Merkez Bankası'nın yeni başkanı Fatih Karahan
Geçen hafta yeni TCMB Başkanı ile Başkan yardımcıları bir basın toplantısı düzenlediler ve bazı açıklamalar yapıp bazı soruları yanıtladılar. Bu toplantıda onlar tarafından yapılan bazı açıklamalar gündemi epeyce meşgul etti. Özellikle Başkan yardımcılarından birisinin açıklamaları da toplantıya damgasını vurdu.
Merkez bankacılar uzunca bir süredir, özellikle de merkez bankalarının bağımsızlığının ön plana çıkmaya başladığı 1990’ların başından itibaren eski kendi içlerine kapalılığı, sadece politikacı ve bankacılarla temasa dayalı ilişki biçimlerini ve ketumiyeti ya da az konuşmayı terk etmeye; fildişi kulelerinden çıkarak toplumla daha fazla iletişim kurmayabaşlamışlardır. Bu iletişimi kurmada bazı raporlama teknikleri geliştirmişler ve kendilerine has bir iletişim dili ve jargon oluşturmuşlardır. Bu iletişim dili ve kullanılan jargon üzerine akademik dünyada azımsanmayacak ölçüde yoğun bir yazın oluştuğunu da söylemeliyim. Merkez bankacısının yaptığı açıklamalar çoğu kez sokaktaki ortalama bir insan için “Ne demek istedi?” türündendir. Bir başka deyişle çoğu kez merkez bankacısının konuşmasının mahiyetini anlayabilmek için günübirlik dile tercüme edilme gereği ortaya çıkabilmektedir. Hemen belirmeliyim ki gelişmiş dünyanın merkez bankalarınca geliştirilen iletişim yöntemleri ve taktikleri, onları birer örnek olarak izlemeye ve taklit etmeye çalışan diğer ülkelerin merkez bankaları -bizimki dahil- tarafından hemen kopya edilmektedir.
Az şey söyleme ya da kesin, açık ve net bir şey söylememenin yöntemi aslında uzun, yuvarlak ve dolambaçlı ifadeler kullanmak, birbirini tamamlamayan cümleler kurmak ve kendine has terimler ile özel bir jargon ile konuşmaktan geçiyor. Bu da saatlerce süren konuşma, sunum ve açıklamalar bittikten sonra da “E peki bu ne söyledi?” ya da “Ne demek istedi?” dememiz olağan olabiliyor.
Merkez Bankası’nın toplantısı sonrasında bir telefon mesajı aldım. Mesaj bana toplantıda
konuşan Merkez Bankası tepe yöneticileri “Neyi eleştirdi?”, “Kimi eleştirdi?” ve “Halka ne
anlatmak istedi?” diye üç soru yöneltmişti. Açıkça söylenmese de benden TCMB yöneticilerinin açıklamalarının gerçekte ne anlama geldiğinin gündelik dile tercümesi soruluyordu. Ben de bu toplantıyı kendimce tercüme etmeye çalıştım.
TCMB yöneticileri neyi eleştirdi?
Merkez Bankası'nın para politikasını yürütebilme konusundaki araçları sayıca ve nitelikçe sınırlı. Bu araçların kullanımı ve işlemesi, yani TCMB'nin bu araçlara ilişkin aldığı kararların piyasadaki aktörlerin fiyatlamalarını, kararlarını, davranışlarını etkileyebilmesi ve bu çerçevede ekonomik işlemlerde bulunmaları ile mümkündür. Bunu biz aktarım (transmission) mekanizması olarak isimlendiriyoruz. Eğer bu mekanizma işlemez ya da iyi işlemezse veya kamunun başka politikaları nedeniyle etkisizleşirse Merkez Bankası'nın politika araçlarının işlerliği azalır veya kalmaz. Bu da Merkez Bankası'nı para politikasını yürütme ve enflasyona karşı elindeki araçları kullanabilme ve sonuç almada, etkisiz ve başarısız bir kuruma dönüştürür.
