02 Aralık 2020

Tank Palet Fabrikası'nın özelleştirmesi vatana ihanet mi?

Yapılan objektif hukuksal değerlendirme sonucunda Tank Palet Fabrikası dahil tüm özelleştirmelerdeki -eğer varsa- önemli hukuka aykırılıkların ilerideki olası bir iktidar değişiminde yeniden gündeme getirilebileceği ve -sözleşme iptalleri dahil- hukuksal yaptırımlarının uygulanabileceği unutulmamalıdır

Son günlerde ülkenin en büyük askeri teçhizat fabrikalarından Tank Palet Fabrikası'nın Katar ortaklı bir şirkete devredilerek özelleştirilmesine karşı çıkan bir muhalefet milletvekilinin sözleri nedeniyle özelleştirme konusu tekrar canlandı.

Milletvekilinin konuya dikkat çekme ve kamuoyunda etki bırakması amacıyla tüm "Ordu'nun Katar'a satılması" şeklinde mübalağa etmesi kuşkusuz amacını aşmış. Ne var ki siyasetçilerin gerek bazen kamuoyunda daha çok dikkat çekmek gerekse bazen salt düşüncesizliklerinden bu tür amacı aşan açıklamaları vakayi adiyedendir. Fazla abartmaya gerek yoktur.

Nitekim bu milletvekili konuyu bu kadar mübalağa etmeseydi aslında 1,5 yıl önce yapılan bu özelleştirme kamuoyunda tekrar bu kadar gündeme gelmeyecek ve tekrar sorgulanmayacaktı. Yani iktidar çevreleri bu konuyu bu kadar abartarak aslında siyaseten kendi bacağına kurşun sıkıyor. Siyaseten tartışmalı bir özelleştirmeyi halkın tekrar sorgulamasına sebebiyet veriyor.

Kaldı ki eğer siyasetçilerin her kırdığı pot ve her amacı aşan açıklamaları hukuken "suç" olsaydı Ülkede hem iktidar kanadında hem muhalefette hapiste olmayan siyasetçi kalmazdı.

Tank Palet Fabrikası'nın özelleştirme süreci

Normalde Türkiye'de özelleştirme süreçleri oldukça şeffaftır. Ne var ki konunun askeri faaliyetlerle ilgili olması nedeniyle, Tank Palet özelleştirmesi hakkında sağlıklı bilgiler almak mümkün olamıyor. Hemen hiçbir önemli bilgi kamuoyu ile paylaşılmıyor. Tabii ki hiç kimse bu konuda ulusal güvenliğe ilişkin teknik bilgilerin açığa çıkarılmasını beklemiyor. Ama asgari de olsa, özelleştirmenin hangi yöntemle yapıldığı, devrin tam olarak kime, hangi şirkete yapıldığı, bu şirketin ortaklarının kimler olduğu, bu özelleştirmeden kamunun ne kadar gelir elde edeceği, bu özelleştirme sonucunda beklenen kamusal yararın ne olduğu (teknoloji transferi vs.) gibi temel bilgilerin kamuoyu ile resmi biçimde paylaşılması demokrasinin gereği olduğu gibi, bu kadar fazla polemik oluşmasına da engel olabilirdi.

Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi konusunda Fransa'da doktora yapmış ve hasbelkader özelleştirmeler konusunda akademik uzmanlığı bulunan biri olarak, Tank Palet Fabrikası'nın özelleştirmesi hakkında anlayabildiğim gelişmeler şöyle:

- 2018 yılında Altay tankının seri üretimi için ihale açılıyor ve ihaleyi yaklaşık 3,5 milyar dolarlık bedelle BMC şirketi alıyor. Yani devlet bu tanklardan 250 adet üretmesi için BMC şirketine bu bedeli ödemeyi taahhüt ediyor. İhaleye giren diğer şirket OTOKAR daha yüksek bedel teklif ediyor.

- BMC şirketinin büyük ortağının Katar devleti olduğu görülüyor.

- Devletin bu tür tankları üretme kapasitesi bulunan MSB'ye ait fabrikası (Tank Palet Fabrikası) aynı yıl özelleştirme kapsam ve programına alınıyor ve mülkiyeti MSB'de kalmak üzere işletme hakları Mayıs 2019'da MSB'nin şirketi olan ASFAT A.Ş.'ye devrediliyor.

- Hemen akabinde MSB, ASFAT A.Ş. ve BMC arasında yapılan bir protokol ile Tank Palet Fabrikası'nın işletme hakları 25 yıllığına BMC şirketine devrediliyor. BMC, fabrikada 50 milyon dolarlık iyileştirme yatırımı yapmayı taahhüt ediyor.

- Anladığım kadarıyla bu son devir için herhangi bir ihale yapılmıyor. Bu devir, öncesinde 2018'de Altay tankı seri üretimi için aktedilen ihale sözleşmesinin bir gereği olarak yapıldığı için mi ihale yapılmadı? Yoksa MSB'nin şirketi olan ASFAT'ın kendi üzerinde olan işletme hakkını başkasına devri için ayrıca ihale açılmasına hukuken gerek duyulmadığı için mi ihale yapılmadı? Net bilinmiyor. Bence kamuoyunun bilme hakkı var. Eğer ikincisi ise durum hukuken sorunlu gibi görünüyor.

- Yine bu devir için BMC'nin kamuya ne kadar işletme hakkı devir bedeli (işletme kirası) ödeyeceğine dair net bir veri bulamadım. Bir özel şirket devletten 3,5 milyar dolar alacağı bir üretim işini yine devletin fabrikasına yaptıracaksa herhalde bunun için devlete ciddi bir işletme kirası ödeyecektir. Bu meblağın bilinmesi de demokrasilerde kamuoyunun hakkıdır.

- Fabrikanın mülkiyetinin ve denetim yetkisinin MSB'de kaldığı ve sadece işletme haklarının 25 yıllığına Katar kontrolündeki şirkete devredildiği anlaşılıyor.

- İşletme hakkı devrini Danıştay'ın hukuka uygun bulduğuna dair bir bilgi var. Ama hukuka uygun bulunanın, MSB şirketi ASFAT'a yapılan işletme hakkı devri mi, yoksa Katar kontrolündeki BMC'ye yapılan işletme hakkı devri mi olduğu anlaşılmıyor. Eğer ikincisi ise Danıştay kararı sorunlu görünüyor.

Bu hususlarda kamuya duyurulan resmi bilgiler bulunmadığı için, verdiğim bilgilerde bazı hata veya eksiklikler bulunabilir. Sonuçta bilgilerim internet kaynaklarına dayanıyor (Bkz. M. Uzun, Sabah, 29.11.2020; E. Süzer, D. Ayhan: Sözcü, 17.9.2019, 14.12.2019).

Konunun tartışmaya açık hem siyasi hem de hukuksal yönleri var. Tartışmaya açık olmayan yönü ise, söz konusu tankların hangi teknoloji ile üretileceği, ne tür özelliklere sahip olacağı gibi teknik bilgilerin ulusal güvenlik yönünden gizli kalması gereken kısımları.

Meşru siyasi sorular

- Devletin fabrikası bu tankları seri biçimde üretme kapasitesine sahip değil miydi de özel sektöre hem de yabancı bir özel şirkete yaptırma ihtiyacı hissedildi?

- Bu konuda devletin fabrikası yetersiz kaldı ve teknoloji ve know-how transferine ihtiyaç duyuldu ise (ki bu olabilir, doğaldır), niçin bu konuda tercihen savunma politikaları yönünden bizim de parçası olduğumuz NATO üyesi ve teknolojide ileri bir ülke (Almanya, İngiltere veya Fransa gibi) tercih edilmedi de, sonuçta dünyada teknoloji üretici bir ülke olarak bilinmeyen ve NATO üyesi de olmayan bir ülke olan Katar tercih edildi?

- Sorun teknoloji kaynaklı değil de salt finans kaynaklı ise, ulusal savunma açısından bu kadar önemli bir üretimin yerli kaynaklarla finanse edilmesi mümkün değil miydi?

Hukuksal boyut

Danıştay ve Anayasa Mahkemesi'nin özelleştirmeler konusunda artık 2000'lerin başından itibaren yerleşik diyebileceğimiz yeni içtihadı var. Bu yeni içtihat, özellikle 80'ler ve 90'lardaki "at gözlüğü" ile bakan özelleştirme karşıtı eski içtihattan farklı ve daha rasyonel.

Bu yeni içtihadın temel özellikleri şunlar:

- Yargı, kural olarak hükümetin özelleştirme yapma tercihine karışamaz. Yani bir kamu varlığı veya işletmesinin özelleştirilmesinin doğru olup olmadığı Yargı'nın işi değil. Siyasetin işi.

- Bunun istisnası, ulusal güvenlik veya savunmayla doğrudan ilgili stratejik kamu varlıkları veya işletmeleridir. Bunlar söz konusu ise, mülkiyet devri suretiyle özelleştirme yapılamaz. Sadece işletme hakkı devri yapılabilir. Bu durumda dahi devletin önemli kararları veto yetkisi ("altın hisse" vb. yollarla) her zaman muhafaza edilmelidir.

- Özelleştirmelerin rekabete açık ve adil bir "ihale" ile yapılması ve devrin kamu varlığının gerçek değeri üzerinden yapılarak kamunun mali yönden zarara uğratılmaması hukuken mutlak kuraldır. Yargı mercileri bu hususları incelemek zorundadır.

