Yakın tarihlerde Avrupa’da PKK terör örgütü konusunda çok önemli gelişmeler yaşandı.
Daha geçen hafta (28 Ocak 2020) Belçika Yargıtay’ı, Brüksel İstinaf Mahkemesi'nin 8 Mart 2019 tarihinde aldığı ve PKK’yı hukuken "terör örgütü" konumunda görmeyip, uluslararası hukuk açısından, bağımsızlık mücadelesi veren "devlet dışı silahlı kuvvet" konumunda gören kararını temyiz aşamasında onadı. Yani bir anlamda PKK’yı legalleştirdi.
Davanın evveliyatı şöyle:
Belçika savcılığı ve polisi, PKK’yı terör örgütü kabul ederek, Belçika’da yaşayan Kürtlerden PKK için mali yardım, teçhizat ve örgüt kamplarına katılımcı toplayan PKK üst yöneticileri ve üyeleri 42 kişi hakkında terörle mücadele kanunlarını ihlalden adli soruşturma yürütüyor. Yapılan itiraz üzerine mahkeme, Cenevre Konvansiyonu uyarınca PKK’nın terör örgütü değil, "silahlı çatışma tarafı" olarak kabul edilmesi gerektiğine ve bu nedenle burada terörle mücadele kanunu hükümlerinin uygulanamayacağına hükmediyor. Kararın pratik anlamı, artık Belçika’da PKK hukuken terör örgütü olarak görülemeyeceğinden, PKK yöneticileri ve üyeleri bu ülkede legal olarak bulunabilecekler. Zorlama ve baskı yapmamak kaydıyla, PKK’ya mali yardım ve katılımcı toplayabilecekler. Baskı ve zorlama olursa da bu, terör suçu kapsamında değil, adi suçlar kapsamında görülecek. Belçika yargısının içtihadı diğer başlıca Batı ülkeleri yargısı ve uluslararası yargı mercileri tarafından da benimsenirse, iş artık PKK’ya "savaş hukuku" kurallarının uygulanmasına kadar gidebilecek ve teorik olarak BM mekanizmaları devreye girebilecek.
Benzer bir karar aslında15 Kasım 2018’de AB’nin yüksek mahkemesi olan Avrupa Birliği Adalet Divanı tarafından da alındı ve 2017 yılında PKK’nın terör örgütleri listesine alınması için yeterli kanıtların bulunmadığına hükmedildi. Ancak izleyen yıl İngiltere’nin çabasıyla PKK tekrar terör listesine alındı. Bu karar için de mahkemeden aynı yönde karar çıkması kuvvetle muhtemel ve İngiltere AB’den çıktığı için de örgütün gelecek yıllarda tekrar terör listesine alınması düşük ihtimal. Dahası Belçika yargısının içtihadının Almanya, Fransa ve ABD gibi diğer ülke mahkemelerinde de aynı yönde benimsenmesi için PKK üst yönetiminin ve lobicilerinin yoğun çabaya girdikleri anlaşılıyor.
Bu kararların alınmasında etkili olan somut faktörün, PKK’nın Avrupa’da hiçbir terör eylemi yapmamış olması ve 2016 yılı sonrasında Türkiye’de kent merkezlerinde ve genel olarak sivillere yönelik saldırıları durdurması ve sadece askeri unsurlara yönelik silahlı mücadele yapma kararı alması ve buna uymayan unsurlarını kendi içinde soruşturmaya tabi tutması gösteriliyor. Ayrıca, Türk Hükümetinin 2015 yılındaki Oslo Barış Görüşmeleri'nde örgütü karşı "taraf" olarak muhatap almış olmasının; örgütün yan kolu PYD’nin Kuzey Suriye’de ABD ile müttefik olmasının ve son zamanlarda Türkiye’de seçimle gelmiş Kürt yerel yöneticilerin ve siyasetçilerin yoğun biçimde görevden alınmalarının ve hapse atılmalarının Avrupa kamuoyunda fazla otoriter ve demokratik olmayan uygulamalar olarak görülmesinin de bu yönde alınan kararlarda etkili olduğu anlaşılıyor.