Bu nedenle öncelikle Merkez Bankası politika araçlarının aktarım mekanizmasının işlemeye, iyi işlemeye başlaması gerekir.
Önceki bir bakanın “Politika faizini önemsizleştirdik” demesi aslında Merkez Bankası'nın bir politika aracını önemsizleştirme ve Merkez Bankası'nın bu aracı etkin biçimde kullanma olanağını elden alma, hatta bizatihi Merkez Bankası'nı kurum olarak etkinsizleştirme ve değersizleştirme anlamını taşıyordu. Merkez Bankası'nın sahaya geri dönebilmesi, elindeki araçların aktarım mekanizmasının işlerliğine bağlıdır.
Özetle söylemek istenilen şu: “Siz Merkez Bankası'nı; politika araçlarını, etkinsiz, değersiz ve işlemez hale getirdiniz; şimdi biz bu mekanizmanın işler hale gelmesi için uğraşıyoruz. Bu mekanizmayı etkin hale getirirsek Merkez Bankası işlevlerini yerine getirebilmeye başlar. Bu da ancak belirli bir zamana bağladır.”
TCMB yöneticileri kimi ya da kimleri eleştirdi?
Kimin/kimlerin eleştirdiği açık. Geçmişte makro ekonomi politikalarının yürütülmesinde etkin olan siyasetçi, kamu görevlisi ve eski TCMB yöneticileri.
Merkez Bankası'nın elindeki politika araçlarını kullanabilmesi için bazı şeyler ön koşuldur;
(1) Merkez bankacınıza toplumsal olarak güven duyulması esastır. Yani ona sadece atayan iktidar değil; muhalefet, piyasalar, iş dünyası, sokaktaki insan da inanacaktır. Eğer onu atayan makamlar TCMB yönetimini hem makam olarak hem de başkan ve yöneticilerini kişi olarak iter kakar ise hem kurum olarak TCMB’ye hem de kişilere ve onların kararlarına güven duyulmaz, yaptıkları iş etkinsizleşir, sonuç alıcılığını yitirir ve işe yaramaz olur. Eleştiri, TCMB'yi ve onun yöneticilerini değersizleştiren, itibarsızlaştıran, itip kakanlara yöneltilmiştir.
(2) Diğer makro ekonomik politika araçlarının, başta vergi politikası ile kamu harcama politikalarının Merkez Bankası politikalarını ekinsizleştirecek biçimde ve yoğunlukta kullanılmaması şarttır. Yakın tarihe baktığımızda söz konusu politikalar sık yapılan genel seçimler, kamu harcamalarında israf, büyük ölçekli ve çoğu yolsuzluk/yiyicilik içeren kamu yatırımları, sadece Merkez Bankası politikalarını etkinsizleştirmedi hatta TL ve döviz biçiminde kaynak bulmak amacı Merkez Bankası'na ve merkez bankası bilançosuna bile yöneldi. Bu nedenle eleştiri, kamunun makro politikasının karar alıcıları, bu politikaları yönetenler ve uygulayanlaradır. Kamu kaynakları üzerinde tasarrufta bulunan, kamu harcamalarını yönlendiren merkezi idare ve yerel yönetimlerde görev yapan siyasetçi ve kamu görevlilerinedir.
(3) Merkez Bankasının elindeki politika araçlarını etkili bir biçimde kullanabilmesi için bilançosunun hacmi, niteliği, sağlamlığı ve yapısı önemlidir. 2000 krizine giden yolda kamu ticari bankalarının kamu bütçesinin bir parçası ve uzantısı olarak kullanımı, krizin önemli nedenlerinden birisi idi. Kamu bankalarının halihazırdaki durumu ayrı bir konu ama TCMB uzunca bir süredir kamu ticari bankalarının 2000 krizi öncesindeki durumu gibi, kamu bütçesinin bir uzantısı ve onun bir parçası imiş gibi yönetiliyor. TCMB'nin döviz rezervlerinin erimesinin, 90 yıldır biriken yedek akçelerinin bir kanunla kamuya aktarılmasının gerisinde yatan bu anlayıştır. Bu anlayış, kurum olarak Merkez Bankası işlevlerini ve bankanın bilançosunu hem moral hem de maddi anlamda yormuş, güçsüzleştirmiş, zayıflatmıştır.