Somut olay açısından bakarsak, Tank Palet Fabrikası için mülkiyet devri yapılmaması nedeniyle ve MSB'nin temel kararlarda "veto" yetkisi bulunduğu varsayıldığında (gerçekten öyleyse), bu noktalardan hukuksal sorun bulunmadığı söylenebilir. Ama işin siyasi yönü tabii ki ayrıdır.

Ne var ki işin "ihale" yani usulî boyutunda bazı potansiyel sorunlar olabilir. Gerek tank seri üretim ihalesinin yeterince rekabete açık ve adil olup olmadığı, gerekse fabrikanın işletme hakkının BMC'ye devrinde ihale yapılmaması ve devir bedelinin kamuyu zarara uğratmayan "gerçek değer" olup olmadığı hususlarının hukuken açıklığa kavuşturulması gerekir.

Bu noktada, devri yapanın MSB değil MSB'nin şirketi olmasının ihale yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacağını da belirtmek gerekir. Çünkü her tür kamu varlığının alımı, kiralaması veya satımında rekabete açıklık, adil yarışma ve kamuyu zarara uğratmama zorunlu kuraldır. Kamu adına karar alan ve kamu kaynağı yöneten hiç kimsenin keyfi davranma ve hesap vermeme lüksü yoktur.

"Gerçek değer" sorunu

Özelleştirmede kamu varlığının "gerçek değerinin" belirlenmesi ise ayrı sorundur. Gerçek değer normalde "rayiç değer"dir. Ama objektif ve adil bir rekabet ortamı oluşturmak kaydıyla.

Bu konuda en ibret verici örnek, 2000'lerin başındaki ilk TÜPRAŞ özelleştirme girişimidir. Ülkenin en büyük sanayi şirketi olan devlete ait bu varlık, hukuksal altyapısı tam oluşturulmadan ve gerçek bir rekabet sağlanmadan önce apar topar bir Rus "tabela" şirketine satılmıştı. Hem de yaklaşık 1,5 milyar dolar gibi çok düşük bir bedelle. Allah'tan yanlış hesap idari yargıdan döndü. Ankara İdare Mahkemesi ihalenin adil rekabet ortamında yapılmadığı ve bedelin gerçek değerin çok altında olduğunu tespit ederek özelleştirmeyi iptal etti. Kısa süre sonra ise hukuki altyapı oluşturulup adil rekabet sağlandı ve şirket 3 milyar dolar daha fazla bir bedelle yaklaşık 4,5 milyar dolara Koç Grubu'na satıldı.

Evet, ülke olarak o idare mahkemesi başkanı ve üyelerine 3 milyar dolar kadar borçluyuz galiba. Peki bu ilk özelleştirme rezaletini organize edenlere ne oldu dersiniz? Tabii ki hiçbir şey! "Rabbi Cleveland demesine" rağmen maalesef Hakkın rahmetine kavuştu ve umarım hesabını öbür tarafta veriyordur.

Yapılan objektif hukuksal değerlendirme sonucunda Tank Palet Fabrikası dahil tüm özelleştirmelerdeki eğer varsa- önemli hukuka aykırılıkların ilerideki olası bir iktidar değişiminde yeniden gündeme getirilebileceği ve -sözleşme iptalleri dahil- hukuksal yaptırımlarının uygulanabileceği unutulmamalıdır.

Kamuda ciddi hukuka aykırılıklar balçıkla sıvanamaz. Sıvanırsa da ilk iktidar değişiminde sıvalar kolaylıkla dökülüverir.

Yazarın Diğer Yazıları

Kürt sorunu çözülemez, kimse kimseyi kandırmasın!

Tüm vatandaşlara tanınmış haklardan Kürtleri de yararlandırmak, yani “eşit vatandaşlık hakları” yeterli mi? Yoksa Kürt kimliği hukuksal boyutta resmen tanınmadıkça ve korunmadıkça Kürtler açısından gerçek çözüm sayılmayacak mı?

Özgür Özel’in liderlik sınavı

Sayın Yavaş’ın partiden dışlanıp, bağımsız aday olması durumunda ise, pekâlâ mümkün olan kazanması halinde CHP bir kez daha kaybetmiş olacak. Bunun faturası da kuşkusuz Sayın Özel’e kesilecek ve büyük olasılıkla genel başkanlıkta kalması mümkün olmayacak. Belki de siyasi yolculuğunun sonuna gelecek

İki bakan, iki farklı performans: Milli Eğitim ve Dışişleri

Batı dünyasının laiklik dahil, demokrasi, hukuk ve insan hakları standartlarına uymayı ayak bağı gören siyasi iktidarların ülkeyi Batı’dan uzaklaştırmasına izin vermemek, bu ülkenin gelecek kuşaklarına karşı en önemli borcumuzdur

"
"