12 Ağustos 2020

Rektörlük neden cazip?

"Düz" profesör olarak kendi işine bakmak, bilimsel çalışmalarını yapmak varken, niçin bir de onca hoca, asistan ve personelin derdiyle uğraşılsın?

Milletvekilliği ve belediye başkanlığını saymazsak, son yıllarda kamudaki en cazip iş herhalde rektörlük. Bu tür cazip kamusal konumları elde edebilmek için insanlar neler neler yapıyorlar. Ne taklalar atılıyor. Ne numaralar çevriliyor. Ne tavizler veriliyor. Ne döneklikler yapılıyor. Yukarılara ne yağlar çekiliyor. Üst siyasi makamların dikkatini çekebilmek için ne şovlar ve şaklabanlıklar yapılıyor. Ne ilişkiler devreye sokuluyor.

Tabii ki bu tür dalavereler çevirmeden ve hakederek buralara gelenler de var. Ama çok nadir. Büyük çoğunluğu rektörlüğü salt akademik-idari bir görev olarak değil, kendi kişisel ikbali için basamak veya kendisine veya yakınlarına bir tür "yatırım aracı" olarak görüyor. Bkz. Eşine özel kadro açtığı anlaşılan gündemdeki Pamukkale Üniversitesi Rektörü. Benzeri örneklerin ne kadar fazla olduğunu bilseniz şaşarsınız.

Hadi milletvekilliğinin cazip olması çoğu kimse için anlaşılır. Yüksek maaş. Ömür boyu iyi emekli maaşı. Özel sağlık ve tedavi avantajları. Yüksek prestij. Her yerde izzet ikram görme. Şan, şöhret, gündemde olma, tanınırlık. Siyaseten daha yukarılara tırmanma şansı vs.

Belediye başkanlığı için de benzer avantajlar mevcut. Şan, şöhret, tanınırlık, gündemde olma. İzzet, ikram görme. Çok ciddi ekonomik bir gücü ve mali kaynakları yönetme. Orta çaptaki bir belediyede bile sahip olunan imar ve ihale yetkileri o kadar inanılmaz boyutlardadır ki, eğer niyet hafiften dahi bozulsa, dolaylı yollarla başkanlara yedi sülalesine yetecek rant sağlayabilir. Belediye başkanlarının siyasette daha kolaylıkla yükselme şansları da cabası.

Buna karşın çoğu kişi, esasen devlet üniversiteleri için, rektörlüğün niçin bu kadar cazip bir iş olduğunu kavrayamayabilir. "Düz" profesör olarak kendi işine bakmak, bilimsel çalışmalarını yapmak varken, niçin bir de onca hoca, asistan ve personelin derdiyle uğraşılsın? Sonuçta bin türlü derdi ve sorunu olan hele devlet üniversitesini yönetmek bir akademisyen/bilim insanı için niçin bu kadar cazip olsun? Hadi siyasi ikbal gibi amaçlar milletvekilliğini ve belediye başkanlığını cazip kılsın. Ama akademik seviyenin en üst noktasına gelmiş bir profesör için rektörlük neden ulaşmak için kendini bu kadar paralayacak derecede cazip olsun? Normal profesör maaşı ile rektör maaşı arasında öyle ciddi bir fark yok üstelik.

Rektörlük "padişahlık" mı?

Niyeti gerçekte o üniversiteyi bilimsel ve akademik olarak çok daha ileri götürmek olmayıp; işin kişisel ikbal ve kendi ve yakınlarına yatırım kısmında olanlar için rektörlüğün bu kadar cazip olmasının iki temel nedeni var:

İlki, üniversitelerin çok büyük bir mali, idari ve siyasi güce sahip olması. Dolasıyla bu üniversiteyi yöneten kişinin de özellikle ekonomik ama aynı zamanda idari ve politik açıdan büyük bir "güç ve iktidar" elde etmesi. Güç ve iktidar sahibi olmak herkes için caziptir sonuçta. Ürettiği ve yönettiği ekonomik kaynak açısından, tıp fakültesi ve hastanesine de sahip büyük bir devlet üniversitesi değme holdingle yarışır.