Eleştiri hem TCMB tepe yöneticilerini “kapıkulu” gören anlayışa ve bu anlayıştaki siyasetçiye, hem de bu “kapıkulu” muamelesini içine sindirerek görev yapan eski TCMB tepe yöneticilerinedir.
(4) Günümüzde iletişim önemlidir. Merkez bankalarının gümümüzdeki en önemli politika aracını iletişim yani piyasalara ve topluma verdiği mesajlar ve açıklamalar oluşturmaktadır. Bu mesajlar maddi anlamdaki politika araçları gibi piyasa aktörlerinin davranışlarını ve kararlarını etkiler. Daha doğrusu etkilemelidir. Mesajlar bir başka deyişle de merkez bankası tarafından verilen sinyallerin piyasayı doğal akış kanalları içinde yönetme konusunda merkez bankasının aldığı, uygulamaya koyduğu zorunlu kararlardan bile daha etkili bir araç olduğu kabul edilmektedir. Açıklamaların ve sinyallerin etkinliği, piyasa aktörleri tarafından ciddiye alınması ise merkez bankasının itibarı ve güvenilirliği ile ilgilidir. TCMB’nin mesajları, sinyalleri ve açıklamaları artık piyasadaki aktörler tarafından ciddiye alınmamaktadır, açıklamaların davranışlar ve kararlar üzerindeki etkisi büyük ölçüde azalmış ya da kalmamıştır. Eleştiri, kamuoyuna ve piyasaya. “Araçlarını etkin ve uygun biçimde kullanamayan bir merkez bankasını hem kurum olarak kendisini hem de sözlerini niye ciddiye almıştınız ki ?” demek isteniyor.
(5) Merkez bankacılığı aynı zamanda piyasaların ve toplumun beklentileri ile de ilgilidir. Merkez bankaları toplumun beklentilerini de bir sosyal psikoloğun becerisi ile yönetmelidir. Enflasyonist ortamda piyasanın temel ilişkilerinin bozulur ve toplumun değişik kesimlerinin kamudan mali nitelikli beklentileri ve talepleri olağanüstü bir biçimde hem genişler hem de büyür. Bu beklenti ve talepler, çoğunlukla enflasyon karşıtı politikalara uygun düşmeyen niteliktedirler. Bu beklenti ve talepleri hem siyasetçi -iktidarı, muhalefeti, merkezi yönetimi ve yerel yönetimi- hem de medya sürekli canlı tutuyor ve büyütüyor. Enflasyon karşıtı politikaların dizaynı ve yürütümü açısından bu ciddi bir engel ve sorundur. Eleştiri, bu talepleri yapanlar ve bu talepleri kapıyı hep açık tutanlara. ”Siz bu kadar çok ve geniş kapsamlı taleplerde bulunursanız Merkez Bankası nasıl enflasyon karşıtı politikalar uygulayacak ve bu açıdan önemli olan enflasyonist bekleyişleri nasıl değiştirecek?” demek isteniyor.
TCMB yöneticileri halka ne anlatmak istedi?
