Hikayeyi Bertrand Russell’in bir kitabında okumuştum sanırım. Konfüçyüs, Güney Çin’de seyahat ederken bir mezarın başında ağlayan bir kadın görüyor. Niçin ağladığını soruyor. Kadın, "Burada yatan oğlumu kaplan öldürdü" diyor. "Buralarda kaplan tehlikesi mi var?" diye soruyor filozof. Kadın, "Evet, kocamı da birkaç yıl önce kaplanlar öldürdü" diye yanıtlıyor. Konfüçyüs, "Öyleyse niçin başka bir yere taşınmıyorsunuz?" diye soruyor. Kadın, "Hayır", diyor, "Burada adaletli bir yönetim var, kalan çocuklarımla yine de adil bir yönetim altında yaşamayı tercih ederim". Ünlü filozof yanındakilere, "Görüyor musunuz, adil olmayan yönetimler kaplanlardan bile daha tehlikeli" diyor gülümseyerek!
İkinci hikayeyi yakın dostum İsmail Köksal hatırlattı. Ünlü yazar Cengiz Aytmatov’un aktardığı Orta Asya’daki Cengiz Han’a Küsen Bulut efsanesi. Cengiz Han’ın ordularının onca kızgın çölleri geçebilip onca ülkeyi fethedebilmesinin sırrı, çölleri aşarken ordunun üzerinde beliriveren koruyucu bir bulutmuş. Gök Tengri, Cengiz’in rüyasında görünüp, "Adaletli bir yönetici olduğun sürece bu bulut seni ve ordunu koruyacak" demiş. Bir seferde Cengiz, egosuna yenik düşerek haksız yere bir yüzbaşı ve karısını idam ettirmiş. Sonrasında bulut aniden ordunun üzerinden çekilivermiş. Bu olay Cengiz için sonun başlangıcı olmuş ve kısa süre sonra da hayatını kaybetmiş.
Son hikaye, bir avukat arkadaşımın başından geçen gerçek bir olay.
Bundan yaklaşık 10 yıl önce. Avukat arkadaşımın müvekkili, bilinen bir devlet enerji şirketinin önemli bir projesinde proje sorumlusu olarak görev yapan bir mühendis. Projenin müteahhidinden 300 bin dolar rüşvet alıyor. Elden nakit olarak aldığı parayı, bir bankanın uzaktan bir akrabasının çalıştığı şubesine onun yönlendirmesiyle yatırıyor. Bankacı akrabası parayı zamanın en iyi getirisine göre onun adına yönetiyor. Mühendis, sonrasında yolsuzluk operasyonu kapsamında gözaltına alınarak tutuklanıyor. Bir yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra, (gerçekten rüşveti almış olmasına rağmen) delil yetersizliğinden beraat ederek tahliye ediliyor. Mahkemenin kararı kesinleşiyor. Bir süre sonra ev almayı düşündüğünden parasını almak üzere bankaya gidiyor. Uzaktan akrabası o bankacıyı soruyor. "Buyrun sizi şöyle alalım" diyerek arkadaki bir odaya alıyorlar. Bir süre sonra polis geliyor ve apar topar gözaltına alınıyor. Banka dolandırıcılığına iştirak suçundan tutuklanıyor.
Meğerse kendi parasını da teslim ettiği bankacı, bankanın onun gibi çok sayıda müşterisinin parasını yönetirken tüm parayı zimmetine geçirip ortadan kaybolmuş. Paralar da kayıp bankacı da. Bizim mühendisi de, akrabası da olan o bankacı ile ortak çalıştığı kuşkusu ile tutuklamışlar. Aslında hakkında hiçbir somut delil yok. Zaten banka dolandırıcılığı ile ilgisi olmadığı gibi kendi parası (?) da gitmiş.
Avukatı arkadaşım bu ceza davasına bakan mahkeme başkanını tanıyormuş. Ziyaretine gitmiş ve mühendisin banka dolandırıcılığı ile hiçbir ilgisi olmadığını, haksız yere suçlandığını belirtmiş. Ama hakim hiç oralı olmamış. "Mühendis kesin bankacı ile birlikte hareket etmiştir, yoksa kamuda mühendis maaşı ile 300 bin doları nasıl kazanacak?" demiş. Arkadaşım da, "Yok öyle değil, o parayı banka dolandırmadan değil, başka bir rüşvet işinden elde etti" diyememiş tabii ki! Dava sonucunda da mühendise banka dolandırıcılığına iştirakten 8 yıl hapis cezası verilmiş.
Bu olayı zaman zaman derste de öğrencilere anlatır, sorarım: "Bu olayda adalet gerçekleşti mi" diye. Hukuk fakültesinde bile ezici çoğunluk, adaletin sonuç itibarıyla gerçekleşmiş olduğunu söyler. Gerçekte doğru değil tabii. Aslında adalet gerçekleşmedi. Bir kimsenin işlediği suçtan beraat edip; işlemediği suçtan mahkum olması meşru bir adalet anlayışını temsil edemez. Burada olan, olsa olsa 'el yordamıyla' adalet olur. Oysa gerçek adalet, kılı kırk yaran bir titizlikle gerçekleşmeli.
İşin vahim tarafı ise, 10 yıl önceki beğenmediğimiz bu 'el yordamıyla adaleti' bile bugün mumla arıyor hale düşmemiz.