İkincisi ise, bu kadar ciddi kamusal güç ve yetkiye rağmen, üniversitelerin idari açıdan nispeten de olsa "özerk" olması nedeniyle, anılan kamusal güç ve yetki kullanımında rektörlerin çok ciddi bir serbestliğe ve rahatlığa sahip olmaları. Her bir üniversite hukuken kamu tüzel kişiliğine ve belli ölçüde de olsa idari ve mali özerkliğe sahip olduğu için, YÖK'ün belli ölçüdeki "idari vesayeti"ne rağmen, rektörlerin kamusal güç ve yetki kullanmaları çok daha kolay.

Nitekim ülkede uzun süredir yürürlükteki Yükseköğretim Yasası'na göre gerek üniversitenin mali kaynaklarının yönetimi, gerek akademik ve idari personelin kadroya alınması, atanması, disiplin işleri ve gerek hemen tüm akademik konularda asli karar organı tek başına rektördür. Senato ve yönetim kurulları ile fakülte ve bölüm kurulları büyük ölçüde semboliktir. Genelde rektörün alınmasına karar verdiği kararların şeklen onay yerleridir. Yani ülkede daha Başkanlık Sistemi öncesinde bile üniversitelerde uzun süredir "tek adam" rejimleri mevcuttu!

Ankara Hukuk Fakültesi dekan yardımcısı olduğum bir dönem bazen dekanın yokluğunda vekaleten üniversite yönetim kurulu toplantılarına üye olarak katılırdım. Hiç unutmadığım anılardan biri de, kurula başkanlık eden zamanın rektörünün her bir toplantı gündemini okuduktan sonra, "kabul edenler-etmeyenler?" dedikten hemen sonra, başını kaldırıp yönetim kurulu üyelerinin kaçının kabul yönünde oy kullandığına dahi bakma zahmeti göstermeden, yani kafasını hiç kaldırmadan, "kabul edilmiştir!" diyerek diğer gündem maddelerine geçmesiydi! Zaten kendisinin gündem maddesi olarak koyduğu bir şeye yönetim kurulu üyelerinin karşı çıkabileceğini tahayyül dahi edemiyor; ihtimal dahilinde bile göremiyordu. O kadar emindi "tek adam" otoritesinden! Zaten görülmüş şey de değildir rektörün istediği kararların alınmaması. Bazen ilgili fakülte hocalarının "gazının alınması" için o fakülteye ilişkin "acı reçete" tarzı bazı kararlarda o dekanın muhalefet oyu vermesine kontrollü biçimde "izin" verilir. O kadar!

İşte "tek adam" yönetimi tam da böyle bir şey ve üniversitelerde rektörler çok uzun süredir bu yönetim anlayışının tam da hakkını veriyorlar maşallah…

Rektörlüğü, milletvekilliği ve belediye başkanlığına oranla bile daha cazip kılan ilave bir faktör de, hele belli bir süredir, ulaşılması/edinilmesi çok daha kolay bir makam olmasıdır.

Bir süredir uygulanan son mevzuata göre rektör olmak için profesör olmak dışında başka hiçbir şart ve özellik yoktur. Üniversite hocalarının da, YÖK'ün de seçimi veya önerisi mevzuattan çoktan çıkarıldı. Rektör olmak artık sadece Cumhurbaşkanının (CB) iki dudağı arasından çıkacak "şu olsun!" sözüne bağlı. Hiçbir objektif, bilimsel ve akademik ölçüt bulunmuyor mevzuatta.

Milletvekili veya belediye başkan adayları gibi, potansiyel seçmenlerinize şirin görünmek için köy köy, mahalle mahalle, ev ev, kapı kapı dolaşmanız; binlerce kişiye sarılıp öpüşmeniz; yüzlerce kişinin derdini dinlemeniz; bir sürü tayin, işe alma, hastaya doktor bulma, işsize, engelliye, ihtiyaç sahibine yardımda bulunma; düğünlerde, cenazelerde boy gösterme derdinde olmanıza gerek yok. Rektör olmak için sadece ve sadece uygun bir kanaldan CB'ye erişmeniz ve takdirlerine mazhar olmanız yeterli!