Bence söylemek ve anlatmak istedikleri şunlardı:
-“Merkez bankası olarak normal zamanlarda bile enflasyonu kontrol etmede sahip olduğum araçlar hem sayıca az hem de etkinliği bazı koşullara bağlı olduğundan sınırlı. Yüksek enflasyon dönemlerinde, şok fiyat artışlarının yaşandığı sıralarda ve fiyat oluşum (price discovery) mekanizmasının bozulduğu, hatta ortadan kalktığı dönemlerde ve üstelik çifte açık (twin deficit) yaşanırken kurum olarak benim politika ve araçlarımın gücü daha da azalır. Başkanlık makamının 'mizah' konusu olması ile kurum olarak araçlarımın etkinliği daha da sınırlı hale gelir. Ben elinde sihirli değnek olan bir kurum değilim.”
-“Merkez Bankası olarak ulusal paranın miktarını ve iç piyasadaki fiyatını (faiz oranını) sınırlı ölçüde de olsa belirleyebilme gücüne bir ölçüde sahip görünüyorum. Toplumun ve ekonominin para arzını genişletme ve daraltma konusunda kendine has geliştirdiği araçlar ve mekanizmalar var. Diğer yandan ulusal paranın fiyatını ekonominin gerçeklerinden ve doğru belirlenmiş bir politika setinden kopuk biçimde belirlersem ekonomi ve piyasa kendi mekanizmaları ile fiyatı belirleme gücüne sahip. Ancak paramızın dış değerini belirlemek ise temelde ve benim kontrolüm dışında olan bir konu. Ancak para politikasında aldığım kararlar bu konuda belirli bazı etkilere sahip. Bir ülkenin parasının uluslararası değerini esas itibariyle (i) uluslararası piyasalardaki ekonomik ve politik gelişmeler, (ii) ülkemiz temel (fundemental) ekonomik verileri, (iii) para ve maliye politikasındaki uygulamalar, (iv) paramıza yönelik spekülatif ataklar belirler. Spekülatif ataklara özellikle ekonomimizin temel verileri ile yanlış para ve maliye politikalar yol açar. Bu konularda yapabileceğim sınırlı. Döviz rezervlerini kullanarak ve piyasada döviz alım satımı ile parasının değerini koruyabilmiş bir merkez bankası örneği yok. Anlıyorum ve biliyorum; ülkemizde dövizin fiyatı ile enflasyon arasında çok yakın ve doğrudan bir ilişki var ama döviz rezervlerimi günübirlik işler için kullanmam konusunda benim üzerimde baskı uygulamayın. Döviz rezervlerini kullanarak döviz fiyatını baskı altında tutmaya çalışmamın maliyetleri çok daha yüksek, hatta bazen yıkıcı.“
-“Mevcut araçlarımın aktarım mekanizması, geçmiş dönem politika ve uygulamaları ile bozulmuş, işlemez hale gelmiş veya etkinliği azalmış. Aktarım mekanizmasının iyileşmesi ve düzelmesi sabahtan akşama olabilen bir konu değil. Biraz zamana gereksinim var. Aktarım mekanizmasının işlemesi normalleşse bile benim araçlarımın etkisinin sınırlı olduğunu unutmayın. Enflasyonla etkili bir mücadele para politikası, yanı sıra maliye politikası ve harcama politikalarının tam bir uyumu ile mümkündür. Bu nedenle merkezi ve yerel kamu yönetimlerinin politikalarını, davranışlarını, kaynak temin ve kullanımlarını buna göre gözden geçirmeleri gerekir.”
-“Merkez Bankası ve başkanları bir zamanların televizyon mizah karakteri olan 'İtilmiş ile Kakılmış' değildirler. Onun için ne kurumu ne de onları itip kakmayın. Tepedeki politikacıların makamının değeri, bürokratik kurumların değersizleştirilmesi ile artmaz, tam tersine bir ülkenin siyasetçileri Merkez Bankası'nı ve 'atanmış' bir kişi diye Merkez Bankası başkanını değersizleştirdikçe, itibarsızlaştırdıkça hem kendisini onun üstünde ve daha yukarıda gören politik makamlar hem de diğer kamu kurumları değer kaybeder.”