Kuşkusuz PKK lehine alınan bu kararlar gerek siyasi, gerek sosyo-psikolojik yönden Türk kamuoyu için yenilir yutulur cinsten değil. Kürt sorununa olan yaklaşımı eski katı "güvenlikçi" pozisyonuna oranla ciddi biçimde yumuşamış olan ve sorunun salt "güvenlikçi" ve "etnik kimlik reddiyetçi" bir bakış açısıyla çözümünü olanaksız bulup, barışçı ve demokratik perspektif dışında çözüm yolu göremeyen bu satırların yazarı bile bu kararları "yutmakta" ve sindirmekte oldukça zorlandığına göre, ortalama Türk insanının bu tür kararlara vereceği sosyo-psikolojik ve siyasi tepkiyi tahmin edebilmek hiç zor değil.
Teknik hukuk boyutunda da, daha birkaç yıl önce Ankara’nın en işlek cadde ve meydanlarında patlattığı bombalar gibi nice terörist eylemlerle binlerce hatta onbinlerce sivilin ve zorunlu askerlik görevi gereği başka seçeneği olmayan genç insanın öldürülmesi dışında, bölgede kendi otoritesini sorgulayan ve kendisine muhalif Kürtlere karşı da, zorbalıkla koyduğu "vergilere" ve yol kesmelere karşı gelenlere de acımasız organize suçlar işleyen ve işlemekte devam ettiğine dair ciddi veriler bulunan bir örgütün bu kadar kolay, üstünkörü ve alel-acele tespit ve değerlendirmelerle"terörist" sıfatından aklanıvermesi ve hemencecik "iç savaşta savaşan taraf" konumuna terfi edivermesi, uluslararası hukukun güvenirliğini ve meşruiyetini de ciddi biçimde sarsıcı etki doğuracaktır. Kaldı ki benzer özellikler taşıyan Bask (ETA) ve Kuzey İrlanda (İRA) örneklerinde hiçbir Avrupa mahkemesinin bu yönde karar vermemiş olduğu da gözden kaçmamaktadır.
Daha realist açıdan bakıldığında da, PKK’nın uluslararası hukuk açısından "legalleştirilmesi" Türkiye’de yaşayan Kürtlerin de Türklerin de lehine olmayacaktır.
Öncelikle, eğer böyle bir legalleştirme ile PKK’ya uluslararası hukuk (Cenevre Konvansiyonu) nezdinde "Savaş Hukuku" statüsü uygulansa bile, bu statünün fiilen uygulamaya geçirilmesi ancak Güvenlik Konseyi üyelerinin yani büyük devletlerin bizzat angaje olması ile mümkün olabileceğinden, bu ülkelerden hiçbirinin Türkiye gibi bir ülkeyi doğrudan karşısına almayı ve hatta Türk Ordusuna karşı fiilen savaşmayı göze almasının gerçekçi olmayacağı açıktır. Kaldı ki "savaş hukuku" kurallarına tabi olsa bile PKK’nın bölgede koskoca Türk ordusunu yenilgiye uğratması ütopik bir düşünce olur. Yani bu bir "çıkmaz sokak" stratejisidir.
Daha da önemlisi, böyle bir legalleştirme, Türkiye’de teröre ve şiddete karşı mesafe koymaya çalışan ve demokratik perspektiften siyaset yapmaya çaba gösteren Kürt siyasetçilerin de elini zayıflatacaktır. Çünkü siyasette de hukukta da eninde sonunda terörün ve şiddetin kazanması anlamına gelecektir. Ülkede Türkler ile Kürtler arasındaki tansiyonu gereksiz yere yükseltme riski de cabası.
En vahimi ise, ülkedeki genel olarak demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları standartlarının düşmesinin ve buna paralel biçimde de Kürt sorununun üzerine topla tüfekle gidilerek çözümlenme stratejisinin maalesef Türkiye’ye karşı uluslararası ölçekte böyle kararlar ve muamelelerin reva görülmesine zemin hazırlamasıdır.
Bu yapay legalleştirmeden kazançlı çıkacak olanlar sonuçta her zamanki gibi, PKK’nın Avrupa'daki tuzu kuru "baronları" ile ebedi "çatışmacı" iklimden beslenen Türkiye'deki siyaset "baronları"dır.
Bu arada, ülkeyi bu kadar yakından ilgilendiren önemli konular varken kamuoyunda bu konuların hiç tartışılmaması enteresan değil mi? Gerçi anaakım medyada onlarca uzman (!) tarafından bir haftadır İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nın iki günlük kayak tatilinin tartışılması ülke sorunlarına hassasiyette yeni bir çığır açtığından, yine de cesaret veren bir gelişme!
Ali D. Ulusoy**Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi