06 Nisan 2022

Siyasi partilerin dava açma ehliyeti

Normalde sivil toplumun dava ehliyetinin geniş kabul edilmesini ve dava ehliyeti konusunda esnek olunmasını savunan biriyim. Buna karşın gerek siyasi partilerin gerekse milletvekillerinin doğrudan kendilerini ilgilendirmeyen ve genel toplumsal konularda idari yargıda dava açma ehliyetlerinin kabul edilmesine şahsen taraftar değilim.

Öğrendiğime göre zeytinlik alanlarda maden aranması için zeytinlerin kaldırılması/taşınmasına izin veren yönetmelik değişikliğine karşı siyasi partilerin dava açmasına geçtiğimiz günlerde Danıştay 8. Dairesi yeşil ışık yakmadı.

Diğer bir anlatımla, Danıştay siyasi partilerin tüm toplumu ilgilendiren idari düzenlemelere ve işlemlere karşı dava açma ehliyetini kabul etmiyor.

Bahsi geçen zeytinliklerde maden aranması yönetmeliği dışında, kadınlara karşı şiddeti önlemeye yönelik İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma kararına karşı da birçok siyasi parti dava açmıştı.

Bu demektir ki siyasi partilerin bu tür davaları açması mümkün olmayacak.

Tüm toplumu veya toplumun önemli bir kesimini ilgilendiren ve kamu menfaatinin korunmasına yönelik olarak, idari düzenlemelere ve işlemlere karşı, bu düzenleme ve işlemlerden doğrudan etkilenen (gerçek) kişiler dışında, siyasi partiler, dernekler, sendikalar, vakıflar, meslek kuruluşları gibi sivil toplum kuruluşlarının iptal davası açıp açamayacağı konusu maalesef hukuk sistemimizde öteden beri net standartlara bağlanabilmiş değil.

Aslında bu konuda ayrıca yasal düzenlemelere bile ihtiyaç yok.

Yargı içtihatlarıyla pekala halledilebilecek bir konu.

Ne var ki Danıştay maalesef bu konuyu öteden beri net standartlara ve prensiplere bağlayamadı.

Kararları ne yazık ki konjonktüre, somut olaylara, kişilere göre çok değişken ve istikrarsız.

Özellikle çevre, imar, tabiat ve kültür varlıklarını doğrudan etkileyen konularda sivil toplum örgütlerinin dava ehliyetine daha sıcak bakıyor.

Hatta bu konularda salt o yörede ikamet ediyor olmak bile dava açma ehliyeti için yeterli kabul ediliyor.

Ancak bu konularda da derneklerin ve vakıfların dava ehliyetine daha olumlu bakarken, barolar gibi meslek örgütlerinin ve siyasi partilerin dava ehliyetine pek sıcak bakmıyor.

Aynı şekilde milletvekillerinin halkın temsilcileri olarak kamuyu ilgilendiren idari düzenleme ve işlemlere karşı milletvekili sıfatıyla dava açmasına da olumlu bakmıyor.

Ama bazı durumlarda kamu kaynaklarının zarara uğratılması söz konusu olan hallerde “doğal davacısı” bulunmayan istisnalarda “vergi mükellefi” sıfatıyla dava açılmasını mümkün görüyor. Nadiren de olsa.

Örneğin geçmişte Mümtaz Soysal dahil bazı milletvekillerinin bazı özelleştirme kararlarına (Usaş ve Çitosan) açtıkları iptal davasını Danıştay “milletvekili” sıfatıyla değil ama “vergi mükellefi” sıfatıyla kabul etmişti.

Baroların toplumsal konulardaki dava ehliyetine Danıştay’ın bakışı ise çok çok istikrarsız.

Yargı kararlarının uygulanmaması hususu hariç. O konuda baroların dava ehliyetini istikrarlı biçimde kabul ediyor.

Siyaset mahkeme önünde yapılır mı?

Normalde sivil toplumun dava ehliyetinin geniş kabul edilmesini ve dava ehliyeti konusunda esnek olunmasını savunan biriyim.

Buna karşın gerek siyasi partilerin gerekse milletvekillerinin doğrudan kendilerini ilgilendirmeyen ve genel toplumsal konularda idari yargıda dava açma ehliyetlerinin kabul edilmesine şahsen taraftar değilim.

Bu nedenle Danıştay 8. Dairesi’nin son kararı bence isabetli.

Bu görüşümde iki temel argümanım var:

İlki, bu durumda gerek siyasi partilerin gerek milletvekillerinin siyaset yapmayı dava açma kolaycılığına kurban etme riskleri.

Siyaset yapmak salt dava açma eylemiyle sınırlı bir şey değildir. Toplum ile iç içe olmak, tüm toplumu ilgilendiren idari karar ve düzenlemelere karşı tüm toplumu ve sivil toplumu harekete geçirebilmek ve işlemi veya düzenlemeyi yapan idarelere ve hükümete karşı meşru tüm yollarla sahada omuz omuza mücadele etmeyi gerektirir.

Siyasetçilerin hükümetin idari kararlarına karşı dava açmaları mümkün olursa, orucu uykuya tutturanlar gibi, siyasetçiler de siyaseti mahkemelere yaptırmaya çalışabilirler!

Bırakalım toplumsal konularda davaları gerektiğinde ilgili dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek örgütleri gibi diğer sivil toplum örgütleri açsın.

Siyasetçiler onlara gerektiğinde destek versin, toplumu mobilize etsin.

Ama siyaseti mahkemeler aracılığı ile yapmasın.

İkinci argümanım ise, bu tür toplumsal konularda siyasetçilerin dava açmalarının mahkemeleri siyasi baskı altına alma riski. Mahkemelerin kendilerini rahat, bağımsız ve tarafsız hissetmelerini güçleştirmesi. Etki altında kaldıkları suçlamalarını ve endişelerini artırma riski.

Bu tür davaları normalde muhalefet partileri ve milletvekilleri açacağı için, mahkemelerin iptal kararı vermeleri halinde iktidarın eleştirilerinden çekinebilecek olmaları ve zaten önemli toplumsal konularda pratikte güç olan iktidara karşı adil ve tarafsız karar verme ihtimallerinin daha da düşmesi.

Bu konuda Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) dava açma ile Danıştay’a/İdari yargıya dava açma arasında önemli bir fark var.

AYM’ye zaten (daha dolaylı olan itiraz yolu dışında) kişilerin ve sivil toplumun doğrudan dava açma olanağı bulunmadığı için, normalde zaten sadece muhalefet (anamuhalefet veya belli sayıda milletvekili) dava açabiliyor.

Yani burada muhalefetin dava açması zorunlu bir toplumsal faydaya denk geliyor.

Muhalefet için Anayasa’ya aykırı kanunlara karşı AYM’ye dava açmak aslında bir seçenek değil, bir tür kamu görevi.

O yüzden bunu siyasi polemik konusu yapmak ve yargıyı sırf bu nedenle baskı altına alma riski durumu yok. Zaten başka doğrudan “doğal davacı” yok.

Acil bir Anayasaya aykırılık halinde “itiraz yolu” ile AYM’ye başvuru ise sıcağı sıcağına derhal olabilecek bir şey değil. Dolaylı ve çok sonradan olabilecek bir şey.

İdari yargıda dava açmak ise o düzenlemeden veya karardan etkilenen herkesin normalde derhal yapabileceği bir şey.

O yüzden normalde bunun için siyasetçiye doğrudan ihtiyaç yok.

Savaştan kaçarken sağlığımızdan olmak

Buna karşın, özellikle normalde “doğal davacısı” bulunmayan ve aslında tüm toplumu ilgilendiren idari düzenleme ve kararlarda sivil toplumun dava açabilmesi çok önemli.

Siyasetin bu nedenle ilgili sivil topluma maddi manevi destek vermesi çok önemli ve gerekli.

Örneğin YÖK geçen gün aldığı popülist bir kararla Ukrayna’da okuyan tıp fakültesi öğrencilerine Türkiye’deki tıp fakültelerine yatay geçiş hakkı tanıdı.

Bu yolla Türkiye’de üniversiteye giriş sınavlarında tıp fakültesi baraj puanının yanına bile yaklaşamayanlar haketmeden Türkiye’de tıp fakültesi okumaya hak kazanmış oldu.

Hatta bunu önceden haber alanların son birkaç haftada derhal Ukrayna’da tıp fakültelerine online kayıt yaptırıp bu yolla Türkiye’de tıp fakültelerine geçmeye çalıştığını öğrendim.

Bu öğrencilerin savaş döneminde geçici olarak Türkiye’de tıp fakültelerinden ders alıp bunları saydırmaları bir protokolle mümkün olmasına karşın, bunun yapılmayıp hepsini direkt yatay geçişle kabul etmek hem yanlış, hem kamu menfaatine ve hukuka aykırı.

Ama bu kararın normalde “doğal davacısı” yok. Veya pratikte bu karara karşı kişilerin şahsen dava açması çok zor.

İşte bu gibi durumlarda sivil toplumun dava açabilmesi çok önemli.

Mesela bu olayda Tabipler Birliği veya tabip odalarının.

Siyasetin bu durumlarda yapması gereken, dava açmak değil, toplumu ve ilgili sivil toplumu dava açmak dahil meşru mücadele için teşvik ve mobilize etmek olmalı.

Yazarın Diğer Yazıları

Kürt sorunu çözülemez, kimse kimseyi kandırmasın!

Tüm vatandaşlara tanınmış haklardan Kürtleri de yararlandırmak, yani “eşit vatandaşlık hakları” yeterli mi? Yoksa Kürt kimliği hukuksal boyutta resmen tanınmadıkça ve korunmadıkça Kürtler açısından gerçek çözüm sayılmayacak mı?

Özgür Özel’in liderlik sınavı

Sayın Yavaş’ın partiden dışlanıp, bağımsız aday olması durumunda ise, pekâlâ mümkün olan kazanması halinde CHP bir kez daha kaybetmiş olacak. Bunun faturası da kuşkusuz Sayın Özel’e kesilecek ve büyük olasılıkla genel başkanlıkta kalması mümkün olmayacak. Belki de siyasi yolculuğunun sonuna gelecek

İki bakan, iki farklı performans: Milli Eğitim ve Dışişleri

Batı dünyasının laiklik dahil, demokrasi, hukuk ve insan hakları standartlarına uymayı ayak bağı gören siyasi iktidarların ülkeyi Batı’dan uzaklaştırmasına izin vermemek, bu ülkenin gelecek kuşaklarına karşı en önemli borcumuzdur

"
"