-“Enflasyonla mücadele; toplumun, her kesimin fedakarlığı ile olur. Böylesi dönemlerde sadece fertler değil, tüm kişi ve kuruluşlar, hatta ülke reel olarak fakirleşir; dünyanın diğer kısmına karşı gelir ve servet dağılımında değer yitirir, toplum refah kaybına uğrar. Ekonomin durumu ile bağdaşmayan ve gelir bölüşümünde bir adım öne geçme istemleri ve çabaları olsa olsa enflasyonla mücadeleyi zorlaştırır. Böylesi dönemlerde herkes ve her kesim bir ölçüde haklıdır ama bunu elde etmek orta vadede ülkenin üretim kapasitesini, verimliliğini ve kaynak tahsisini etkinleştirmekten geçer.”
Söylenmeyen ama daha önce çeşitli kez yinelediğim bir başka konu var. Bu konu siyasetçinin merkez bankasından olan kalıplaşmış beklentilerine hatta deyim yerinde ise hayallerine açıkça bir saldırı, meydan okuma niteliği taşıyor. Benim ekleyeceğim ise şu:
“Ekonominin dış açığını yani döviz gereksinimini Merkez Bankası olarak benim bulmamı istiyorlar. Bugünün dünya ekonomik ve finansal sistemi içinde ekonominin dövizini merkez bankası bulmaz. Ekonominin dövizini reel kesim -kamu ekonomik kuruluşları dahil- esas itibariyle mal ve hizmet ihracı ile bulurlar. Gerekli ve mümkün olan dış borçlanma ile de bu desteklenir. Bankacılık sistemi ile merkez bankası ise bulunan bu dövizin yönetimini yapar. Türkiye'de politikacılar ve hatta halk bile kökeni ta Osmanlı Bankası'na dayanan Merkez Bankası imtiyazının verildiği günlere giden bir alışkanlık ve beklenti ile ekonominin döviz ihtiyacını benim bulmamı bekliyor. Bu beklentinin ve beklentiye dayalı istem kalıbının değişmesi gerekir.”
Ali İhsan Karacan kimdir?
Ali İhsan Karacan, 1951 yılında Ceyhan/Adana’da doğdu. 1973 yılında A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden, 1984 yılında İ.Ü. Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1978 yılında İÜ İktisat Fakültesinde doktorasını tamamladı. 1988 yılında doçent ve 2018 yılında profesör oldu.
İstanbul Üniversitesi (1985-1999) ve İstanbul Ticaret Üniversitesi (2018-2021)’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü’nde yüksek lisans-doktora dersleri verdi.
Maliye Bakanlığı’nda (1973-1981) Bankalar Yeminli Murakıbı; Yapı ve Kredi Bankası’nda (1981-1986) ve T. Garanti Bankasında (1986-1989) genel müdür yardımcılığı; T. Garanti Bankası ile Doğuş Grubu’nda (1989-1994) yer alan bir çok şirketin yönetim kurulunda yönetim kurulu başkanı, görevli üye ve üye olarak görev yaptı.
1994-1997 yıllarında Sermaye Piyasası Kurulu’nda Başkanlık görevinde bulundu.
1998-2005 yıllarında Çukurova Holding ve Yapı Kredi Bankası ile bağlı çok sayıda şirketin yönetim kurulunda yönetim kurulu başkanlığı, görevli üyelik ve üyelik görevlerinde bulundu. 2006-2013 yıllarında Doğan Holding ve grup şirketlerinde; 2015-2018’de Fenerbahçe Futbol A.Ş.’de yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulundu.
Dünya, Akşam ve Vatan gazeteleri ile Gazeteport sitesinde köşe yazıları yazdı. Ekonomi, Finans, Bankacılık ve Sermaye Piyasaları üzerine yirminin üzerinde telif ve tercüme kitabı ile çok sayıda akademik makalesi yayımlandı.
|