Çözüm perspektifi nerede?

"Tespitler, yakınmalar iyi hoş da, çözüm nerede?" diyebilirsiniz haklı olarak.

İdeal çözüm kolay değil tabii. Ama yapılacak bir reformla iki noktadan başlamak şart.

İlki, rektör seçim sisteminin daha objektif, makul ve mantıklı bir sisteme oturtulması.

Üniversitelerde rektör seçim ve atama usulü tüm dünyada tartışmalıdır. Üzerinde hemfikir olunan evrensel bir seçim usulü yoktur. İngiliz-Amerikan sisteminde genel kabul gören usul, devlet üniversitelerinde de özel üniversitelerde de, kamu ve özel sektörden çeşitli yetkin isimlerden oluşan  "mütevelli heyetlerin" rektör seçmesidir. Kıta Avrupasında ise devlet üniversitelerinde kısmen akademisyenlerin seçimini kısmen hükümetin tercihini ön plana çıkaran karma metotlar uygulanmaktadır.

Türkiye'de ise hukuken Anayasa gereği rektörler CB tarafından atanmak zorundadır. Ama kanun, akademisyenlerin ve/veya ilgili paydaşların seçtiği iki kişiye kadar indirgeyerek, CB'nin bu atama yetkisini sınırlayabilir. Türk kamuoyunda genel kabul görse de, salt akademisyenlerin genelinin seçmesinin iyi bir yöntem olacağından emin değilim. Rektörlerin sürekli olarak akademisyen sayısı fazla olan fakültelerden (tıp gibi) çıkarak üniversitelerde bütünlüğün bozulması ve büyük üniversitelerde adayların tam tanınmasının mümkün olmaması gibi sakıncaları var.

Kanımca en uygun yöntem, dekanların her fakültedeki akademisyenlerce seçilmesi (Anayasa değişikliği gerektirmemesi için hocalardan en çok oy alan iki adaydan birinin YÖK tarafından seçilmesi); rektörlerin de bu şekilde seçilen dekanlarca kendi aralarından seçilmesi (Anayasa değişikliği gerektirmemesi için bu şekilde belirlenen iki aday arasından CB tarafından atanması). Nitekim üniversitelerde yönetsel anlamda seçimin anlamlı, adil, demokratik ve rasyonel olacağı en optimum birim fakülte seviyesidir.

Böyle bir üniversite reformunda ikinci olarak yapılması gereken de, rektörlerin "padişah" yetkileri kısıtlanarak daha makul noktalara çekilmesi ve yetkilerin daha açık ve bariz biçimde akademik kurullara devredilmesidir. Özellikle de akademik kadroları ilan etme, jürileri belirleme ve atamalara karar verme yetkilerinin rektörlerden alınıp akademik kurullara transferi çok ciddi bir reform ve çok olumlu bir başlangıç olacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları

23 Nisan ve "okuyup büyük adam olmak" hayali

Çocuklarda ve gençlerde artık "okuyup büyük adam olma" hayali kalmadı

YÖK'ün yeni yurt dışı denklik düzenlemesi: Doğrular ve yanlışlar

Yeni yurt dışı diploma denkliği kuralları açısından usuli yönden hukuksal risk almamak adına, eğer yurt dışında üniversite lisans eğitimi yapmak istiyorsanız ya da çocuğunuzu yönlendirmek istiyorsanız, size tavsiyem, dünya sıralamasında ilk 400'e giren üniversitelere gitmeniz. Denklik açısından hiç hukuksal risk taşımayan seçenek bu

Merkez sağ nasıl dirilir?

Olası bir yarışta Mansur Yavaş'ın arkasında duracak bir merkez sağ partinin oluşması ideal siyasi çözüm için çok önemli