun karşısına da “BDP'li belediyelerin başarısızlığını” koymaya başladılar.

Bunları hatırlatıyorlar, ardından da, “görün işte” diyorlardı, “kimmiş gerçekte Kürtleri düşünen, kimmiş onlar için gecesini gündüzüne katarak çalışan?..”

Seçilen yol, gerçekten de yolların en kötüsüydü... Çünkü Kürtler arasında sadece “kandırılıyorsunuz”un yarattığı travmayı değil, “maddi mükafat karşılığında onurları satın alınmak istenen insanlar” hissiyatını da harekete geçirmişti.

Yatırımlar ve hizmet üzerinden yürütülen “PKK'ya kanmayın, çıkarınız burada” propagandasının zirvesine 2009 yerel seçimlerinin öncesinde ulaşıldı...

AK Parti Güneydoğu'yu iktidara geldiğinden beri “yatırıma boğuyor”du ve 2007 seçimlerinde bölgede ulaştığı büyük oy oranını buna bağladı... Oysa bu başarı “batı”da olduğu gibi “doğu”da da demokrasi vurgusuyla kazanılmıştı...

2009 seçimleri öncesinde, bu yanılgıyla bütün propaganda  “hizmet ve yatırım” üzerinden yürütüldü. Fakat karşılığında  AK Parti, Kürtlerin asla kabul etmeyecekleri birtakım talepler  sıralıyor, “satarsan, alırsın” demeye getiriyordu: 

Barzani'ye ve Kürdistan Özerk Bölgesel Yönetimi’ne: Demokratik Toplum Partisi'ni-DTP (Barış ve Demokrasi Partisi'nden önceki Kürt partisi) ve PKK’yı sat, seni âbâd edeyim.

DTP’ye: PKK’ya “terörist” de, seninle konuşayım.

Kürtlere: DTP ve PKK’yı sat, seni yatırıma boğayım.

PKK’nın liderlik dışı kadrolarına: Liderlerini sat, sana ceza vermeyeyim (Pişmanlık ve Eve Dönüş yasaları.)

Ne var ki bu propagandayla gidilen seçim Güneydoğu'da hüsranla sonuçlandı.

Kürtler, “kandırılıyorsunuz”a ve “kandırıldığınızı kabul ettiğinizi gösterirseniz size daha çoğunu veririz”e öfkelendiler; bütün bu teklifleri ellerinin tersiyle ittiler. Seçimlerde AK Parti bölgede de 2007'nin çok gerisine düştü.

Geldiğimiz nokta, yani Öcalan'la müzakereler AK Parti'nin 2009'daki siyasetinin tamamen çöktüğünü gösteriyor.

 

Alevilere: Üzerinize oyun oynanıyor, kanmayın!

 

Başbakan Erdoğan, Suriye'de iç savaşın patlak vermesinden bu yana Türkiye'de Aleviler üzerinden bir oyun oynandığını, bir Alevi-Sünni çatışmasının körüklenmeye çalıştığını anlatıyor. En son Kayseri mitinginde dile getirdi bu görüşünü ve iki yıl önce kesilen “Alevi açılımı”nın canlandırılması talimatı verdiğini açıkladı.

Türkiye'de, benzerlerine “komünizm”, “irtica”, “bölücülük” örneklerinde gördüğümüz gibi, “Alevi hassasiyeti” üzerinden bir gerilim yaratmaya gayret eden odakların varlığını kimse inkâr etmiyor.

Fakat bir yandan da onların kimsenin inkâr edemeyeceği makul talepleri var... Alevileri sürekli olarak “oyuna gelmeme”ye çağırmak, fakat öte yandan taleplere yan çizmek, Alevilerce haklı olarak “bu taleplerinizde ısrar ederek oyuna geliyorsunuz” biçiminde okunuyor ve bu da onları çıldırtıyor. (Tam bu noktada, Alevileri nasıl yaralayacağını bile bile üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adının verildiğini hatırlamamak mümkün mü?)

Bu durumda Alevilere, oyuna gelmemelerinin yegâne yolu olarak “doğru İslam” çağrılarına icabet etmek kalıyor ki,  bu da onların çıldırma katsayılarını daha da büyütüyor.

Taha Akyol'un dediği gibi:

“Alevilerle konuşurken 'Ben sizden daha fazla Aleviyim, ben Hz. Ali Keremallahu Veche gibi yaşamaya çalışıyorum, sizin hiçbiriniz öyle yaşamıyorsunuz' demek Alevilere Sünni inancını dayatmaktır, onları dışlamaktır, hayat tarzlarını aşağılamaktır!”

 

Gezi eylemcilerine: Gençler, ne yazık ki oyuna geldiniz!

 

AK Parti'nin son “kandırılıyorsunuz” performansını Gezi Parkı eylemleri vesilesiyle idrak ettik.

Uzatmaya gerek yok: Bu performansın da özünde Kürtler ve Alevilerle ilgili performanstan bir farkı yoktu ve aynı sonucu doğurdu: Rencide olmuş, öfkelenmiş insanlar.

Hiç kuşkum yok: İlk 20 günde insanları her defasında daha da bilenmiş olarak Taksim'e çeken unsurlardan biri de, bitmek tükenmek bilmeyen bir “komplonun parçasısınız” edebiyatı oldu.

Şayet hükümet inandığı “komplo”nun delillerini inandırıcı bir biçimde ortaya koyabilseydi, 3 Kasım 2002'den beri “iktidarda düşman var”a inanan ve o nedenle “düşmanı imha edene kadar eyleme devam” diyen kesimler dışında kalanları ikna edebilirdi...

Fakat böyle bir durumda dahi eylemcileri “alet olmakla, kullanılmakla, kandırılmakla, oyuna gelmekle” suçlamaması, onun yerine sakince argümanlarını ortaya koyup, hakikate kendi tecrübeleriyle ulaşmalarını beklemesi gerekirdi.

İkinci olasılık: Diyelim hükümet “komplo”ya kuvvetli biçimde inanıyor, fakat elinde kamuoyunu ikna edecek kadar delil yok. (Artık biliyoruz ki, bu olasılık yaşadığımız gerçeğe tekabül ediyor.) O durumda, “kandırılıyorsunuz” ithamının psikolojisini bilen bir hükümetin yapabileceği en iyi şey bunu hiç dillendirmemek olurdu.

Fakat hükümet en yanlış yolu seçti. İspatlayamadığı bir “komplo”ya rağmen “kandırılıyorsunuz” ithamlarıyla ortaya çıktı ve bu da eylemcileri (buna polis şiddetine duyulan öfkeyi de ekleyin) çileden çıkardı.

İktidarların, toplumsal taleplerle ortaya çıkan grupları “kandırılmakla” suçlaması, varsa şayet, onları “kandırmaya” çalışanların ekmeğine yağ sürmekten başka hiçbir işe yaramaz.

İktidar partisinin artık bu gerçeğin farkına varması gerekir.

Son olarak, Başbakan Erdoğan'ın, “kandırılıyorsunuz”un bumerang etkili psikolojisini kısmen anladığı izlenimini veren son “ulusa sesleniş” konuşmasındaki şu paragrafa dikkatinizi çekmek istiyorum:

“Taksim Gezi Parkı’nda, tamamen yanlış bilgilendirme neticesinde, samimi olarak ağaç ve çevre eylemi yapan vatandaşlarımı tenzih ediyorum... Ancak, bu samimi vatandaşlarımızın dışında kalan eylemciler, Türkiye’nin en parlak ayını yaşadığı bir dönemde, maalesef çok büyük bir tertibin, çok büyük bir senaryonun parçası oldular ve kendi ülkelerini hedef alan saldırıda, bilerek ya da bilmeyerek aktör olarak kullanıldılar.”

Bu konuşmanın tarihi 27 Haziran... Oysa bundan sadece beş gün önce, 22 Haziran'daki Samsun mitinginde Başbakan Erdoğan bu çerçevede hiçbir “tenzih” çabasına girişmeksizin şöyle konuşmuştu:

"Farkına varamadığınız bir oyunda maalesef hepiniz birer gönüllü nefer olarak kullanıldınız ey gençler. Maalesef. Aldatıldınız. Böyle bir oyuna kurban edildiniz.”

Bu iki konuşma arasındaki ton farkının ve “tenzih” çabasının tesadüfi olmadığını bilmek isterdim...

Yazarın Diğer Yazıları

Ne amigoluk, ne düşmanlık... İhtiyacımız eleştirel gazetecilik...

Bu siyasi kültürde “fiil”e değil “özne”ye bakarak karar veriliyor, o nedenle de ya amigo olunuyor ya da düşman... Bu kültürde, “fiil”e bakarak “özne”yi onaylayan ya da karşı çıkan “eleştirel” pozisyon hem “amigo”lar tarafından taşlanıyor hem de “düşman”lar tarafından...

Hrant'ın ruhunu şenlendirecek girişim: Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler konferansı

Hrant Dink Vakfı ile Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü'nün ortaklaşa düzenlediği “Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler” konferansı 2-4 Kasım 2013 tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Salonu'nda gerçekleştirilecek

'Devlet ihalelerine girme hakkı medyayı güçlendirir' tezine bugünden bakmak...

Şahin Alpay'ın Zaman'da (21 Eylül 2003) yayımlanan “Medya için demokrasi paketi” başlıklı yazısı, aynı gün T24'te farklı bir başlık tercihiyle alıntılandı

"
"